Emek, Demokrasi ve Özgürlük adayları: AKP ve CHP aynı sistemden nemalanıyor

11 Mayıs 2011 23:45  

 

Emek, Demokrasi ve Özgürlük adayları: AKP ve CHP aynı sistemden nemalanıyor

12 Haziran’da yapılacak olan milletvekili genel seçimlerinde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun desteklediği İzmir 1. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı Mehmet Tanhan ve İzmir 2. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı Erdal Avcı ile siyasi savunuları, seçimler ve İzmir üzerine yurtsuz.net'in gerçekleştirdiği söyleşi.

Yurtsuz: 22 Kasım 2009 tarihinde Ahmet Türk'ün de içinde olduğu Demokratik Toplum Partisi'nin konvoyuna İzmir’de bir saldırı olmuştu. Bu saldırıdan sonra özellikle liberal ve hükümete yakın olduğu bilinen medya üzerinden 'Faşist İzmir' imgesi oluşturulmaya çalışıldı. Sizler faşizme karşı kavramlardan oluşan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adayları olarak İzmir'den adaysınız. Yani faşist olarak adlandırılan bir şehirden adaysınız, bu tarife ne diyorsunuz?

Mehmet Tanhan (İzmir 1. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı): Bu tarifi kabul etmiyoruz. Biz hiçbir zaman İzmir'i faşist olarak görmedik. Bu nitelendirmeye karşı geldik. Biz sayın Ahmet Türk'e ve konvoyuna yapılan saldırıyı münferit bir olay olarak görüyoruz. Sayın Ahmet Türk'ün de açıklamaları münferit bir olay olduğu yönündeydi. İzmir örnek bir şehirdir. İçinde Türklerin, Kürtlerin, Romanların, Balkan göçmenlerinin, Çerkeslerin, Arapların, farklı inanç gruplarının, farklı farklı etnisitelerin bir arada yaşadığı bir şehir. Dolayısıyla ne İzmir'in ne de Ege'nin herhangi bir yerinin faşist sıfatıyla nitelendirilmesini kabul etmiyoruz.

Erdal Avcı (İzmir 2. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı): Faşistin yanında bir de 'Gâvur İzmir' dendi. Türkiye'deki bütün bu tanımlamaların yapılması değişik inançlardan, değişik milliyetlerden olanlara, değişik ideolojik duruşu olan toplumsal kesimlere karşı, öteden beri yani Cumhuriyet’in kuruluşundan beri süregelen politikayı sürdürenlerin bir tutumu. Toplumu saflaştırma, korku ortamı yaratma ve ötekileştirme yaklaşımının somutlaşmış ifadesi. Bizim mücadelemizin ana zeminine oturan fikir, tüm bu ayrıymış gibi görünen duruşların aslında bir zenginlik olabileceği, bir arada yaşayabileceği, önemli olanın insanların birbirlerinin varlıklarını kabul edebilmeleri olduğudur. Dolayısıyla hiçbir zaman, hiçbir yerde bu ayrışma noktalarını öne çıkartan değil, toplumun komşuluk edebilmelerini, cenazelerinde, düğünlerinde bir araya gelebilmelerini sağlayan özelliklerini öne çıkarmak gerekir. İzmir, bizim için memleketin güzide bir yeridir, Ege topraklarında duran güzel bir coğrafyadır. İnsanları da ne faşisttir, ne ‘gâvur’dur. Demokrasinin ve felsefenin doğduğu uygarlık beşiğidir.

‘Bloğu seçimden sonra da sürdüreceğiz’

Yurtsuz: Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku ismi bir şeye işaret etmek için konulmuş gözüküyor. Bir arada bulunduğunuz yapıya neden bu ismi verdiniz?

Mehmet Tanhan: Bu bloğu oluşturan kavramlardan biri olan 'emek' kelimesini ele aldığımızda diyebiliriz ki, sermaye kesimleri ile toplumun çok geniş kesimleri - ezilenlerin, işçi sınıfının, köylülerin - arasındaki uçurumda tarafımızı göstermek istedik. 'Özgürlük' kelimesi ne gelirsek, Türkiye'de herkesin özgürlüğe ihtiyacı var. Gerek etnik olarak, gerek dinsel olarak, gerekse toplumsal olarak herkesin özgürlüğe, özgürleşmeye ve özgür olmaya ihtiyacı var. 'Demokrasi' ise Türkiye'nin gerçek sorunu. Türkiye'de demokrasi ve demokratikleşmenin sağlanamadığı açık. 1924 ve sonrası AKP iktidarına kadarki süreç statükocu, ulusalcı bir süreçti. Bu süreçte diğer halklara karşı yapılanlar, işte Süryanilere, Araplara, Çerkeslere, Ermenilere, Kürtlere yapılanlar bellidir. Bu yapılanlara karşı başkaldırılar da bellidir. Başkaldırılar sonrasında yaşananlar, özellikle de Dersim katliamından sonra yapılanlar bellidir. İnanç alanında da Alevilerin sorunları... Hıristiyanların sorunları, anlatmak istediğim Malatya'da, Trabzon'da farklı inançta olanlara karşı öldürülmeye varan eylemler yapıldı. AKP döneminde de durum hemen hemen aynı. Statüko farklı bir şekilde - ulusalcı bir şekilde değil de - sermayenin yeşil kesimiyle faşizme yol alıyor. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun temel kapsamı 1921 Anayasası’nın öne sürdüğü ve belirlediği şartları bir araya getirmeye çalışıyor. Bu nedenle seçimden sonra da bu bloğun devamı ve çalışması gerekiyor. Türkiye'nin kardeş halklarının birlikteliği böyle bir blokla sürdürülebilir.

