Din ve Siyaset üzerine

25 Mart 2012 09:07 / 2407 kez okundu!

 


Daha önceki, “politika da vefasızlık” adlı yazımda da açıkladığım gibi; politikanın tanım olarak Yunanca bir kelime olduğunu, sitenin yani polisin yönetimi anlamına geldiğini açıklamıştım.

Polis, Yunanca şehir anlamına gelir. Tarihi biraz karıştıranlar, Eski Yunan medeniyetinin temelinin site yani şehir devletlerine dayandığını iyi bilirler. Yunanlı bilgelerin polisi yani siteyi yönetenlerin, nasıl olmaları gerektiğine dair kafa yorduklarını da, felsefe ve sosyal bilimlere vakıf olanlar gayet iyi bilirler.

Dinler de ne kadar kutsal değerler taşırsa taşısınlar, kurumsal bağlam da politikadan soyutlanamazlar. Çünkü oluşturdukları hukuk sistemi (Şeriat), mensubu olan halkların yönetim sisteminin mihenk taşı olmuşlardır. Adeta, o toplumların yönetim açısından bir pusulası olmuştur.

Hz. Musa’nın eskilerin “Evamir-î Eşâre” dedikleri On Emir’i, Tevrat,Talmut ve Kabala’daki dinsel hükümler Yahudi toplumunun yönetim bakımından temel taşlarını oluşturur.İncil de, Hıristiyan aleminin uzun yıllar yönetilmesinde temel oluşturmuştur. Ku’ran-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in kutsal sözlerinden oluşan hadisleri de, İslam aleminin yönetilmesinde başlıca temel kaynak olmuştur.

Günümüzde bile dini hükümler, kısmen de olsa dahi, etkisini sürdürüyor. Halen Hukuk fakültelerin de bu konular da dersler verilmektedir.

Türkiye ne kadar laik olursa olsun, kırsal kesimler de, sosyal ve ekonomik ilişkiler de ilk başvurulan ve referans gösterilen kaynak, dini hukuk (Şeriat) kurallarının olduğu, sosyolojik bir gerçektir.

Türkiye’de muhafazakar ve tutucuların büyük çoğunluğunun kırsal yapıdan geldikleri ve kültürel gıdalarının, kırsal kesimden aldıkları kültürle beslendiği de bir gerçektir.

Kırsal kesimden Avrupa ya çalışmak için gidenler bile, değişimden zor etkileniyor. Bunun sebebi de, farklı din ve inanç sistemlerinden kaynaklanan, sosyal ve kültürel değerlerdir.

Bilindiği gibi, Türkiye de batılı bir anlam da değişim olayı tabandan değil,tavandan yani vesayetçi asker ve sivil bürokrasiden gelmiştir. Bu vesayetçi asker ve sivil bürokratlar, yaşama tarzı olarak batıya uyum sağladıkları için, kendilerini tabandan farklı görmeğe başladılar. Böylece, halkla aralarında kategorik bir ayrılma sürecini başlattılar. Kendilerini ilerici değişime açık aydınlar, halkı da cahil, tutucu ve yobaz olarak görmeğe başladılar!

Avrupa'dan ithal olunan reformların ivmesi, Jakobenist tek partili Kemalist sistemde, daha da çok artmıştır. Bu ithal reformlara uymayanlara hürriyeti bağlayıcı cezalara dayalı hukuki yaptırımlar uygulanmıştır. Hatta, İskilpli Atıf Hoca’nın şapka kanununa muhalefeten, İstiklal Mahkemelerinde yargılanıp idam edilmesi, bunun tipik örneğidir!

Tek partili Kemalist yönetimin, piramidin tepesinden başlattığı ithal reformlar ve baskıcı laik yapılanma, toplumda sosyal ve psikolojik anlam da, bir travmaya da sebep olmuştur. Bu baskılara diyalektiksel bağlamda tepki gösteren halk kitleleri, inadına eski değerlere tutunup savunmuşlardır.

