Ferdan Ergut: 'Yeni solun partisi, öğreten değil, öğrenen bir parti olmalı'

30 Nisan 2012 14:50  

 

Ferdan Ergut: 'Yeni solun partisi, öğreten değil, öğrenen bir parti olmalı'

İSTANBUL- Küresel Yerel (KÜYEREL) Düşünce Platformu' konferanslar dizisinde bu kez “Yeni Sol: Peki Ama Nasıl?” sorusunun cevabı yüksek sesli düşünme ve tartışmalarla arandı.

Ufuk Uras, Nabi Yağcı, Erol Katırcıoğlu, Ahmet Kardam, Yalçın Ergündoğan, Ümit Şahin, Zakarya Mildanoğlu, Cemil Ertem, Nil Mutluer, Ayla Şeşan, Cihan Şenoğuz, Umur Coşkun gibi isimlerin de aralarında bulunduğu kalabalık topluluğun çok yoğun ilgisi ve katılımıyla 28 Nisan Cumartesi günü, Taxim Hill Otel toplantı salonunda gerçekleşen söyleşinin sunumunu Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Tarih Bölümü doçenti Ferdan Ergut yaptı. Aynı zamanda Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Genel Başkanlığını da yürüten Ergut sunumunda; solun tarihsel geri planını ele alarak, günümüze yansıması üzerinde çeşitli önermeler geliştirdi. Ergut konuşmasında, "günümüzde solun proletarya peygamberliğini bırakıp, toplumdaki tüm mağdurlara ve onların taleplerine yönelik bir program geliştirmesi gerektiğine" vurgu yaptı. Ergut toplantının ilerleyen bölümlerinde, “geleneği takip ederek solda yenilenme gerçekleşemez. Fakat yeni solu, geleneği dikkate almadan da kuramayız. Marx'la ilişkilenecek her siyaset öncelikle Marx ve Engels'i tarihselleştirerek işe başlamalı” şeklinde değerlendirmelerde bulundu ve "Yeni solun partisi, öğreten değil, öğrenen bir parti olmalı..." dedi.

“Yeni Sol: Peki Ama Nasıl?” temalı toplantı, Küyerel sözcüsü ve toplantının moderatörü Hüseyin Çakır'ın, Ferdan Ergut'un, “Tanınma siyaseti ve sol”, “AKP ile mücadele” makalelerinden bazı bölümleri okuması ile başladı.

Doç. Ferdan Ergut sunumunda bazı satır başları (özetle) şöyle:

» “Düşünceler tarihi, ilginç bir alandır. Her düşünürün kimden/kimlerden etkilendiği, o düşünürün içinde bulunduğu bağlamın kendi düşünceleri üzerindeki etkisinin ne olduğu, o bağlamlar içinde en başat olanının hangisi olduğu (iktisadi, politik, kültürel, entelektüel vs.) ve buna benzer birçok ve oldukça da keyifli sorun alanları barındırır düşünceler tarihi...“

» “Teori siyasete müdahale etmek için önemlidir. Tarihsel olarak yerine oturtursak, Marx'ın görüş alanına girebilen ve giremeyenleri şöyle toplamak mümkün:

Ekoloji, görüş alanına giremeyeceklerdendi. Çünkü, doğa o tarihteki algıyla “sınırsız” tüketim olanakları sunuyordu.
Feminizm. Marksist ve feminist düşünce arasındaki karmaşık ilişki konusuna hiç girmeden hayattan örnekler vererek geçiyorum. 1968'e kadar yeni veya eski örgütlü sol, iktisadi üretimde kadının rolü, doğum kontrolü ve kürtaj meselelerinin de içinde bulunduğu yeniden üretim meseleleri veya cinsellik gibi alanlarla hiç ilgilenmedi. Kadın hareketinin yokluğunda, kadın sorunu da yoktu. Sosyalistler için kadın sorunu, emek sorununun bir alt kümesiydi. Kadının kurtuluşu, emeğin kurtuluşunun sonucunda gelecekti. Marksist geleneğin içinde kadın sorunuyla en fazla ilgilenen isimlerin başında gelen Clara Zetkin yaşamının büyük bölümünü, sınıf mücadelesinin başatlığını gölgelediklerini düşündüğü feministlerle mücadeleyle geçirmişti.

Rosa Luxemburg için “kadın sorunu”, “yaşlı kadınların saçmalığı”ndan ibaretti.

Kimlik ve tanınma siyaseti. Bu kavram da aslında teorinin alanına girebilirdi..."

"SINIF SİYASETİ Mİ, KİMLİK SİYASETİ Mİ?"

