Türkiye'de eğitim ve din rezaleti üzerine...

16 Şubat 2013 20:11 / 1777 kez okundu!

 


Boşuna “İnsanı, yarım doktor candan, yarım hoca da imandan eder” dememişler. Bir toplumdaki eğitim sistemi yazboz tahtası haline gelirse, insanların en doğal hakkı olan ana dille eğitim yasaklanırsa ve tek dil üzerine odaklanırsa; eğitimden beklenen sonuç elbette alınmaz.

Eğitim sisteminin özünü ve amacını insanı değerler değil de, Türk kahramanlığı üzerine etnik hamasete dayalı paradigmalar oluşturuyorsa; bu eğitim sisteminden istenilen kaliteyi ve nitelikli eleman yetiştirmeyi beklemek kuru bir hayalden başka bir şey değildir!

Dünyada sadece bir etnik topluluk ve kültür yaşamıyor. Binlerce etnik topluluklar ve kültürler yaşıyor.

Sosyal Antropolojinin ortaya koyduğu bilimsel kriterlere göre, dünyada hiçbir toplum ve kültür saf değildir. Ekonomik ve sosyal süreç içersinde, sürekli olarak bir birbirleriyle ilişki ve iletişim içinde olduklarından dolayı saf kültür ve saf ırk bulmak mümkün değildir.

Eğitimin asıl amacı, insanlar ve toplumlar arasındaki ilişkileri, uygarca yürütmelerini sağlamaya yönelik olmalıdır. Etnik hamaset, üstünlük psikolojisi, etnosantrik anlayışlarla kasılmak ve böbürlenmenin sonucu ırkçılıktır!

Irkçılık, insanlığın ruhuna ve inancına aykırı bir ayrımcılıktır, insani değerlerin körelmesi ve yok olmasıdır. Eğer ırkçılık insani değerleri yok etmeseydi, hiçbir Alman,Yahudileri küçük ve hor görüp, işkence yapıp katletmezdi. Hiçbir Osmanlı askeri ve milisi 1915 Ermeni Tehciri sırasında; yüzlerce yıllık, binlerce yıllık komşularına zulüm edip, soykırım yaparak katletmezdi!

Zilan Deresi, Dersim 1937 – 1938, Fail-i Meçhul Cinayetler, Uludere –Roboski, Enfal ve Halepçe gibi; Kürt soykırımları da, ırkçı düşüncenin, insanlık dışı uygulamaları ve ürünleridir.

Günümüzde bile ırkçılık zirve yapmaktadır, bunun örneklerini sosyal medyada görmekteyiz. “Pis Yahudi, Ermeni dölü, Eşkıya Kürt vb…” küçültücü kelimeler adeta günlük ve sıradan konuşmalar haline gelmiştir!

Eğer aynı sözleri başka biri Türkler için kullansa hemen harekete geçilip gerekli yasal işlemler yapılır. Diğer etnik topluluklara karşı yapılan ve nefret söylemine dayanan, aşağılayıcı hakaretlere ise sessiz kalınıyor!

Bu sistem içersinde Türkiye’nin hali budur ve kolay kolay da değişmez. Ancak, güçlü tepkiler sonucu değişim olabilir. Bunun açık örneğini “Kürt Sorunu”nda gördük. Yıllarca, “Kart kurt eden dağ Türkleri dediler, Kürtçe diye bir dil yoktur hepsi Türkçedir…” gibi inkar politikaları, Kürtlerin gösterdiği dirençli mücadele sonucu iflas etmiştir!

Türkiye’de ırkçılığın prim yaptığı yıllar, İttihat ve Terakki iktidarı ve 1924’ten itibaren tek partili CHP dönemidir. 1924’ten günümüze kadar, halen büyüklük ve böbürlenme edebiyatları yapılıyor.

Geçmiş ata kültürüne dayalı hamaset yani kahramanlık söylemleri toplumda prim yapıyor.

Mezar taşıyla iftihar olmaz misali bugünü ve geleceği düşünme yerine, “Yedi düvelle savaş, Viyana önlerinden Çin Seti’ne…” gibi nostaljik kahramanlıklar peşinde böbürlenmelere devam ederler…

Allah için bir de kendilerini ekonomisi bozuk denilen Yunanistan ve İsrail’le, yıllık kişi başına düşen milli gelir ile karşılaştırıp öyle böbürlensinler. Yine, Birleşmiş Miletlerin Geçim Endeksinde, Yunanistan ve İsrail karşısında sıralamanın çok gerisinde, Afrika, Asya’nın gelişmemiş ülkeleriyle; Türkiye’nin, dünyanın on altıncı büyük ekonomisi at başı gidiyorlar! Buna rağmen, halen de dünyanın en büyük gelişen ekonomisiyiz diye afaki konuşmalar yapıp böbürleniyorlar.

Çevre sorunlarında uygar dünyanın neresindeyiz?

