Sıra dışı bir partide (EDP) sıra dışı liderlik: FERDAN ERGUT

23 Aralık 2011 17:50 / 3584 kez okundu!

 


Eşitlik ve Demokrasi Partisi İzmir İl Örgütü’nün I. Olağan Genel Kurulu Tepekule Sergi Merkezi’nde gerçekleşti. EDP Genel Başkanı Ferdan Ergut da İzmir İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada, EDP’nin kuruluşundan bu yana yaşananlara dikkat çekti. Kurucu Genel Başkan Ziya Halis’in ardından, bir akademisyen olarak hayatında hiçbir örgütsel deneyimi olmadan, üstelik kendisinin tüm itirazlarına rağmen genel başkanlığa seçilen Ferdan Ergut’la kongre sonrasında söyleşme fırsatı yakaladık.

-------------------------------------------------------------------------------------------------

Sıra dışı bir partide (EDP) sıra dışı liderlik: FERDAN ERGUT

Eşitlik ve Demokrasi Partisi İzmir İl Örgütü’nün I. Olağan Genel Kurulu Tepekule Sergi Merkezi’nde gerçekleşti. EDP Genel Başkanı Ferdan Ergut da İzmir İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada, EDP’nin kuruluşundan bu yana yaşananlara dikkat çekti ve “EDP bugüne kadar üç önemli dönemden geçmiştir. CHP’deki genel başkanlık değişimi, referandum ve 2011 seçimleri. Bu üç olayı da, sürekli savunduğu çoğulculuk anlayışı sonucu başarıyla sonuçlandıran partimize bu dönemde önemli katılımlar olmuştur. Son katılanların 35’i akademisyendir” dedi. EDP Genel Başkanı Ergut, EDP’nin diğer sol partilerden farklı olarak ideolojik birlik değil, politik birlik partisi olduğuna da dikkat çekerek “Farklı ideojilerden gelenlerle politik birlik oluşturduk ve bunu sürdürdük. Parti olarak net fikirlerimiz var” dedi. Halkların Demokratik Kongresi’nin özerkliğinin korunmasının gerektiğini de vurgulayan Ergut “Doğrunun tek olduğunu düşünenler müzakereyi sürdüremez. Müzakere edilerek sonuca gidilmeli” ifadesini kullandı.

Kurucu Genel Başkan Ziya Halis’in ardından, bir akademisyen olarak hayatında hiçbir örgütsel deneyimi olmadan, üstelik kendisinin tüm itirazlarına rağmen genel başkanlığa seçilen Ferdan Ergut’la kongre sonrasında söyleşme fırsatı yakaladık.

Söyleşiye katkıları için Pervin ve Hürriyet Mısırlıoğlu'na; sorulara katkısı için İlhami Mısırlıoğlu'na teşekkürlerimizle....

İzmirizmir.Net


***

İzmirizmir.Net: Ferdan Ergut'u kendi ağzından tanıyabilir miyiz?

Ferdan Ergut: 1967 yılında İstanbul’da doğdum. Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisat bölümündeki öğrencilik yıllarıma kadar Ataköy’de yaşadım. Mezuniyet’ten sonra tekrar İstanbul’a döndüm. 1991 yılında ABD-New York’daki New School For Social Research üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Tarihsel Çalışmalar bölümlerinde yüksek lisans ve doktora yaptım. Okulun en iyi dönemiydi. Eric Hobsbawm, Charles Tilly, Seyla Benhabib gibi çok değerli bilim insanlarından dersler alma şansına kavuştum.

1997 yılında Türkiye’ye döndüm. Lakin “eş durumundan” Ankara’da yaşamak durumunda kaldım. 2000’den bu yana Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesiyim.

Akademisyenlikten politikacılığa ani sıçrayış nasıl oldu? İşin arka planı ne?

Çok ani oldu gerçekten. Hele de Genel Başkanlık! EDP öncesinde benim hiçbir örgütlü siyasal yaşamım olmamıştı. ÖDP kurulduğu yıllarda Amerika’daydım. Elbette, çevremdeki birçok kişi gibi ben de ÖDP’liydim. Eski sol jargonla “sempatizan” diyebilirsiniz! Yüzde 3 mü yoksa 5 mi alacağımızı tahmin etmeye çalıştığımız ilk seçimdeki hayal kırıklığını unutamam.

