KADINLAR, MİLLİYETÇİLİK ve MİLİTARİZM

27 Ocak 2011 22:12 / 3794 kez okundu!

 


Kadınlar bir şekilde militarizmle ilişkilidirler. Bunu anlayabilmek için toplumsal cinsiyet ile milliyetçilik arasındaki ilişkiye, kadınların ve erkeklerin militarizme bakış açılarındaki farklılıklardan bakabiliriz.

Kadınların her zaman erkeklerden daha fazla barış yanlısı ve militarizm karşıtı olmaları, onların kendi uluslarına daha az bağlılık duyduklarını göstermektedir ya da bu durum böyle yorumlanmaktadır. Bu nedenle toplumsal cinsiyet, etnisite, ulusal ve ırksal ilişkiler dışında analiz edilemeyeceği gibi, bu olgular da toplumsal cinsiyet dışında incelenemez.

Milliyetçilik tanımı gereği siyasaldır. Devlet ve onun kurumlarıyla yakından ilintilidir. Ordu gibi çoğu devlet kurumuna günümüzde ve geçmişte erkekler hâkim olmuştur. Bu nedenle ‘hegomonik’ erkeklik kültürü ve ideolojisinin, ‘hegomonik’ milliyetçilik kültürü ve ideolojisiyle el ele gitmesi şaşırtıcı değildir. Erkeklik ve milliyetçilik birbirine çok iyi eklemlenir. Batı’da modern milliyetçilik ile erkeklik aşağı-yukarı aynı zamanda ortaya çıkmışlardır.
Kadınların giysileri ve davranışları sorunu, aslında saflığa ve garip bir biçimde erkeklerin namusuna ilişkin bir sorundur. Kadın cinselliği en azından iki nedenle birinci dereceden bir ulusal mesele haline gelir. Birincisi: Kadınların milliyetçilikteki rolleri her zaman anneliktir. Yani kadınlar ulusun yuvasını temsil ederler. İkincisi ise, kadınlar, eşler ve kızlar olarak erkeklerin namusunun taşıyıcıları oldukları için kadın cinselliği milliyetçilerin ilgi alanına girer. Namus erkeklerin sorumluluğundadır, iffet kadınların… Namusun etkin biçimde elde edilmesi gerekir, iffet ise pasifçe savunulur. Batı, bir şekilde uluslaşma süreci atlattığı için bu ayrımlardan kendini kurtarabilmiştir; oysaki Asya toplumlarında, Ortadoğu ve Afrika toplumlarının çoğunda bu algı hala tazeliğini korumaktadır.

Kadınların ve erkeklerin ulus ve devlet kavrayışlarındaki ve bunlarla bağlantılarındaki farklar ele alınınca, bunca siyasal konuda kadınlarla erkekler arasında bir “cinsiyet uçurumu” olmasına şaşmamak gerek.

Milliyetçilik aslında kadınların modern toplumdaki konumlarına dair yeni sosyal ve kültürel sorunlarla yüzleşmiş ve ideolojik paradigması açısından bu sorunlara cevap bulmuştur. Milliyetçilik kadın sorununu hedefleri doğrultusunda çözmüştür. Çünkü milliyetçi söylemler, ulusun geleceğinin kadının doğurduğu çocuklar sayesinde var olabileceğini vurgulayarak, kadını, kendi milliyetçilik politikalarının uygulanmasında kullanmaktadır.
Doğu toplumları Batı değerlerine karşı siper alırken “maddi ve manevi” ayırımına göre hareket ederek, kadının statüsünü açıklamaya çalışmışlardır. Buna göre maddi dünya bizim dışımızda yer alır. Bizi etkileyen, koşullayan ve ayak uydurmaya zorlandığımız bizim tamamen dışımızda bir dünya. Ancak bu dünya son kertede önemsizdir. İçimizde olan gerçek benliğimizi oluşturan manevi dünyadır; gerçekte önemli olan odur. Kültürümüzün manevi kimliğini kaybetmeksizin modern maddi dünyanın gereklerine ayak uydurmamızı sağlayacak tüm uzlaşma ve uyarlamaları yapabiliriz. 19. yüzyıl milliyetçiliğinin, sosyal reformun getirdiği çetrefilli sorunları çözmek için önerdiği çözüm buydu. Bu çerçevede, günlük yaşam bağlamında iç/dış ayırımı sosyal mekândaki ev ile dünya ayırımına tekabül eder. Dünya, dışsal maddi alandır; ev manevi çıkarlar peşinde koşulan, pratik kaygıların belirleyici olduğu, tuzaklarla dolu bir alandır. Ev özünde maddi olmanın etkisiyle kirlenmemelidir; evi kadın temsil eder. Böylece toplumsal cinsiyete dayalı rollerin belirlenmesinin, sosyal mekânın iç ve dış biçimde ayrıldığını görüyoruz. Bu ayırım istisnasız tüm geleneksel toplumlarda aynı biçimde kabul edilmiştir. Örneğin Hindistan’da, Batı değerlerine uygun kadın profili yaratma çabalarına karşı gelen erkeklerin kadınların modernleşmesine engel olmak için savundukları görüşler kısaca böyle özetlenebilir.

