Vahşi kapitalizm, kader ve Erdoğan

17 Mayıs 2014 15:18 / 1961 kez okundu!

 

 

Günümüz dünyasında, kapitalist kalkınma modelini takip eden doğu toplumlarında; bir türlü batının çağdaş normlarına ulaşılamıyor. Bunun sebebi de klasik "Şark Kurnazlığı" ile batının çağdaş uygarlık normlarının uyuşmamasıdır.

Türkiye’nin türedi zenginleri, kolay kolay “burjuva” olamazlar. Çünkü, burjuvalık  bir kültürel olgudur. Cebinde para olan herkes burjuva olamaz. Burjuvalık, kentliliği yani şehirleşmeyi gerektirir. Her türedi zenginimiz, bugün kültürel bağlamda, pek de kentli sayılmazlar.

Avrupa’da işçilik yapan arkadaşlar anlatıyorlar: Eğer, çalışma saati dışında on dakika bile çalışsak karşılığını alıyoruz. Her türlü insani hakları ve iş güvenliğini, çekinmeden çalışanlarına sunuyorlar...

Avrupa’da çalışan arkadaşların anlattıkları tamamen doğrudur. Avrupa’nın en büyük kömür üreticisi olan Almanya’da, kırk yıldır hiç maden kazası olmamış ve bir tek işçi bile ölmemiştir!

Neden?

Çünkü, Avrupalı işveren asırlarca önce bu süreçlerden geçip; kar hırsını bir tarafa atıp, insani değerlere daha çok önem vermeye başlamıştır.  Kendine özgü kültürel bir üst yapı geliştirmiştir. Peki Türkiye’de durum böyle midir?

Maalesef Türkiye’de kimse, bileğinin gücüyle zengin olamıyor. Türkiye’de zengin olmanın iki kaynağı vardır. Bunlardan birincisi, başta Ermeniler ve Rumlar olmak üzere; Anadolu’nun yerli Gayri Müslim halklarının tehcir ve soykırımlarıyla elde edilen zenginliklerine konmaktır. Bu tür ganimetçi zenginlere,   EMVAL-İ METRUKE (Terk edilmiş mallar) zenginleri demek çok çok yerinde kullanılmış bir terim olur.

İttihad ve Terakki yönetiminden, tek partili Kemalsit CHP yönetimine kadar; Gayri Müslümlerin zenginlikleri, hep  göze batmıştır. Hatta DP (Demokrat Parti) yönetiminde meydana gelen, 6 – 7 Eylül 1955 olayları rezaleti bunun açık kanıtıdır!

Bazı liberal yazarlar, Demokrat Parti yönetimini Atina’nın altın çağı olarak görürler. Oysa ki, durum öyle değildir. Demokrat Parti’yi de kuranlar yine CHP içindeki eski İttihadçılardır, Celal Bayar ve arkadaşları gibi!

Bunların çoğu da Ermeni ve Rum mallarına konmuşlardır. Komitecilikten başka ellerinden iş gelmeyenlere, bu servetleri nerden gelmiştir?  Çoğunun da binlerce dönüm arazilere sahip, çiftlikleri vardır. Büyük şehirlerin güzide semtlerinde köşkleri vardır.

Daha önceki yazılarımda da açıkladığım gibi Türkiye’nin yönetim kalbi sayılan ÇANKAYA KÖŞKÜ, Ankara’nın en zengin Ermenilerinden olan; Kasapyan ailesinin bağ eviymiş!

Çocukken karga kovalayan ve yatılı askeri okullarda okuyanların, yönetim gücünü ele geçirince zengin olmaları da ayrı bir konudur!...

İkinci tür zenginlik de, yine sırtını devlete dayayarak oluşur. İktidara yakın iş adamlarına kamusal  yatırımlarda ve ihalelerde, her türlü öncelik tanınarak daha çok zengin olmaları sağlanır. Bu türedi zenginler de kendilerine bu tür imkanları sağlayanların yakınlarına, komisyon niteliğinde, her türlü imkanları sağlarlar!