Beni ÖDP’li yapan temel unsur partinin çoğulcu yapısıydı. Daha doğrusu 'biz dışarıdakilere öyle görünen çoğulcu yapısı' demeliyim. Sonrasında partinin bu damarını temsil ettiğini düşündüğüm insanların parti içinde yaşadığı zorluklar dışarıya yansımaya başladı. Ve nihayetinde Ufuk Uras’la birlikte politika yapma iradesi gösteren o insanlar partiden ayrıldı. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yeni bir parti için temas toplantıları yapılmaya başlandı. İşte o toplantıların Ankara ayağında yapılanlardan birine ben de katıldım. Kolay kolay dilimi de tutabilen bir insan olmadığım için daha ilk katıldığım toplantıda söz aldım. Ne kimseyi tanıyordum, ne de kimse beni… Bir müddet sonra her ilde olduğu gibi Ankara’da da yürütme seçildi. O yürütmeye arkadaşlar beni de seçtiler. İlk siyasal örgütüm budur!

EDP’nin kuruluş sürecinde ÖDP’den ayrılan Özgürlükçü Sol Hareket, SHP ve Alevi Bektaşi Federasyonu içindeki bir grup arkadaşımız vardı. Aslında bunların dışında bir de dördüncü grup vardı ki ben o gruptaydım. “Yeni Sol” olarak adlandırılan ve bağımsız bireylerden oluşan bir yapı…

Hayatında hiçbir örgütsel deneyimi olmayan genel başkan

EDP’nin Mart 2010 tarihindeki kuruluşundan itibaren Türkiye’de siyaset hiç beklenmedik ölçüde sertleşti. Bu süreçte parti önemli eşiklerden geçti. Nihayet 12 Haziran seçimlerine nasıl girileceği konusu gündeme geldiğinde parti örgütlerimizin büyük çoğunluğu Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku içinde seçime girme iradesini gösterdi. Bu karar üzerine hepimizin çok sevdiği, çok değer verdiği Kurucu Genel Başkanımız Ziya Halis, görevinden ayrıldı. EDP’nin yaşadığı en büyük kriz anlarından biriydi. O süreçte Parti Meclisi’nden de istifalar olmuştu. Parti Meclisi, mutabakatla beni Genel Başkanlığa layık gördü. Aslına o gün başıma geleceği sezmiştim! Nihayetinde bütün itirazlarıma rağmen Genel Başkanlığa seçildim. İşte EDP böyle bir parti… Hayatında hiçbir örgütsel deneyimi olmayan birisini genel başkanlığa seçiyor. İyi midir değil midir bilmem ama sıra dışı olduğu kesindir.

EDP için uğraş veren herkes kirli politikaya karşı

Politika kirli midir? Ya da şöyle diyelim, kirli politikayla aranızda nasıl bir farklılık oluşturabiliyorsunuz?

Politika sizin gibi olmayanlarla yapılan bir faaliyet biçimi. Yer yer hepimizde “biz bir aileyiz” hissi doğuyor. Ama aile değiliz (ki aileyi kutsadığım da sanılmasın bu arada!). Birbirimize benzemiyoruz, farklı kökenlerden, zihniyet yapılarından geliyoruz. Bu nedenle çok farklı tarzlarımız oluyor. Farklı tarzlarla bir arada yaşamayı öğrenmeden siyaset yapmanın imkanı yok. Akademik ortamla olan ilgisi ise çok sınırlı. Zaten yaşadığım ve çevreme de yaşattığım zorlukların büyük kısmı bu iki ortam arasındaki benzemezliklerden kaynaklanıyor.

Kirliliğe gelince ben Genel Başkan olduğumdan bu yana kirlilik olarak değerlendirebileceğim hiçbir şeyle karşılaşmadım. Çok romantize etmek istemem ama EDP için uğraş veren herkes bu fikre inandığı için uğraş veriyor. Zaten farklı fikir düzeyinde olduğumuzu anladığımız arkadaşlarımızla yollarımız ayrıldı. Şimdi, politik hedeflerini çok daha net olarak oluşturmuş ve parti içi çoğulculuğunu, o hedefler doğrultusunda değerlendiren bir partiye sahibiz.

Tarihle aranıza bir mesafe koyamazsanız bir mesafe de alamazsınız

CHP'deki kimi gelişmeler sizi de etkiledi... CHP'deki değişimi ya da değişememeyi konjonktürel olarak mı görüyorsunuz?