Erdal Avcı: Bu soruya Ege bölgesi için somutlarsak, 'emek' kavramı için şunlar söylenebilir: Ege ciddi bir tarım işçisini, toprağı olup da toprağından bir gelir sağlayamayan tarım yoksullarını, kentte güvenceli ve güvencesiz çalışan kesimlerin farklı düzeydeki sorunlarını, geniş bir işsiz kesimini, taşeronluk sisteminin mağdurlarını, mevsimllik işçilerin sorunlarını emek kavramı etrafında toparlayarak parlamentoya yansıtacağımız bir zemindir. Çok ciddi anti-demokratik uygulama ve yasalar var. Toplumun orta kesimlerinin de ihtiyaç duyduğu yasalar var. Yine akademisyenlerin, yazarların, sanatçıların tepki duyduğu yasalar var. Bunlar demokrasi mücadelesi gerektiren sorunlardır. Demokrasi cephesinin oluşturulmasını çok önemli görüyoruz. Çok ciddi özgürlükler sorunu olduğu biliniyor. Dolayısıyla çözülmesi gereken çok temel üç sorunun kendisini ifade edebildiği geniş bir alan. Diğer siyasi partilerin yapamayacağı, beceremeyeceği çoğulcu, kapsayıcı, ülkenin temel sorunlarına cevap üretecek adayların, fikirlerin kendini var edebileceği bir alan. Bu açıdan da Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku önemli bir tanımlamadır.

‘Ege medeniyetlerinin temsilcisi olacağız’

Yurtsuz: İzmir adayısınız. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku, adından da anlaşılacağı gibi bir tercihi yansıtıyor. Sizler İzmir'deki hangi kesimlerin adayı olmayı tercih ediyorsunuz, hangi kesimlerin mücadelesini, sözünü meclise taşımayı vaad ediyorsunuz?

Erdal Avcı: İzmir tarım bölgesi ve burada çok sayıda mevsimlik işçi çalışıyor. Bunların sorunlarının dile getirilmesi lazım, onların temsiliyetine adayız. Ciddi bir işsizlik ve yoksulluk sorunu var. Gençliğin eğitim sorunu var. Genel olarak bir sosyal problem olan sağlıkta güvencesizlik, eğitimde eşitsizlik yanında sınav sisteminde ciddi sorunlar var. Bu kesimlerin de temsilcisi olabilmek için adayız. Ege Bölgesi önemli bir turizm bölgesidir. Tarihin ve coğrafyanın rant alanlarına dönüştürülüp, sermaye çevrelerine peşkeş çekilmesi durumu var. Canlıları bir kenarda tutarak söylersek, tarihin tek temsilcisi olan tarihi kalıntıların korunması gerekir. Tarihin korunmasına çok önem verdiğimizden biz o tarihin kalıntılarının temsilcileri olacağız. Suların altına gömülen Allianoi’nin, beş yıldızlı otel binalarının temelleri altında kalmış Ege medeniyetlerinin temsilcisi olacağız, onların varlıklarını koruyacağız.

Bir başka önemli sorun olan savaş nedeniyle dağlarda asker olarak, gerilla olarak duruşlarını, pozisyonlarını belirlemiş gençlerin anneleri aynı binalarda aynı mahallelerde oturuyor, aynı bakkallardan alışveriş yapıyor. Bu savaşın acılarını dindirmek için, bu acıların yaşanmaması için bu asker annelerinin, gerilla annelerinin temsilcisi olacağız. Bir barış projesiyle çocuklarının birbirinin canlarını almasını engelleyecek bir siyasi zemin yaratacağız. Dolayısıyla bu hem ekonomiye bir katkı olacak, hem iç huzura, hem de toplumsal barışa çok önemli bir katkıda bulunmuş olacak. Savaş tamtamlarının, çığırtkanların, savaş lobilerinin bu topluma giydirdiği ölüm gömleğini çıkaracağız, barış gömleği giydireceğiz. Bu toplumsal kesimlerin de temsiline soyunuyoruz. Parlamentoda siyaseten onların vicdanı, ağzı, kulağı olmaya adayız. Ekoloji sorunları, kadın sorunları, aydın, sanatçı sorunlarının çözümünün temsiline adayız. Özü itibariyle, bu toplumsal yapı, bu siyasal iktidar, bu köhnemiş anlayıştan dili yanmış bütün toplumsal kesimlerin sorunlarını dile getirebilecek geniş bir yelpaze oluşturarak, kendilerini var edebileceği bir alan yaratarak onların temsilcisi olmaya çalışacağız.