Bu yöneticilerin yakınları gemicilik de yaparlar ve banka da kurarlar. Türkiye’nin en güçlü tekstil firmasını bile kurarlar!

Eski başbakanlardan Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz da kendi yakınlarını zengin ettiler. Tansu Çiller’in çocukları holding kurdular. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller,  Yüce Divan’da birbirlerinin pisliklerini temizlediler!

Sayın Erdoğan da, bir inşaat işçisinin çocuğu olduğunu ve tatiller de, okul masraflarını karşılamak için simit sattığını, televizyonlar da açıkladı!

Sayın Erdoğan politikaya atılmadan önce, geçim sıkıntısı çeken bir vatandaşmış. Politikaya atıldıktan sonra devasa bir şekil de zengin oldu!

Politikaya atılıp, devlet gücünü kendi ticari ve özel işlerinde kullanmak sadece sayın Erdoğan’a mahsus bir olay değildir. İttihad ve Terakki yönetiminden günümüze kadar gelen bir vurgun geleneğidir!

Son Soma vahşeti, bu vurguncu sistemin, bir burjuva kültürü yaratamadığını açıkça kanıtlıyor. Siyasilerimizin ve iş adamlarımızın burjuva kültüründen ne kadar mahrum olduklarını açıkça gösteriyor!

Tonu, 1400 Amerikan Doları’na mal olan kömürü; 22.80 Dolar’a mal ettiğiyle öğünen firmanın, aşırı kar hırsıyla nasıl canlara mal olduklarını, emekçilerin alın terleriyle kanlarının nasıl birbirlerine karıştıklarına bile tanık olduk.

Gerçek burjuva kültürü almış bir iş adamı, hiç bir zaman bu rezaletlere meydan vermez. Türkiye’nin iş adamları, bayramlar ve yılbaşları gibi günlerde işçilere hak ettikleri paralarını bin bir bahaneyle ödememeye çalışırlar. İşçi ücretleri için para bulamayan bu türedi iş adamları her ne hikmetse aynı zaman süreci içersinde yakınlarına lüks otomobil alırlar. Lüks otomobillere para bulan iş adamları, işçi ücretlerini ödemeye gelince parasızlıktan yakınırlar!

Bu yapıdaki, devletten ve siyasetten nemalanan türedi iş adamları mı saygın bir kültür olan burjuva kültürünü yaratacaklar?

Bir defa, burjuva kültüründe en ayıp sayılan olaylardan birsi de, yalan atmaktır ve gerçekleri gizlemektir.

Bizim politikacı ve türedi iş adamlarımızda,  yalan tonlarla vardır. Zaten şimdiye kadar da ağızlarından doğrular ve gerçekler çıkmadı. Söyledikleri hep gerçek dışı yalanlardır. 700 bin liralık kol saati alan bakanın tüm konuşmaları birbirini tekzip (yalanlama) ediyor!

Bu zatın kolundaki saat, Soma’da ayda 1.000  liraya çalışan zavallı, 700 tane maden işçisinin maaşı demektir!

Meydana gelen iş kazalarını da, kadere bağlamakla kesip atmaya çalışıyorlar. Burjuva kültüründe neden – sonuç ilişkileri önemlidir. Dinsel gerekçeler dikkate alınmaz!

Dünyanın on altıncı büyük ekonomisinin trajik hallerini görüyoruz. Taşeronculuk, uluslararası standartlara göre, açlık sınırının altında işçi çalıştırmak...

İş kazaları ve işçi ölümleri bakımından dünyanın ikinci; Avrupa’nın da birinci ülkesiyiz. Her ne hikmetse, en çok iş kazaları da bu mütedeyyin hükümet döneminde oluyor. Türkiye’nin kuruluş tarihi olan, 1923’den günümüze kadar meydana gelen iş kazaları ve işçi ölümlerinin toplamı, AKP hükümetleri dönemindeki kadar etmiyor!