» “ Sınıf siyaseti mi, kimlik siyaseti mi? gibi kategorik bir ayrım yapılamaz, 18. yüzyldan bu yana kimlik mücadelesi devam ediyor. Bütün kimlikler ve kimlik mücadeleleri siyasaldır. Kimlik talebi kamusal alana çıktığında bütünleştirici ve tekleştirici işlev görürür. Örneğin Kürt kimliği, Kürtler arasındaki sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırır. Kimlik mücadelesi herkesi kapsayan talep haline gelir.”

» “Kimliğe dayalı bir sömürü biçimine vurgu yaptığınızda karşınıza çıkacak ilk ezber 'sınıf siyasetinden kaçış' olacaktır. Aslında Marksizmin 'nesnelci' yorumuna bağlı değilseniz, gerçek anlamıyla sınıfın aslında bir kategori değil; bir deneyim olduğunu, sınıfın elbette etnik, cinsel, kültürel vs. sömürü biçimleriyle hemhal olarak kurulduğunu, dolayısıyla farklı kültürel bağlamların farklı sınıf 'yapılarını' ortaya çıkartacağını bilirsiniz. Bu anlamıyla, her türlü siyaset elbette sınıf siyasetidir...”

» “Siyasal mücadelelerimizde sıklıkla kullandığımız kavram olan 'onurlu yaşam', bireyler (ve elbette gruplar) için varoluşsal önemdedir. Peki ama 'onur' ve 'saygınlık' bireyin veya grubun kendi başına üretebileceği değerler midir? Elbette kamusal alana çıkan her politik özne, onurunun ve saygınlığının tümüyle kendi benliğine ilişkin bir değer olduğunu öne sürebilir. Dahası, politik bir iddia böyle bir sunumu zorunlu da kılabilir. Oysa biraz düşünüldüğünde görülecektir ki 'onur' ve 'saygınlık' bireyin kendi başına kurabildiği değerler değildir. Bu iki yaşamsal değer, esas olarak özneler-arası alanda oluşur. Bize onur ve saygınlık veren 'öteki'nin bizi değerlendirme biçimidir. Yaşam tarzımızın, hedeflerimizin çevre tarafından tanınması ve onlara saygı duyulması oranında onurlu ve saygın bir yaşam sürebiliriz. Başka bir deyişle onur ve saygınlık, bireyin kendini gerçekleştirme yöntemlerine toplumun verdiği kabuldür: Kısacası, tanımadır..."

» "Bir sol siyaset her şeyden önce kendi ülkesinde 'kapitalizmin eklemlendiği yapı neydi?' sorusunu sorarak işe başlamalıdır. Bu ise son tahlilde bir tarih sorusudur. Kapitalizmin Türkiye'de eklemlendiği yapının özelliklerini ciddiye almayan bir sol mümkün değildir. Bu yapının içinde -bir sürü unsurun yanında- Osmanlı devleti ve kurumları var, milliyetçilik var, ittihatçılık var, Kemalizm var, militarizm var, etnik kapışmalar, katliamlar var, belirli bir politik coğrafya var, Kürtler var, Aleviler var, Hıristiyanlar var, Yahudiler var, Romanlar var. Eğer kimliklerin, ezelden ebede değişmeyen, özsel karakterleri olduklarını iddia etmiyorsak, tarihsel olarak kurulduklarını, tarihin değişik evrelerinde değişik içeriklerle karşımıza çıktıklarını da kabul etmemiz gerekiyor...”

» “Türkiye tarihinin ürettiği bu mağduriyetler o kadar uzun bir geçmişe dayanıyor ki, artık bu sorunlar birbirleriyle hemhal oldular. Hangisinin nerede başlayıp, nerede bittiğini ayırt etmek zorlaştı. Böylesi durumlarda, çeşitli mağduriyetleri birbirlerinden ayrıştırarak çözmek imkansızlaşır. Yapılması gereken, bütün bu farklı mağduriyet alanlarını ortak bir zeminde bir araya getirmektir. Bu zemin, doğası gereği çoğulcu olacaktır. Bu zeminden üreyecek siyaset, esas olarak 'müzakereci/tartışmacı demokrasi'yi temel alacaktır. Müzakere süreçlerinin bizatihi kendisini bir değer olarak alacaktır. Müzakerenin -doğası gereği- determinist bir süreç olmadığını, başka bir deyişle, müzakerenin sonucuna dair ön kestirimleri olsa bile bunların son tahlilde belirsizlikler barındırdığını bilen ve dolayısıyla dayatmacı olmayan bir siyaset olacaktır..."

