İzmir’i kim yaktı? - Atilla Dirim

07 Temmuz 2011 14:43  

 

İzmir’i kim yaktı? - Atilla Dirim

Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in bir süre önce yaptığı “alternatif tarih tehlikesi” vurgusu güncelliğini korurken, Sesonline.net; İzmir yangını meselesinde, 'gerçekte ne oldu?' sorusuna Atilla Dirim'in kaleminden yanıt aradı...

"İzmir yangını aslında büyük bir projenin son halkalarından biriydi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1910’lu yıllarda başlattığı ulus devlet projesinin ilk ve en ağır katliamı 'Ermeni tehciri' esnasında yaşandı."

"Ulus devlet projesinin önünde engel olarak görülen Anadolu Hıristiyanlarının uğradığı ikinci büyük katliam, kendilerini Mustafa Kemal hareketi etrafında örgütleyen İttihatçıların Anadolu Rumlarını “köklerinden söküp atmaları” oldu..."

"Emperyalistlerle Lozan’da masaya oturan İttihatçi / Kemalistler, emperyalistlerle anlaşarak, bir şekilde sağ kalmayı başarmış olan Hıristiyanları “mübadele” adı altında cumhuriyet sınırları dışına attılar. Bütün bu katliamların ardından ele geçirilen “ganimetlerin” kayıtlarının tutulduğu 'Emval-ı Metruke' defterleri henüz araştırmacılara açılmış değil."

"Bu defterler bir gün ortaya çıktığında, gizli meclis oturumlarının zabıtları açıklandığında, bugünkü Cumhurbaşkanlığı Çankaya Köşkü’nün gerçek sahibi Kasapyan Ailesi’nin artık neden Ankara’da yaşamadığını öğreneceğiz..."

***

İZMİR'İ KİM YAKTI?

Türk ordusunun 1922'nin Eylül ayının 9. gününde İzmir’e girmesinden tam dört gün sonra şehirde büyük bir yangın çıktı. Tam olarak belli olmamakla birlikte yoğun olarak Ermenilerin, Rumların yaşadığı mahallelerde başlayan yangın, bugün İzmir'de Kültürpark'ın (Fuar’ın) bulunduğu koca bir bölgeyi küle çevirdi. Bu yangını kimin hangi maksatla çıkarmış olduğu bu güne kadar çok tartışıldı. 'Resmi tarihin' sözcüleri yangını Ermenilerin, Rumların ve kaçmakta olan Yunan ordusunun 'intikam' için yaktığını­ anlatırken, olayın gerçek mağdurları, yani yaşadıkları yerler küle dönenler tam aksini söylüyor.

Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in (*) bir süre önce yaptığı “alternatif tarih tehlikesi” vurgusu güncelliğini korurken, İzmir yangını meselesini bir başka açıdan ele alalım:

YUNANLILARIN İZMİR'DE NE İŞİ VARDI?

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Paris’te toplanan barış konferansının kararıyla, İzmir, 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunanlar tarafından işgal edildi. İşgal haberi, Müslümanların yoğun olarak yaşadığı şehirlere bomba gibi düştü. Ülkenin dört bir yanında işgal karşıtı gösteriler yapılırken, savaşın kaybedilmesinin ardından liderlerinin yurt dışına kaçması ve partinin kendisini feshetmesi nedeniyle gözden düşen İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) mensupları, milliyetçi ve vatanperver söylemlerle tekrar itibar kazanmaya başladılar.

Yunan ordusu İzmir’e girdiği günlerde, Yunanistan’da esen hava ise, kesinlikle savaştan yana değildi. Uzun süreli savaşlardan ve yoksulluktan bıkan Yunan halkı, emekçileri barış istiyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu parçalanma sürecinden azami faydayı sağlamak isteyen Yunan egemenleri ise; Kral Konstantin ve Başbakan Venizelos’un başını çektiği cepheyle savaşı sürdürmek niyetindeydiler.

Yunan ordusunun Anadolu’nun içlerine yürümeye başlaması kararı, Yunanistan’da büyük bir huzursuzluğa neden oldu. Askere gitmeyi reddeden binlerce genç dağlara kaçtı. Başta Yunanistan Sosyalist Emek Partisi olmak üzere bir grup sosyalist parti, geniş bir savaş karşıtı propaganda faaliyetine başladılar. 1920’de Atina’da Syndagma Meydanı’nda 50 bin kişilik, o dönemin ölçülerine göre devasa bir barış gösterisi yapıldı.