Medyada devlet eliyle işlenen çevre tahribatlarını hemen hemen her gün görmekteyiz. Adeta günlük sıradan bir olay gibi görülmektedir. Karadeniz’in güzel dereleri, Hasankeyf ve nice tarihi mekanlar, kısa adı HES olan hidro elektrik santralarına kurban ediliyor…

Ormanlık alanların, tarımsal amaçlarla yakılıp tahrip edilmesi ve sahil kenarlarında da imara açılması, bir çevre katliamıdır.

Sokak hayvanlarının içinde bulundukları trajedi de ayrı bir sorun. Gelişmiş batı ülkelerinde sokak hayvanlarının hemen hemen sayısı bellidir. Acaba, Türkiye’de belli midir kaç tane sokak kedisi veya köpeği var? Bunlar bilinmiyor ezbere dayalı bir anlayışla 5199 sayılı kanuna göre çoğu telef olacaktır.

Hemen hemen her gün medyada ve sosyal medyada, zavallı sokak hayvanlarının dramlarını görüyoruz. Facebook paylaşım sitesinde sürekli olarak, anne ve yavru sokak hayvanlarının sığındıkları yerden, insanlar tarafından atılmak istendikleri ya da atıldıklarına rastlıyoruz.

Öğrenci yurtlarına sığınmış anne kediler, yavrularıyla birlikte ya katlediliyor ya da olumsuz hava şartları dikkate alınmadan kapı dışarı ediliyor!

Bunu yapanlar kim?

Kim olacak, Türkiye’nin bu eğitim sisteminin yetiştirdiği bürokratlardan başka kim olabilir ki! Türkiye'de yurt müdürlerinin çoğu muhafazakârdır. Namazlarını kaçırmazlar, oruçlarını tutarlar ve Cuma namazlarına da giderler. Ne de olsa beyefendiler bu dünyayı garantilemişler, şimdi de uhrevi dünyalarını düzeltmeye çalışıyorlar!

Kusura bakmasınlar, bu zihniyet ve anlayışla, amiyane yani kaba tabiriyle “NAH” alırlar. Bir öğrenci yurdunun bodrumunda, kullanılmayan kuytu bir yerde, zavallı bir kedi doğum yapıyor. Dindar muhafazakâr yurt müdürü insani duyguları dikkate almadan, bu zavallı kediyle uğraşıyor. Koskocaman devasa yurt binasını, azami iki metre karelik kuytu bir yerde kalan zavallı kedi ve yavruları mı daraltıyor? Eğer insanlarsa, bu anne kediye çöpe atacakları yemek artıklarını verirler ve o minik yavruların anne sütü olmasına sebep olurlar.

Bu Müslümanlarımıza göre, Yüce Yaratıcı Allah sadece onların ilahıdır; başka canlıların değildir! Konuştuklarında da sanırsınız ki, hepsi göklere uçacak ve cennetlerini de kesin garantilemişler. Acaba, günlük yaşamlarında da böyle yaptıkları ulvi konuşmalara uygun davranıyorlar mı ya da riayet ediyorlar mı?

Nerede bunlarda o insani davranış ve anlayış?

İnsani anlayışları olsa, anne bir kedi ile yavrularını kuytu yurt bodrumundan dışarı atmaya çalışmazlar!

Bir insan annesinin yavrularına karşı sorumluluğu neyse; bir anne kedi ya da köpeğin de yavrularına karşı aynı sorumluluğu vardır!

Sosyal medyaya yansıyan ve nerede bir sokak hayvanı katliamı olmuşsa, kesin o yörenin belediyesi AKP’lidir!

Bu zatlarımıza göre, Yüce Yaratıcı Allah Rabb-ül Beşer'dir, Rabb-ül Alemin değildir. Yani Yüce Yaratıcı Allah sadece insanın Allahıdır, başka canlıların değildir! Eğer gerçekten, Yüce Allahın başka canlıların Allahı olduğuna iman etseler, zavallı sokak hayvanlarına böyle insanlık dışı davranmazlar!

Onları yaratan Yüce Allah, bu zavallı hayvanların da yaratıcısıdır! Utanmadan da sırası geldi mi “Yaratılanı severiz yaradandan ötürü” sözünü de hiç ağızlarından da düşürmezler!

Bu tür insanlar, Kürtçe'nin o ünlü “Sofiyé kon ne şuşte” yani aptes almadan ibadet edenler için kullanılan sözünü hatırlatıyor.

Okullarda doğru dürüst bir çevre ve hayvan sevgisine dayanan eğitim verilmez. Camilerde yıllarca, köpek olan eve melek girmez, köpeğe el değdi mi aptes bozulur, kediler nankördür gibi vaazlar verildi!

Irk esasına dayanan ve dinin kutsiyetini de bu etnik ve ırksal esaslara göre biçimlendirmeye çalışan eğitim sisteminden elbette hem dine hem de topluma faydalı olamayan kuşakların yetişmesi gayet doğaldır.


Erkan ARSLAN

16.02.2013

Son Güncelleme Tarihi: 18 Şubat 2013 15:20

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.