"HER ÇELİŞKİ 'UZLAŞMAZ ÇELİŞKİ' DEĞİLDİR"

» “....'Müzakereci/tartışmacı demokrasi' derken güçlü bir varsayımım var elbette: Türkiye tarihinin ürettiği mağduriyetlerin, -Marksist jargonla söylersem 'çelişkilerin' - 'uzlaşmaz' olduğunu düşünmüyorum. Her çelişki, 'uzlaşmaz çelişki' değildir! Kimlik-kaynaklı çelişkiler bu kabildir. Sistem tarafından haksızlığa uğradığını düşünen kimlikler bir araya geldiklerinde, birbirlerini dinleyebilirler, birbirlerinin deneyimlerinden öğrenebilirler ve hep birlikte karşı-hegemonik bir dili inşa etmeye başlayabilirler. Müzakere sonrasında umulur ki, hiçbir mağdur dinamik kendi mağduriyetinin diğerlerinden ayrışık olmadığını ve ancak “ötekiyle” birlikte ortak bir gelecek tahayyülünü yaşama geçirebilmesi durumunda sorunlarının çözülebileceğini idrak edecektir.

Temel meselemiz idrak! Sol siyaset, eğer toplumda bir hegemonya kurmak istiyorsa, sistemle sorunu olan bütün mağdur kimlikleri bir araya getirecek ve onlarla birlikte alternatif bir siyaseti topluma sunacak feraseti göstermelidir. Karşımızdaki temel güç olan AKP iktidarını yenilgiye uğratmanın başka yolu yoktur. AKP, sıradan bir siyasi proje değildir. Geldiği yer itibariyle hegemonyanın ta kendisidir. AKP'nin gayet başarıyla inşa ettiği siyasal, toplumsal ve kültürel bir hegemonyadan bahsediyoruz. Bu hegemonyaya karşı mücadele, sadece 'mücadele' veya 'direniş' diliyle olmaz. Bunun, toplumun geniş kesimleri açısından hiçbir karşılığı yoktur. Toplumda bu kadar geniş bir hegemonik alan yaratmış bir iktidarın karşısına, ancak alternatif bir siyaseti örgütleme kapasitesine sahip ve değişimi yönetmeye muktedir olduğuna toplumu ikna edecek bir siyaset dikilebilir.”

» “Tanınma meselesi, birey ve topluluk açısından önemli bir farklılık arz etmez. Sorunlarımızın, hedeflerimizin, yakınımızdakiler tarafından tanınmadığı, meşru görülmediği anlardaki hissiyatımızı düşünmek, topluluğun da benzer koşullarda neler hissedeceğini anlamamızı kolaylaştırır. Haksızlığa uğradığımız ve ciddi bir mağduriyet yaşadığımızı düşündüğümüz bir olayı arkadaşımıza aktarırken, karşımızdakinin olayda hiçbir mağduriyet görmediğini ve olayı gereksiz yere büyüttüğümüzü söylediğini düşünelim. Ne hissederiz? Muhtemelen bizim açımızdan tatminkar bir diyalog olmayacaktır bu. Sorunumuzun tanınmadığı, meşru kabul edilmediği böylesi bir ortamın bireyde uyandıracağı başat duygu muhtemelen hayal kırıklığı ve hüsrandır.”

* * *

FERDAN ERGUT KİMDİR?

Doç. Dr. Ferdan Ergut, 1967'de İstanbul'da doğdu. Yüksek öğrenimini 1989 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nde tamamladı.

1994 yılında ABD, New York'ta New School For Social Research'te yüksek lisansını, 2000 yılında da aynı üniversitenin Siyaset Bilimi ve Tarihsel Çalışmalar bölümlerinde doktorasını tamamladı.

Çeşitli ulusal ve uluslararası dergilerdeki makalelerinin yanı sıra "Modern Devlet ve Polis: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Toplumsal Denetimin Diyalektiği" (İletişim Yayınları, 2004) adlı kitabın yazarıdır.

Ayrıca, Tarihsel Sosyoloji: Stratejiler, Sorunsallar, Paradigmalar, (Tarih Vakfı ve Dipnot Yayınevi, 2007. Ayşen Uysal ile birlikte) ve II. Meşrutiyeti Yeniden Düşünmek (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2010) kitaplarını derlemiştir.

Halen Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Tarih Bölümünde doçent olan Ferdan Ergut, Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Genel Başkanıdır. Yakın zamana dek Tarih Vakfı Başkan Yardımcılığı görevini de yürütmüştür.

Sesonline.net


>> Sıra dışı bir partide (EDP) sıra dışı liderlik: FERDAN ERGUT - izmirizmir.net


>> EDP ve Yeşiller birleşirken şeytanın avukatı ne diyor?

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0