Nitekim 1 Kasım 1920’de Venizelos, seçimleri kaybetti ve barış vaatlerinde bulunan muhalefet partisi iktidara geldi. Ancak yeni iktidar seçim döneminde yaptığı tüm barış çağrılarını bir anda unutarak, selefinin başlattığı savaş hareketini aynen sürdürme kararını aldı. Bu sıralarda Yunanistan’da da savaş karşıtı gösteriler ve grevlerde giderek arttı. Savaş karşıtı taleplerle gündelik talep arasında bağlantı kuran işçi eylemleri gerçekleştirildi: 1921’de Volos’ta büyük bir işçi hareketi başladı, ancak 15 Şubat 1920’de liderliğini Tüm İşçiler Birliği’nin yaptığı iki günlük toplantının ardından, tam zirvesindeyken, bastırıldı. 1921 yılının 1 Mayıs’ında Selânik’te büyük bir gösteri düzenlendi ve greve çıkıldı. Anadolu’ya giden bir alay ayaklandı ve göstericilere katıldı.

1921 Kasım’ında bu kez elektrik işçileri greve çıktılar. Başta ekonomik olan talepler, kısa sürede savaş karşıtı siyasi taleplerle birleşti. Mecliste başbakanın konuşması esnasında işçiler elektrikleri kestiler. Daha sonra demiryolları işçileri aynı taleplerle greve çıktılar.

Yunanistan’daki barış hareketinin yükselmesiyle birlikte, Anadolu içlerine ilerlemekte olan Yunan ordusunda da huzursuzluk giderek artıyordu.

Yunanistan’da dağlara kaçmış olan savaş kaçakları ve grevlerin başını çeken öncü işçiler yakalanarak doğruca cepheye gönderiliyor, fakat bu kişiler gönderildikleri birliklerde savaş karşıtı propagandayı daha da coşkuyla sürdürüyorlardı.

Ülkedeki ekonomik krizin derinleşmesi ve emperyalist devletlerin kendi ülkelerinde yükselen barış hareketleri nedeniyle savaşmayı sürdüremeyecekleri bir noktada, Yunan ordusu çözülmeye başladı. Temmuz 1922’den itibaren birlikler Ege ve Trakya üzerinde hızla geri çekilmeye başladılar.

TÜRK ORDUSU RUMLARIN "KÖKÜNÜ KAZIYOR"

Bu noktadan sonra Anadolu’da kendilerini “Milli Kuvvetler” adıyla örgütleyen ve başını İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinin çektiği hareket, Yunan ordusunun boşalttığı Ege bölgesini aşarak İzmir üzerine yürümeye başladı. Yunan ordusunun kalıntılarıyla yaşanan küçük çaplı çatışmalar dışında, Türk ordusu önemli bir engelle karşılaşmadan hızla Ege bölgesini ele geçirdi. Ancak hayallerindeki 'ulus devlet' projesini kurmak istediklerini ilan etmiş olan İttihatçılar / Kemalistler için bu durum bulunmaz bir fırsattı. Ulus devletin önünde en büyük engel olarak gördükleri Hıristiyanları ortadan kaldırmak için geçtikleri yerleri yakıp yıkarak, Hıristiyanları ölüm ile kaçmak arasında tercih yapmak zorunda bıraktılar.

Kendisi de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ileri gelen üyelerinden olan, yedek subay olarak Cemal Paşa’nın emrinde Birinci Dünya Savaşı’nda savaşan, daha sonra İttihatçıların Mustafa Kemal etrafında yeniden örgütlenme çalışmalarına katılan ve cumhuriyetin kurulmasından sonra çeşitli dönemlerde milletvekilliği yapan Falih Rıfkı (Atay), Mustafa Kemal’in hayatını anlattığı "Çankaya" adlı eserinde bu durumu şöyle tasvir ediyordu:

"(...) Batı Anadolu'yu Türkler için oturulmaz bir çöle çevirmek isteyen Yunanlılar, gerçekte kendi ırklarının, mitoloji masallarından son tarihi günlerine kadar, bu topraklardaki yaşayışlarına son vermişlerdi. Rum halk, köklerine kadar sökülüp atılmakta idi. Onlarla beraber İzmir'in, bütün Batı Anadolu'nun her türlü ekonomisini de köklerinden söküp atıyorduk. Bir merkezde kasabalılar bize gelmişler: - Arabamızı tamir ettiremiyoruz, giden Hıristiyanlardan sanat sahibi olanları geri gönderseniz... demişlerdi. (...)" (Çankaya, Falih Rıfkı Atay, Kral Matbaası 1984, S. 331-332)

Gerçekten de Falih Rıfkı’nın söylediği gibi, İzmir’in hinterlandını teşkil eden çok geniş bir bölge tümüyle harap olmuş, ekonomik altyapısı tümüyle tahrip olmuştu. Dumanları tüten köylerin, kasabaların arasından geçen Mustafa Kemal, Nif kasabasının az ilerisindeki Belkahve’de meşhur kahvesini içerken, İzmir’e uzun uzun bakarak yanındakilere güya; “Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm!” diyecekti.

İZMİR ALEVLER İÇİNDE...

Mustafa Kemal İzmir’e “bir şey olmamasına” seviniyordu ama şehre girmesinden dört gün sonra, yani 13 Eylül günü Basmane civarında başlayan ve Hıristiyan mahallelerini etkisi altına alan yangın, İzmir’in en güzel bölgesini yakıp kül edecekti.

Yangının nasıl başladığı konusunda görüş birliği yoksa da, Türk ordusunun İzmir’e girdiği andan itibaren hem askerlerin, hem de yerli Müslümanların Hıristiyan mahallelerine saldırdığı ve yağmaladığı konusunda çeşitli kaynaklar bulunuyor.

İstanbul'da yayınlanan Djagatamart (Cephe Savaşı) adlı Ermenice gazetenin 19 Eylül 1922 tarihli nüshasında, 16 Eylül’de İzmir’den ayrılan bir gencin ağzından yangının çıkış hikâyesi anlatılır:

“(…) 9 Eylül cumartesi öğleden sonra Türk süvarileri İzmir’in Kordon Boyu’ndan dörtnala, kılıçları çekilmiş vaziyette şehre girdiler. Onlar şehre girerken, önlerinden çevredeki Rum vatandaşlar korkuyla kaçmaya çalışıyorlardı. Yunan askerleri de elbiselerini çıkarıp silahlarını atıp kaçışıyorlardı. Gece Türk askerleri ve silahlı çapulcular karşılarına kim çıkarsa, Rum veya Ermeni yakalayıp belirsiz bir yere götürmeye başladılar. Halk sabaha kadar süren silah sesleri arasında geceyi geçirdi. Pazar sabahı silahlı çapulcular ve askerler çarşıya daldılar ve arabalara, atlara, sırtlarına ne varsa koyup Türk mahallesine taşıdılar. Akşama doğru aynı durum Ermeni mahallesinde tatbik edildi. Araştırma ve soruşturma yapmak gerekçesiyle evlere giriliyor, evlerde ne varsa soyulup talan ediliyordu. Karşı koyanlar da öldürülüyordu. Salı günü öğleden evvel güneyden denize doğru sert bir rüzgâr esmeye başladı. Basmane İstasyonu’nun önündeki bir Ermeni evinden yangın dumanları yükseldi. Yangın genişleyerek Ermeni mahallesine ve kilisesine doğru yayılmaya başladı. Başında yangın Mortakiya Rum mahallesini ve sahil boyunu tehdit eder nitelikte değildi. Fakat akşam üstü demiryolu üzerinden bir noktadan ikinci bir yangın Rum mahallesine yöneldi (…)”

Ama biz yine de, Ermeni kaynaklarına değil de, Türk kaynaklarına itibar edelim ve yine Falih Rıfkı’ya kulak verelim:

“Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için, o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum: ‘Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden subay, bütün taarruz harbleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbinde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelen bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir harb daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumaya kâfi gelecek miydi?’ (…)” (Çankaya, Falih Rıfkı Atay, Kral Matbaası 1984, S. 325)

İzmir yangını esnasında bizzat İzmir’de, hatta Mustafa Kemal’in yanında bulunan Falih Rıfkı’nın bu tanıklığı, bu güne kadar herhangi bir devlet kurumu tarafından yalanlanmış değil. "Falih Rıfkı yalancıdır", "söyledikleri gerçek değildir", "bunu şu şekilde kanıtlayabilirim" iddiasıyla ortaya çıkan bir kimse de yok. Dolayısıyla, Falih Rıfkı’nın anlattıklarına itibar etmemek için bir neden de yok. “Çankaya” kitabının yeni baskılarından İzmir yangınıyla ilgili bölümlerin çıkarılmış olduğu gerçeği ise olsa olsa bir 'suçu kabul' ifadesi olabilir.