Tarihin hepimizin üzerinde belirleyici bir ağırlığı vardır. Tarih, en büyük ağırlığını ise kurumlar üzerinden icra eder. CHP’yi bir kurum olarak düşünün. Üzerinde tarihin bütün yükünü taşıyor. O tarihin olumlu yönleri kadar olumsuz yönleri de var. İşte o tarihle aranıza bir mesafe koyamazsanız bir mesafe de alamazsınız. Hele de Türkiye gibi, yaşadığı bütün sancıların tarihsel sorunlardan kaynaklandığı bir ülkede hiç mesafe alamazsınız. Bizim sorunlarımızın çok önemli bir bölümü imparatorluktan cumhuriyete geçişte yaşadığımız kadim kimlik sorularımız. O tarihin bütün ağırlığını taşıyarak bu sorunlara çözüm öneremezsiniz.

Kılıçdaroğlu bir mühendislik projesi

Kılıçdaroğlu’na gelince… Öncelikle ne kendisinin ne de yakın çevresinin sözünü ettiğim bu mesafeyi oluşturabilecek bir entelektüel hazırlığı olmadığı görünüyor. Aslında bundan sonra bir şey söylemek gereksizleşiyor. Ama yine de bir iki şey söyleyebilirim. Kılıçdaroğlu’nun; Baykal CHP’sinin üst düzey yöneticisi olduğu yıllar boyunca hiçbir biçimde Baykal’ın CHP’yi taşıdığı yere itirazının olmaması, partinin hakim yönelimine muhalif olduğuna dair hiçbir emarenin olmaması, herhangi bir muhalif metnin bile kaleme alınmamış olmasına bakarak, daha ilk günden itibaren bunun konjonktürel bir değişim olduğu belliydi. AKP ile muhalefet edemeyecek kadar seçkincileşen CHP’nin biraz daha halka yakın bir görüntü verebilmesi için yapılan bir mühendislik projesinden başka bir şey değildir CHP’de olan biten…

Özgürlükçü Sol’u kurmaya çalışan tek parti EDP

Geçmişte de değişik görüşler birleştiler, ortak partiler kurdular ama hiçbiri yürümedi. EDP'nin sanki bunlardan bir farkı var. Bu kez başarılacak gibi mi?

Bence EDP’nin çok önemli bir farkı var. Kendisine en çok benzeyen oluşum ÖDP idi. (Artık “Tarihsel ÖDP” sözünü dolaşıma sokma zamanı galiba). Dolayısıyla Tarihsel ÖDP ile olan farkını vurgulamak çok önemli olacak. O ÖDP, bir örgütler federasyonuydu. İçinde olmadığım için çok net konuşmayayım. Ama Türkiye solunun çok önemli örgütleri kontenjanlarla parti yönetimini belirliyordu. Her örgüt, kendi bağımsız toplantısını yapabiliyordu. İyi niyetle başlamış bir projeydi. Umuldu ki, süreç içinde bu örgütler çözülecek ve ortak bir ÖDP kimliği doğacaktı. Ama böyle olmadı.
Neden olmadığını anlamak için tekrar tarihin gücüne başvurmak gerekiyor. Tarih, tıpkı CHP’de olduğu gibi ÖDP’de de hükmünü icra etti. ÖDP bence devlete ya da sermayeye değil, tarihe yenildi. ÖDP’yi kuran örgütlerinin hepsinin (Dev Yol, Kurtuluş, TİP, TKP, TSİP v.s) çok yüklü bir tarihi vardı. Bu insanlar işkencelerden geçmiş, yanı başında arkadaşları vurulmuş, devletin faşist baskısını üzerlerinde yaşamış insanlardı. Ve bence ÖDP ile birlikte çok samimi olarak yeni bir yola çıkıp, o süreç içinde erimeye de çalıştılar. Ama tarih buna izin vermedi. Normal olarak çok rahat çözülebilecek her parti içi sorunda herkes kendi “asli” kimliğine geri dönüyordu. Bu geri dönüşler çoğaldıkça da o kimlikler çözülmek yerine daha da konsolide oluyordu. Sonuçta, bu farklı kimliklerin süreç içinde ÖDP’li olması beklenirken Dev Yolcu, daha “iyi” bir Dev Yolcu oldu, Kurtuluşcu daha “iyi” bir Kurtuluşcu oldu.

Mesele tarihle nasıl bir ilişki kuracağımız meselesidir

Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ni kuran kimlikler ise bu kadar yüklü tarihe sahip değiller. Elbette bu tarihten gelen ve tam da benim başta söylediğim, tarihleriyle o saygılı mesafeyi oluşturabilmiş insanlar var. Ama aynı zamanda benim gibi hiçbir örgüt tarihi olmayanlar ile, bu kadar yoğun yaşanmış bir tarihe sahip olmayan çeşitli siyasal akımlardan insanlar da var.