Galiba, bu mütedeyyin (dindar) hükümetin Hz. Muhammed’in “İşçiyi çalıştırın, alnının teri kurumadan emeğinin karşılığını veriniz” hadisinden haberleri yoktur. Eğer olsaydı, emeğe saygı gösterirdiler, taşeronluk adı altında emeğin sömürülmesine meydan vermezlerdi. Çalışanları ve emeklileri açlık sınırının altında çalıştırmazlardı!

Çalışanlara ve emeklilere zam istendiğinde, başbakan  hemen: “Memurlara ve emeklilere  biraz fazla zam yaparsak; ekonomisi bozuk komşumuz Yunanistan’a döneriz” diye gerçek dışı bilgiler veriyordu. Oysa ki, Birleşmiş Milletler Geçim Endekslerinde, Yunanistan’ın konumu Türkiye’nin üç kat ilerisindedir. Kişi başına düşen milli gelir, Türkiye’de 10 bin dolardır, Yunanistan’da 29 bin dolardır. Bu da Türkiye’nin üç katıdır!

Evet sayın Başbakan, sizin yönettiğiniz Türkiye’nin mi ekonomisi bozuktur; yoksa, komşumuz Yunanistan’ın mı?

Çalışanlarını ve emeklilerini açlık sınırı altında yaşatan bir hükümetin bakanının 700 bin liralık kol saati kullanmasının adaletle ölçüsü var mıdır; Hz. Muhammed’in “Komşusu açken; kendisi tok yatan bizden değildir” hadisini, Hac’ı ve Umreyi çarşı pazar yolu yapan, bu muhterem  bakanınız bilmiyor mu?

Böyle, şahsi çıkar paradigmalarına dayalı bir devlet yapısıyla; yine böyle türedi iş adamlarıyla nasıl burjuva kültürü oluşturulur. Gerçek burjuva kültürü, iş adamının sırtını devlete dayamadan kendi öz  kaynakları ve gücüyle, kalkınmasıyla oluşur.

Kar hırsıyla, zavallı işçi ve emekçileri madenler de, tersaneler de ve diğer sektörler de, katlederek burjuva kültürü değil; ancak, “KATLİAM” kültürü oluşur!

Zaten Türkiye’nin tarihi de katliamlarla doludur. Katliamlar açısından dünyanın en zengin ülkeleri arasındayız. Adaletsizlik te de, dünyanın en zengin ülkeleri arasında sayılırız. Soma’daki maden faciasında madende çalışan işçi sayısından bile haberi olmayan bir devlet ve bir özel sektörle mi, Türkiye dünyaya açılacak?

Bu nasıl bir firma ki, çalışan elemanlarının sayısını bilmiyor? Gerek devlet gerekse özel sektör hep gerçekleri vatandaştan saklıyorlar!

Vatandaşından gerçekleri saklamakla bir yere varılmaz ve modern dünyada söz sahibi olunmaz. Kaderi Allah yazar ama türedi iş adamlarının aşırı kar hırsları sonucu meydana gelen iş kazalarını da  kader diye Allah’a dayamak da; iş kazalarına sebep olan işçi katillerini, gizlemekten başka bir şey değildir!

Her türlü olumsuzluğu ve haramı da Yüce yaratıcıya dayandırmayalım. Soma vahşeti, bir kader değil; resmen bir katliamdır. Patronun kar hırsı yüzlerce işçinin canına mal oldu!

Soma’daki maden vahşetinde yaşamlarını kaybeden maden emekçilerini sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum. Nur içinde yatsınlar, mekanları Cennet- i Alâ olsun...

 

Erkan ARSLAN

17.05.2014

 

Son Güncelleme Tarihi: 18 Mayıs 2014 22:12

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.