Dört gün süren yangının ardından, İzmir’in önemli bir bölümü harap oldu. Yangında yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta yok oldu. Türk ordularının önünden İzmir’e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir’de yaşayanlarla birlikte 500 bin kadar olduğu tahmin ediliyordu. Bunların yaklaşık 320 bin kadarı gemilerle ve bulabildikleri her şeyle canlarını kurtarmak için denize açıldılar. Bu zoraki göçmenlerin bir kısmı Atina’ya yerleşerek “Nea Smyrna” semtini kurdular. Geriye kalan 180 bin Rum ve Ermeni ise yangın öncesinde ve esnasında hayatlarını kaybettiler.

OMUZLARIMIZDAKİ AĞIR YÜK

İzmir yangını aslında büyük bir projenin son halkalarından biriydi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1910’lu yıllarda başlattığı ulus devlet projesinin ilk ve en ağır katliamı 'Ermeni tehciri' esnasında yaşandı. Düşmanla işbirliği yaptıkları bahanesiyle imparatorluğun dört bir yanında bulunan Ermeniler, Suriye’nin Der Zor çölüne gönderilmek üzere yola çıkarıldılar. Fakat yolcuların çok azı Der Zor’a ulaşabildi, kalanı daha harekete geçer geçmez Teşkilat-ı Mahsusa’nın katilleri tarafından katledildi.

Ulus devlet projesinin önünde engel olarak görülen Anadolu Hıristiyanlarının uğradığı ikinci büyük katliam, kendilerini Mustafa Kemal hareketi etrafında örgütleyen İttihatçıların Anadolu Rumlarını “köklerinden söküp atmaları” oldu.

Emperyalistlerle Lozan’da masaya oturan İttihatçi / Kemalistler, emperyalistlerle anlaşarak, bir şekilde sağ kalmayı başarmış olan Hıristiyanları “mübadele” adı altında cumhuriyet sınırları dışına attılar. Bütün bu katliamların ardından ele geçirilen “ganimetlerin” kayıtlarının tutulduğu 'Emval-ı Metruke' defterleri henüz araştırmacılara açılmış değil. Bu defterler bir gün ortaya çıktığında, gizli meclis oturumlarının zabıtları açıklandığında, bugünkü Cumhurbaşkanlığı Çankaya Köşkü’nün gerçek sahibi Kasapyan Ailesi’nin artık neden Ankara’da yaşamadığını, İş Bankası’nın ilk sermayesinin nereden geldiğini, İzmir Rumlarından kalan dev servetin kimlerin cebine gittiğini öğrenecek, tarihimizle gerçek anlamda yüzleşerek omuzlarımızda taşıdığımız o çok ağır yükten kurtulabileceğiz, belki de...


Atilla Dirim, 7 Temmuz 2011, Sesonline.net

----------------------------------------------------------------------------------

(*) Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner,19 Mayıs 2011'de yaptığı açıklamada şöyle demişti: "Gerçeklerin değiştirilmesi ve saptırılmasıyla tarihsel olguların farklılaştırılmak istendiği ve böylece Atatürk ve arkadaşlarının mücadelesine farklı bir anlam yükleyerek alternatif tarih yazılmaya çalışıldığını ibretle ve esefle görüyoruz.."

----------------------------------------------------------------------------------

ATİLLA DİRİM KİMDİR?

1967 yılında İzmir'de doğdu ama yaşamının çok büyük kısmını Ankara'da geçirdi. Alman filolojisi mezunu ve hayatını çevirmenlikle kazanıyor. Çok sayıda kitap çevirisi var, ayrıca çeşitli yayın organlarında konusunu tarihten alan yazılar yazıyor.

Dirim, Sesonline.net'te TARİHTEN başıklı köşesinde yazılarını okurlarıyla paylaşıyor...

Son Güncelleme Tarihi: 09 Eylül 2011 02:15

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0