Aslında bu mesele tarihle nasıl bir ilişki kuracağımız meselesidir. Tarih bilinci konusunda en anlamlı sözü –birçok alanda olduğu gibi!- Marx söylemişti. “Tarih”, demişti “omzumuza yüklenen yüklerden kurtulmanın bilincidir”. Oysa bizler -milliyetçimizden, sosyalistimize- tarihe böyle bakamıyoruz. Kendi tarihimizi hala bir güzelleme anlatısı olarak kuruyoruz. Oysa ne kadar fazla tarihiniz varsa, o kadar fazla da sorununuz var demektir. Tarihi reddetmekten bahsetmiyorum. Reddetmek hem imkansız hem de gereksizdir. Esas olarak, o sorunlarla baş edebilmenin bilincidir, tarih bilinci… Dolayısıyla pozitif değil, negatif bir bilinçtir.

EDP’nin en büyük şansı, yüklü bir tarihe sahip olmamasıdır

Tarihin bu kadar suiistimal edildiği bir kültürde ters gelecek ama söyleyeceğim: EDP’nin en büyük şansı, yüklü bir tarihe sahip olmamasıdır. Tam da bu nedenle bizler EDP kimliğini çok daha rahat içselleştirebildik. Daha akıllı olduğumuzdan değil, tarihimizin “azlığından”. Eğer Marksist bir analiz yapacaksak şöyle de söyleyebilirim: EDP’nin maddesi, ortak bir kimlik inşasına daha uygun bir maddeydi.

Türkiye’de demokratikleşme “öteki”nin mağduriyetlerinden de bahsetmesiyle mümkün

EDP kurulur kurulmaz bir kaç dönemeçten geçti; Kılıçdaroğlu'nun gelişi, Referandum, seçimler ve BDP çevresinde kümeleşme... EDP'nin genel stratejik duruşu neydi? Buralardaki taktikler neye hizmet etti? Ya da şöyle sorabiliriz: "Türkiye'nin yeni tarz bir muhalefete ihtiyacı var" deniyor. Böyle mi gerçekten? EDP'nin buradaki konumu ne olacak?

EDP, AKP’nin daha önce Türkiye tarihinde başka hiçbir siyasal öznenin başaramadığı kadar hegemonya tesis edebildiği bir ortamda kuruldu. En başından beri kendisini bir karşı-hegemonya kurmaya odakladı. Bunun ne kadar uzun dönemli bir çaba gerektirdiğini, sivil toplumdan öğrenen onu sömürgeleştirmeye çalışmadan yan yana mücadele edebilen, bu tarihin ürettiği çeşitli mağdur dinamiklerin farklı tecrübelerinden ve bilgilerinden öğrenebilen, o tecrübelerin birbirleriyle temas edecekleri zeminleri yaratmaya çalışan bir siyasal hatta mücadelesini sürdürüyor. Artık insanlar, grupların sadece kendi mağduriyetlerinden değil, “öteki”nin mağduriyetlerinden de bahsetmesi gerektiğine ve ancak bu koşulun sağlanmasıyla Türkiye’de demokratikleşmenin mümkün olabileceğine inanıyorlar.

Sınıf-eksenli mağduriyetlerle kimlik-eksenli mağduriyetler arasında bir hiyerarşi kurmuyoruz

EDP’nin siyasal hattını değerlendirmek isteyenlere önerim şudur: Lütfen, resmin geneline baksınlar! Tekil olaylarda aldığımız ve bundan sonra da alacağımız tavırları anlayacak kadar bizi yakından izlemiyorlarsa öncesine ve sonrasına baksınlar. Bizim hattımızı belirleyen tek unsur “kategorik AKP karşıtlığı” dediğim tavır değildir. EDP’nin siyasal hattının kurucu ilkesi sınıf-eksenli mağduriyetlerle kimlik-eksenli mağduriyetler arasında bir hiyerarşi kurmamasıdır. Bunlardan birisi diğerini belirler, dememesidir.

Kimlik eksenli mağduriyetler deyince de yine karşımıza tarih çıkıyor. EDP, Osmanlı-Türkiye tarihini ciddiye alan bir yerden kuruldu. EDP’nin anti-kapitalizmi, kitabi bir anti-kapitalizm değil. Bizler kapitalizmin bu coğrafyada nasıl bir yapıya eklemlendiğine bakıyoruz. İşte bu yapı, tarihtir. Bu tarihte İttihatçılık vardır, milliyetçilik vardır, etnik katliamlar vardır, askeri ve bürokratik vesayet vardır, çok dilli, çok inançlı, çok kimlikli bir yapının tekçi bir ulus-devlete dönüştürülmesi vardır. Bu tarihle mücadele etmeden kapitalizmle mücadele edilmez. Ve bu sorunlar AKP ile başlamadı, AKP ile bitmeyecek. Bu sorunların hepsi, sistemin sorunlarıdır. EDP, sisteme muhalefet eden bir harekettir.