Ev ulusal kültürün manevi niteliğini yansıtan temel mekândır ve bunu koruyup zenginleştirme kadınların işidir. Kadınlar dışarıdaki hayat koşulları ne şekilde değişirse değişsen, özlerindeki manevi (yani kadın) erdemlerini kaybetmemelidirler.

Kadınların vatan ile eşdeğer kabul, savaşlarda ganimet olarak görülmelerine neden olmuştur. Ondandır ki, tarihteki birçok savaşta karşı tarafın kadınlarına sahip olmak büyük bir zafer kabul edilir. Karşı tarafın namusu yani kadını, zapt edilen bir kaledir. Aynı şekilde bir devletin sınırları o devlet içindeki tüm vatandaşların namuslarıdır. Sınırları korumak, namusu korumakla eş değerdir. Bir askerin silahını kaybetmesi namusunu kaybetmesi anlamına gelir. Her genç, askeri eğitiminin hemen başında, namusuna sahip çıkmakla görevlendirilir. Namus doğrudan kadını temsil eder.
Milliyetçilik genelde militarize edilmiş mekânlarda inşa edilir. Tecavüz ve fuhuş, birçok erkeğin milliyetçi dava kurgularında merkezi bir yere sahiptir. Her ikisi de, erkeklere, kadınlaştırılan ulusun kendilerini kurtarıcı olarak çağırdığı kurgusunu yaratma olanağı vermektedir. Savaş ganimeti olarak sunulan kadınlar, hükümdarların metresleri, sinemanın asker kahramanları, yurtseverliği besleyen takvimler… Bunlar tümüyle milliyetçiliğin militarizm destekli yükseldiğinin işaretleridir. Erkeklik devletin dayanaklarındandır ve ulus oluşun temel nosyonlarındandır. Örneğin bir kabalığa karşı seslenip: “ey ahali toplanın, düşmana karşı koymak için hareket edelim” şeklinde bir konuşma yapılırsa muhtemelen çok az kişi buna gönülden iştirak edecektir. Oysaki konuşmayı: “düşman buraya geldiğinde kadınlarımızın ırzına geçecek. O nedenle onlara karşı koymak için harekete geçmeliyiz” biçiminde yapılırsa istisnasız herkes bu çağrıya kulak verecektir.

Türkiye’de kadınlar ve militarizm

Türkiye’de kadınlar militarist bakış açısıyla toplumsal statü edinmişlerdir. Kemalist devrimin halka benimsetilmesinde eğitim önemli bir araç olarak kullanılmıştır. Cumhuriyet aydınları, okul-ordu-halkevlerinde verilen eğitimle militarist düşünceyi her alanda toplumda yaymaya çalışmışlardır. Cumhuriyetin kadına yönelik niteliği, iyi bir anne olmaktı. Erkekler için ise “ailesini geçindiren, iş sahibi baba” niteliğiydi. Bu temalar aile ile devlet yönetimindeki okullar arasında sürekli pekiştirilmiştir.