Tek partili CHP’den icazetli şekilde ayrılan Demokrat Parti'nin, 14 Mayıs 1950 seçimlerini büyük farkla kazanmasının temelinde halkın bu tepkisi vardır! Bu tepkinin sebebinde ise, halkın tek dayanağı olan, dinsel kurumlara yapılan baskılar yatmaktadır. Bunun en bariz örneği, Ezanın Türkçeleştirilmesidir.

Elbette, bu tepkileri sadece dinsel baskılara bağlamak doğru sayılmaz. Başta Kürtler olmak üzere bu dönemde, diğer etnik guruplara yapılan katliamlar ve baskılarında payı inkar edilmez. 14 Mayıs 1950 seçimlerinin büyük farkla galibi olan Demokrat Parti, bu seçimler de en yüksek reyini DERSİM (Tunceli)’den almıştır!

Tek partili Kemalist sistemden, çok baskı gören kırsal kesimler, inadına daha çok fanatik muhafazakar olmuşlar ve merkez sağ partiler saflarında yerlerini alıp, politik düşüncelerini ve tercihlerini buna göre belirliyorlar…

Merkez sağın politik düşüncesinin gıda kaynakları arsında, temel kaynak oluşturan düşüncelerden biri de, Türk – İslam Sentezidir!

Ana kaynağını Türkçü paradigmalarla belirleyen Türk – İslam Sentezci görüşte, “Türklük” duygusu ve düşüncesi, “İslami” duygulardan önce gelir! Türkçülük ideolojisi bakımından, Türk-İslam Sentezcileri ile karşı oldukları CHP, Türkçülük ortak paydasında birleşerek, diğer halklara yaşama hakkı tanımazlar. “Ya mevcut durumda kalıp, hiçbir hak istemeden bizimle beraber yaşarsın ya da yok olursun!” zihniyetiyle hareket ediyorlar!

İttihat ve Terakki döneminden başlayan ve tek partili Kemalist yönetim de hızlı bir ivmeyle gelişen Türkçülük, Etnosantrik yani kendilerini diğer halklardan farklı ve üstün görme anlayışına dayalı eğitim sistemiyle, yıllardan beri genç kuşaklara empoze ettiği, ırkçılık boyutuna varan ayrımcılık, çok tehlikeli bir hal almağa başlamıştır!

Irkçı ve ayrımcı düşünceler merkez sağda Türk – İslam Sentezi, merkez solda ise antiemperyalizm ve ulusalcılık adı altında kaynağını buluyor. Kısacası, Türk – İslam Sentezcileri ile ulusalcı Kemalist solcular, bir birlerine ne kadar atıp tutsalar da aynı kaynaktan beslendikleri bir gerçektir!

Türk – İslam Sentezcileri ırkçılıklarına İslam’ı referans göstermeğe çalışıyorlar, ulusalcı Kemalistler de ırkçılıklarına, antiemperyalizm ve solculuğu referans gösteriyorlar! Her ikisi de “Tekçi bir zihniyete” sahiptir, farklılıkları kabul etmezler. Kendilerinin başka halklara reva gördüklerinin çok azı; kendilerine gösterildiğinde, insani haklarımız elden gitti diye de feveran edip, kıyameti temaşaya dökerler! Biz yaptık mı iyi, başkası bize yaptı mı kötü anlayışı, bu ırkçılarımızın temel felsefesidir!

Her iki kesim de çok pragmatik yani faydacı politikalar güderler. Ne kadar milli ya da ulusalcı olurlarsa olsunlar, şahsi çıkarları düşüncelerinden ve politikalarından önce gelir. Önce kendi çıkarlarını düşünürler…

Gerçek inançlı insanlara baktığımız da dünya malıyla pek ilgilenmezler. Dünya malı dünya da kalır felsefesiyle hareket ederler. Tüm farklılıklara değer verip, onların hak ve hukuklarını kendi hak ve hukuku gibi savunurlar.