Siyaset her fırsatta aynı şeyi tekrarlama ve aynı sloganı vaaz etmek değildir

Üstelik sadece muhalefet de etmiyor. AKP’ye alternatif bir siyasetin nasıl olacağını da gösteriyor. Sadece negatif değil, pozitif bir söylem üretmeye çalışıyor.

Bizler bu sorunları çözme yönünde manivela olabilecek ya da çözümün önündeki engelleri kaldıracak ya da zayıflatacak her türlü dinamiği kullanan ve kullanacak olan bir partiyiz. Referandumdaki tavrımız da bu yöndeydi.

EDP’nin muhalefetini nasıl kurguladığında dair güncel bir örnek vereyim: İzmir İl Örgütümüz geçenlerde bir basın açıklaması yaptı ve 12 Eylül’cülerin yargılamasının takipçisi olduğumuzu ve Referandum sonrasında darbecileri soruşturan Savcı’nın elindeki dosya yükünün azaltılması gerektiğini söyledi. Tipik sol tavır, bunu gereksiz ve hatta AKP’den medet uman bir tavır olarak değerlendirebilir. Biz ise öyle görmüyoruz. Siyaset her fırsatta aynı şeyi tekrarlama ve aynı sloganı vaaz etmek değildir. Yol almaya dönük, sorunların çözümünün önündeki engellerin kaldırılması yönünde bir çaba göstermektir.

Kategorik AKP karşıtlığı, bugün solu paralize eden en önemli marazdır. “AKP’ye yarayacak” diye darbecilerin yargılanması için bir kitlesel baskı oluşturamıyoruz. Eymür’den Ağar’a uzanma ihtimali olan –sadece bir ihtimal- yargısal bir süreç var. Ve muhtemelen kitlesel bir baskı veya uyanıklık sağlayamazsak en kısa sürede üstünün örtülmesi ihtimali olan bir süreç bu. Ve ne yazık ki yine “AKP’ye yarar” saplantısı nedeniyle bu konuda bile adım atmaktan çekinen bir muhalefet var. Siyaset böyle olmaz…

Hedefimiz ideolojik birlik değil, politik birlik

Son referandumda 3 yaklaşımdan kişiyi de içinizde barındırdınız. Biz de izmirizmir.net olarak bu 3 eğilimi içimizde taşıyarak dostça bir tartışma ortamını hep sağlamayı başardık. Medya olarak bu bizim için nispeten kolaydı. Ancak siz bunu parti olarak nasıl başardınız?

Eşitlik ve Demokrasi Partisi, Türkiye’de denenmemişi denemek üzere kuruldu. Öncelikle, EDP “ideolojik birlik” üzerinden kurulmadı. Bugüne kadar soldaki bütün projelerin başarısız kalmasının temel nedenlerinden biri bu ideolojik birlik arayışıdır. “İdeolojik birlik” arayışları hep daha saf, daha net bir “ideolojik birlik” talep etti. Ve Türkiye sol tarihinin fazlasıyla örneklediği gibi birleşme hedefiyle başlayan süreçler, bölünmeyle sonuçlandı.

Bizler bu tarihten ders çıkartarak kurduk EDP’yi. İdeolojik birliği değil, politik birliği önümüze hedef olarak koyduk. Türkiye’nin tarihsel sorunlarına işaret eden, o sorunların çözümüne dönük politik bir birliğin adıdır EDP. İçinde sosyal demokrat ideolojide olan da vardır; Marksist ideolojide olan da... EDP içindeki ne feministler ne de ekolojistler kendi ideolojilerini Marksizm'e veya sosyal demokrat ideolojiye uyumlu hale getirmek durumundadır. Bizleri bir araya getiren bağ, önümüze koyduğumuz politik hedeflerdi. Elbette hepimizin ideolojisi var, aksi zaten mümkün değil. Fakat bizler farklı ideolojilerimizin süzgecinden geçirerek ortak politik hedeflerde buluşmuştuk.