Cumhuriyetten beri sürdürülen politikaların amacı kadınların bir yandan modern, ilerici, laik bireyler olmalarını sağlamak, diğer tarafta kadınlık ve annelik rollerine uygun davranmaları için uygun politikalar üretmekti. 80’lere gelindiğinde bu politikaların başarıya ulaşmadığı görülmektedir. Daha önce etnisite, din, dil gibi farklılıklara bakılmadan tüm kadınlar cumhuriyet kadınları olarak görülürken, Türkiye’de meydana gelen her türlü sosyal ve siyasal-toplumsal değişme, kadınların kendilerini farklı alanlarda ifade etme olanağı bulmalarını sağladı. Böylece 90’larda “Cumhuriyet Kızları” yerine “Türk Kızları” ifadesi kullanılmaya başlandı. Bir yanda dini hassasiyetleri olan bir kesimin farklı eğilimleri meydana gelirken, bir yandan da çeşitli kültürel talepleri olan kadın grupları meydana çıktı. Cumhuriyetin belirlediği yolda ilerleyen bir kesim kadın da farklı söylem ve uygulamalarıyla bu farklılıkta yerini aldı. Hiçbir kadın hareketi bir diğerinin sıkıntılarını kadınların ortak sıkıntıları olarak kabul etmedi. Böylece her kesim kendi feminizmini kurdu.

Türkiye’de kadın ve militarizm sözcükleri en fazla Sabiha Gökçen’le anlam bulur. Gökçen, dünyada savaşa katılmış ilk kadın pilottur. Dersim harekâtına katılmak için Atatürk’ten izin istemiş, Atatürk son sözü Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’ya bırakınca, Fevzi Paşa buna razı olmamıştır. Oysaki Sabiha Gökçen’in ısrarlarıyla izin çıkmıştır. Sabiha Gökçen, anılarında bu durumu “Dersim Harekâtı ve Namusumu Koruyacak Silah” olarak başlıklandırıp, harekâta katılmadan önce Atatürk’ün yanına geldiğini ve kendi silahını ona verdiğini söyler. Amaç ise namusunu korumaktır. Çünkü karşı taraf düşmandır ve düşman her zaman namusa göz diker. Sahiba Gökçen’in olası düşman eline geçmesi durumunda bir askerden öte, bir kadın olarak görülmesi ve tüm olasılıkların bir kenara bırakılıp doğrudan namus sahibi bir kadın olarak ileri sürülmesi, kadınların militarist anlayışa ne denli oturtulduklarına en açık kanıtlardan biridir.

Sabiha Gökçen görevini eksiksiz bir biçimde yerine getirdikten sonra dünyaya övünç kaynağı olarak takdim edilmiştir. Sonrasında tüm Balkanlar’ı uçağıyla dolaşarak, gittiği her ülkede develt törenleriyle karşılanmış, yeni cumhuriyeti kendince büyük bir övünçle dünyaya tanıtmıştır. Bir kadın, bir asker olarak militarizm, milliyetçilik ekseninde yükselen bir değer olarak kabul edilmiştir.

Yine Kara Murat, Tarkan ve benzeri tiplemelerle Bizans’a karşı yapılan akınlardan mutlaka bir Hıristiyan kadınla dönülür ve bu kadın Müslüman yapılarak kutsal görev tamamlanmış olur. Başkalarının kadınlarının ele geçirilip ya da kendilerine âşık ettirilip kazanılması milli güce katkı olarak kabul edilir. Oysaki bu taraftan kaptırılacak bir kadın utanç kaynağı olarak görülmektedir.

Görüldüğü gibi kadınlar militarizm ve milliyetçilik sarmalında erkeklik tarafından bir şekilde kullanılırlar. Siyasal iktidar erkekliği vurguladığı için erkekliği besleyen ve sağlamlaştıran olgular da bu uğurda kullanılır.


İsmet Tunç

25.01.2011

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.