Osmanlının son dönemlerinin Aksiyoner fikir adamlarından Mele said-î Kürdî, namı diğer Said-i Nursi,kendisine sunulan her türlü mevki ve makamı reddetmiştir. Yaşamı zindanlarda ve sürgünler de geçmiştir. 23 Mart 1960’da Urfa'da öldüğünde dünyalığı olarak üzerinde yedi buçuk lira bir para ile bir iki parça iç çamaşırı bulunmuştur! Sürgündeki yaşamı da küçük köy evleri ve han odaları olmuştur. İşte gerçek bir müminin mücadelesi budur!

Said-i Nursinin izinden gittiklerini söyleyen Cemaatler ve liderlerine de bakıyoruz. 12 Eylül Cuntası'ndan itibaren nasıl geliştiklerini devletten kadro ve benzeri imtiyazlar elde etmek için her hükümetle nasıl uyum içinde olduklarını; Atlantik’in karşı tarafında yüzlerce dönümlük araziden oluşmuş villalarda nasıl yaşadıklarına da tanık oluyoruz. Dünyanın sayılı şirketleri arasına girdiklerini görüyoruz!

MHP’nin kurucu genel başkanı Alpaslan Türkeş’in Azerbaycan için yurtdışından topladığı paraları Londra'da ki banka hesabına yatırması ve ölümünden sonra kızlarının bu paraları alması ile çocukları arasında yargı yoluyla başlattıkları miras kavgalarına da tanık olduk.

Türk – İslam Sentezi’nin bir varyantı olan Milli görüşün temsilcisi Necmettin Erbakan’ın da çocukları miras kavgası yüzünden birbirlerine girmişlerdir!

Bir başka politikacımız da simit satarak büyümüş, politikaya atıldıktan sonra da zenginleşip gemi sahibi bile olmuştur!

Yine benzer bir politikacı da, fitre ve zekatla büyüyüp yatılı okullarda okumuştur. Politikaya atıldıktan sonra, kendisi zengin olduğu gibi kardeşlerini de zengin etmiştir! Bu zat bu gün mecliste temsil edilen bir partinin iki numaralı adamıdır!

Din, Siyaset ve Ticaret üçlüsüyle nasıl zengin oldukları ortada. Önce dindar olacaksın, sonra siyasete atılacaksın, kazandığın mevkiyi çok iyi değerlendirip zengin olacaksın. Bol bol da "Vatan-Millet-Sakarya" edebiyatı yaptınız mı, meşhur da olursunuz!

Bu tür siyasetçilere sormak gerekir, dünyalıklarınızı hangi yollarla elde ettiniz? İslam dininin gereği ve şartlarından biri olan Zekatınızı düzenli olarak veriyor musunuz? Kendi çıkarınız için ismini çok anarak timsah gözyaşları döktüğünüz İslam Peygamberi Hz. Muhammet, zengin ve saygın bir aileden gelmesine rağmen, dünyalık ne miras bırakmıştır? Bu konuda niye Hazreti Peygamberi örnek almıyorsunuz?

Kendiniz deveyi hamuduyla yutarken, yıllarca hizmet etmiş memur emeklilerine niye üç beş kuruşluk zammı fazla görüyorsunuz? Çalışırken memurlardan kesilen emekli ödeneklerinin birikimiyle alınan gayri menkuller satıldı. Nereye gitti bu paralar, kaç kuruşu memurlara ve emeklilerine yansıdı?

Marks boşuna "Din bir afyondur, halkı uyutur" dememiş. Bu olaylar, Marks’ın haklılığını adeta kanıtlıyor!

Vefatının elli ikinci yılında Kürt bilgesi “Melle Seid-î Kürdî” yi, yani Said-i Nursi'yi sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum…


Erkan ARSLAN

24.03.2012



Son Güncelleme Tarihi: 25 Mart 2012 14:56

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.