EDP, sahici ve çoğulcu bir parti

Bir kez o politik hedeflerde anlaştıktan sonra gerisi kolay. Elbette her önemli kritik anda aramızda tartışma yaşayacağız ve farklı yerlerde konumlanacağız. Ama yine genel resme bakıldığında şu görülecektir: Her kritik anda gerçekleşen gruplaşmalar birbirinin tekrarı gruplaşmalar olmayacaktır. A meselesinde aynı tavrı alanlar, B meselesinde farklı tavır alacaklar ve bir önceki meselede farklılaştıkları bazı arkadaşlarıyla ortaklaşacaklardır.

EDP, sahici ve çoğulcu bir parti olduğu için Referandumda mümkün olan bütün tercihlerin EDP içinde sahipleri vardı. O dönemde kendi aramızda yaptığımız tartışma ideolojik bir tartışma değildi. Biz politik bir tartışma yaptık. O dönemde Hayır ve Boykot diyen birçok arkadaşımızın hala bu partide özveriyle çalışmalarının ardında yatan neden budur. Ne o arkadaşlarımız evet verenleri liberal olarak gördüler, ne de evet verenler onları ulusalcı ya da ergenekoncu. Şu nedenle: Hepimizi birleştiren bir politik hedefimiz vardı. Hepimiz ulusalcılığa karşıydık, hepimiz bu ülkede askeri ve bürokratik vesayet rejiminin yıkılması gerektiğini düşünüyorduk. Kendi içimizde yaşadığımız tartışma esas olarak o politik hedeflere ulaşmak için referandumda nasıl bir tavır sergilememiz gerektiği yolundaydı. Farklılaştık. Bundan sonra da birçok konuda farklılaşacağız elbette. Ama hiçbirimiz bir diğerini ideolojik olarak suçlamadık. Politik hedefleri ortaklaşmış bir grup için bu ve bundan sonra karşımıza çıkacak olan karar anları, esas olarak stratejik karar anları olacaktır. Stratejik meselelerde yaşanacak anlaşmazlıklar ise kategorik ayrışmalar doğurmaz.

EDP Alevi partisi miydi? Şimdi durum ne? Geçmişteki Alevi partilerine de değinebilir miyiz?

EDP kurulduğu gün de Alevi partisi değildi. Bu konuda parti kurucusu olmuş olan Alevi arkadaşlarımızın haklarını vermek gerekiyor. En başından Alevi Partisi olmadığımızı en fazla vurgulayan bizzat o arkadaşlarımız oldular. Şimdiki durum ise şu: O arkadaşlarımızın büyük bölümü, yukarda konjonktürel olduğunu söylediğim CHP’deki dönüşümden fazlasıyla etkilendiler ve partiden ayrıldılar. Büyük bölümü CHP’de siyaset yapıyorlar ya da yapmaya çalışıyorlar.

Ben, bunu gayet normal karşılıyorum. Bu devleti kuran partinin başına bir Alevi gelmişti ve her ne kadar Sayın Kılıçdaroğlu Alevi kimliğini daima ikincilleştirmeye çalışsa da- bu başlı başına önemliydi.

Fakat bu yönelim normal olduğu kadar geçicidir de… Yakın bir zamanda Alevi arkadaşlarımız da bunu görecekler. Dersim tartışmasıyla birlikte görmeye başladıklarını düşünüyorum. Ama şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim: Kılıçdaroğlu öncesindeki Alevi toplumunun politizasyonunu düşünün. Aleviler Ankara, İstanbul ve İzmir’de yüz binleri meydanlara toplamış ve kendi talepleri etrafında bütün Türkiye’yi tartışmaya zorlamışlardı. Bütün Türkiye o talepleri konuşuyorduk. Ne zamana kadar? Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçişine kadar... CHP tarihsel misyonunu bir kez daha oynadı ve toplumsal muhalefeti -bu kez Alevilerin muhalefetini- kendi içinde eritti.

Yola çıktıktan sonra bir de genel başkan kaybettiniz? Ziya Halis neden ayrıldı? Artık dönmez mi?

Ziya Halis, EDP fikriyatını en iyi özümsemiş insanlardan biriydi. 12 Haziran seçimleri çevresindeki tartışmalar sonucunda onun Genel Başkanlıktan istifası, istisnasız bütün EDP’lileri derinden üzdü. Fakat hatırlatmalıyım ki Ziya Bey hala partimizin üyesidir. Her kritik anda kendisinin görüşlerine ve önerilerine başvuruyorum.

Siyaset Akademisi İzmir’de çok başarılı gidiyor

Parti Okulu açtınız. Klasik parti okullarından farkı nedir buranın?

Üç büyük ilde –İstanbul, Ankara ve İzmir’de- Türkiye’nin en kalburüstü, birbirinden değerli 80’i aşkın akademisyen bugün EDP’nin Siyaset Akademisi olan “Bilgiye Erişim ve Birlikte Değerlendirme Atölyelerinde” (BEBDA) ders veriyorlar. Her hafta sonu kuantum fiziğinden, Kürt Sorununa, Yeşil Kimya’dan cinsiyet çalışmalarına kadar bir dizi alanda bu akademisyenler bilgilerini bizlerle paylaşıyorlar. Elbette hepsi parti üyesi değil. (Öte yandan, 30’dan fazlası bu süreçte parti üyesi oldu. Bu güvenin bize yüklediği sorumluluğuna farkındayız).

YÖK sonrası Türkiye’de akademisyenden bol bir meslek grubu yok. Ama gönül rahatlığıyla söylüyorum ki bu insanlar uluslararası düzeyde bilgi üreten, kendi alanlarının akademik yeterliliklerini kanıtlamış insanlar. 85 akademisyenin hepsinin adlarını saymak imkansız. İçlerinden bir seçki yapmak da büyük haksızlık olacak. Ama yine de kamuoyunun tanıdığı isimlerden bir bölümünü zikredeyim: Ali Nesin, Çağlar Keyder, Mesut Yeğen, Bülent Bilmez, Nükhet Sirman, Mehmet Alkan, Alev Özkazanç, Yasin Ceylan, Uygur Kocabaşoğlu, Ali Osman Karababa… (İlgili okur, ayrıntılı bilgiyi blog sayfamızdan alabilir: edpbebda.blogspot.com)

BEBDA, dışarıdan bilinç taşıma okulları değil. Bilgiye değer veren, ama o bilgiyi fetişleştirmeyen, katılımcıların o bilgiler ışığında kendi bilinçlerini oluşturmalarına imkan veren bir yapı. Hakikati, mümkün olan en geniş açıdan kuşatmaya çalışıyoruz. Hakikatin -görünen ya da görünmeyen- farklı veçhelerini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Adı üstünde: Bilgiye Erişiyor ve Birlikte Değerlendiriyoruz!

PKK, Kürt Sorununun nedeni değil, sonucudur

Taraf gazetesinde ve diğer bir kısım akademisyenler arasında güncel bir tartışma var. "PKK'ya, BDP'ye karşı tavır ne olmalı?" sorusundan yola çıkan bir ayrılık yaşanıyor. Burada nerede duruyorsunuz?

Kürt Sorunu Türkiye’nin en önemli sorunudur. An itibariyle daha da öyledir: Zira, AKP hükümeti artık orduya ve yargıya da hakim bir durumda ve bütün gücüyle Kürt Siyasal Hareketini ezmek ve onu yalnızlaştırmak için uğraşıyor. PKK, Kürt Sorununun nedeni değil, sonucudur. Elbette geldiğimiz noktada Kürt Sorununu, PKK’den ayrı düşünmenin imkanı yoktur.

Sorunun özünde, Türkiye’de farklılıklara izin vermeyen tekçi siyasal ve kültürel yapımız geliyor. Artık hepimizin, bu yapıyı değiştirmeden bu sorunu çözemeyeceğimizi görmemiz gerekiyor. Kürt Sorununu barışçı ve demokratik bir şekilde çözebilmenin yolu, gerekli siyasal, idari ve kültürel reformların bir an önce uygulamaya sokulmasıdır. Oysa AKP hükümetinin milliyetçi ve otoriter zihniyeti bu adımların atılmasındaki temel engeldir. Dolayısıyla elbette yükleneceğimiz ve zorlayacağımız temel özne AKP’dir.

Ben, legal alanda mücadele veren ve bu anlamıyla da siyasal partiler sisteminin parçası olan bir partinin Genel Başkanıyım. Ahlaki olarak da, rasyonel olarak da öncelikli görevim elbette parçası olduğum sistemi etkilemeye çalışmaktır. Bunu yaparken, Kürt Sorununun çözümünü erteleyecek, zorlaştıracak kör bir şiddet uygulandığı durumlarda ise elbette o şiddetin kimden geldiğine bakmaksızın tepkimizi koyarız. EDP’nin bu konudaki parti açıklamaları ortada zaten…

Yeşiller Partisi ile gerçekleşecek bir birliktelikle ekolojiyi merkezimize alan bir yapımız olacak

Yeşiller Partisi ile birleşme görüşmeleri sanki sıra dışı bir gelişmenin işareti gibi. Umutlanabilir miyiz? Yeni ütopya acaba ekoloji üzerinden mi gelecek?

Yeşiller Partisiyle müzakere sürecine girdik. Zaten her iki partinin de kadroları birbirlerini eskiden beri tanıyorlardı. Özgürlükçü, demokrat bir siyaseti savunan ve temel meselelerde benzer tavırlar almış iki partinin ortaklaşması kadar doğal bir şey olamaz. EDP içinde de ekolojik sorunları merkezine almış değerli arkadaşlarımız var. İzmir İl Başkanımız Arif Ali Cangı ya da MYK üyemiz Prof. Tanay Sıdkı Uyar’ın adlarını anmam gerekiyor. Böyle olmakla birlikte, EDP olarak bu sorunu merkezimize aldığımızı ne yazık ki söyleyemiyorum. Bu yönüyle de Yeşiller Partisi ile gerçekleşecek bir birliktelik çok önemli bir sorundaki yetersizliğimizi giderecek.

Ortaya çıkacak olan yapının bütün bir Türkiye için, daha doğrusu yeni, ekolojik ve kitlesel bir sol parti arayışındaki çok sayıda insan için önemli bir adres olacağını düşünüyorum. Onlardan, bu süreci yakından izlemelerini ve akıllarına yatması durumunda kurucu bir inisiyatif almalarını dilerim.

Demokratikleşme mücadelesinin artık topyekûn verilmesi gerekiyor

Tüm bu karmaşık sürecin içine şimdi de Halkların Demokratik Kongresi dahil oldu. Oranın bir parçası olmaya hazır mısınız? EDP'nin iç yapılanması ve kendi içinde yaşadığı tartışmalar, sanki bu yeni süreçte size destek olacak gibi duruyor. Dersini kendi içinde iyi çalışmış "müzakereci", toptancı olmayan, pragmatik, esnek yeni bir mağdurlar hareketi oluşturma çabasında pişen EDP'liler şimdi daha üst bir görev mi alıyorlar acaba?

Müzakereci/tartışmacı bir siyasal pratik EDP için olmazsa olmazdır. Kuruluş dönemlerimizde söylediğimizden bu yana vicdan ve adalet kavramlarına vurgu yapıyoruz. EDP, kurulduğu günden bu yana hakikatin, müzakere ve tartışmanın sonucunda ortaya çıkacağını söylüyor. Hakikati bilen ve yapılması gerekenleri vaaz eden bir siyaset yerine farklı tecrübelerin ve bilgilerin birbirleriyle temasına önem veren siyasetin kurgulanması gerektiğini iddia ediyor.

Bu ülkenin mağdur dinamiklerinin bir araya gelecekleri, birbirlerinin tecrübelerini idrak edecekleri bir zemini kurmalıyız. Türkiye’de bütün bu mağduriyetler iç içe geçti. Neyin nerede başlayıp nerede bittiğinin sınırları belirsizleşti. Artık bu sorunları birbirlerinden yalıtarak çözemeyiz. Demokratikleşme mücadelesinin artık topyekûn verilmesi gerekiyor.

İşte o güzel adıyla Halkların Demokratik Kongresinin önemi tam da burada yatıyor. Halkların Demokratik Kongresi, bunu yapabildiği oranda başarılı olacaktır. Kongreyi, bir vicdan hareketi olarak kurgulamalıyız. Tıpkı EDP gibi, Kongre de daha önce denenmemişi deniyor. Partiler, örgütlü çevreler, sivil toplumda faaliyet gösteren çeşitli oluşumlar, kadınlar, bu ülkenin kültürel zenginliğini yansıtan bütün etnik gruplar bir araya geldik ve HDK’yı kurduk. Hepimiz kendi örgütsel zeminimizi koruyoruz. Farklılıklarımızı biliyoruz. Ama bu zemin başka bir zemin… Farklılıklarımızın değil, ortaklıklarımızın üzerinden inşa etmekte olduğumuz bir zemin. Kongre içinde yer alan hiçbir siyasal yapının, bu zemini kendi örgütsel çıkarı için kullanmayacağına, bu zemini örgütsel bir büyüme için manivela olarak kullanmayacağına eminim. Hep birlikte, Kongre zemininin özerkliğine halel getirmeksizin bu ülkenin temel sorunlarına karşı toplumda duyarlılık yaratmayı başaracağımıza inanıyorum.


İzmirizmir.Net

Son Güncelleme Tarihi: 27 Aralık 2011 15:02

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.