Mehmet Tanhan: Seçim çalışmalarında ve ziyaretlerde değişik etnik kesimlerin, değişik inanç gruplarının bir arada yaşadıkları, yan yana oturdukları, komşuluk yaptıklarını bir kez daha gördük. Bu çalışmalar sırasında ciddi bir Roman nüfusun varlığına rağmen ayrımcılık yaşadıklarına da şahit olduk. Bizim hedef kitlemiz, sorunlarını çözmeye çalışacağımız kesimler özellikle yoksul kesimler, farklı inanç grupları, Romanlar gibi etnisite grupları da olacaktır. Ayrımcılığa uğrayan her kesimin ve bireyin yanında olacağız. İzmir Güneydoğu'dan, Kürdistan'dan zorla göç ettirilen, işte evi yakılan, köyü yakılan çok ciddi sayıda insanın geldiği bir yer. Bu insanların büyük bir bölümü hâlâ o geri dönüş hasretini yaşıyor. Köyüne geri dönmeyi istiyor. Özellikle de biz bu tür sorunlarla da uğraşmayı düşünüyoruz.

‘Yoksulluğu ortadan kaldıracak proje devrim projesidir’

Yurtsuz: Konuşmalarınızda bir vurgu dikkatimizi çekti. Türkiye'nin temel meselelerinden birisi de yoksulluk. İnsanlar yoksullukla tek başına baş edemiyor. Yoksullukla baş edebilmek için, mücadele edebilmek için bir öncülük veya yönlendirme gerekiyor. Bu mücadele sadece iktidar olarak değil, muhalefet olarak da yapılabilir mi? Yoksullukla mücadelede neler yapılabilir?

Erdal Avcı: Yoksulluğu ortadan kaldıracak proje devrim projesidir, biz bu konuda netiz. Geçici önlemler alabilirsiniz, geçici yöntemler bulabilirsiniz, evlere erzak dağıtabilirsiniz, yeşil kartla sağlık hizmeti, eğitim alanında küçük küçük katkılarla bir şeyler yapıldığı zannediliyor. Oysa yoksulluğa yol açan esas neden olan kapitalizmin yarattığı bu sömürü sisteminin ortadan kaldırılması gerek. Bir kere genel olarak bu yapılmadığı sürece en ileri demokrasiler ve kapitalist ülkelerde bile yoksulluk sorunu var, ama gözden kaçırılıyor, Paris'in etrafında yoksullar var, göbeğinde zenginler var gibi. Dolayısıyla geçici çözümlerden yana değiliz, daha çok sorunu temelden çözme perspektifimiz var. Yine de şu tartışılmalı: Bu ülkenin kaynakları, ekonomik ve doğal kaynakları savaş lobilerinin, tüccarlarının cebine gidiyor. Bir kere bu savaş bitirilmediği sürece kaynakların doğru kullanılması mümkün değil. İşte sayın Kılıçdaroğlu, Kürt sorununun çözümüne dair bölgeye fabrikalar yaparak sorunu çözeceğini söylüyor. Oysa fabrika yapabilmesi için devletin paraya ihtiyacı var, devletin parası savaşa gidiyor. Savaş, çatışma ortamı ortadan kaldırılırsa gelir dağılımındaki ciddi farklılıklara müdahale edilebilir. Bu da refahın yükseltilebilme ihtimalini doğurur. Savaşın durdurulmasıyla birlikte tarımın canlandırılması, hayvancılığın tekrar canlandırılması, uluslararası sermayeye hizmet eden kotaların kaldırılması ile insanların üretim alanlarına geri dönmeleri ülkenin ortalama yaşam standardını yakalamasına imkân sunacaktır. Fakat mevcut siyasi partilerin programlarına baktığımız zaman, sermayeden yana bir duruş sergiledikleri için, uluslararası şirketlerin de neredeyse arka bahçesi durumuna gelmişlerdir. Sadece tüketen bir ülke ekonomisi şekillendirilmiş. Üretime geçirebilmeyi sağladığımız andan itibaren daha iyisi mümkün olacaktır. Dolayısıyla savaşın bitirilmesi ve uluslararsı sermayeyle bağın koparılması ve adil bir gelir dağılımı politikası bu sorunu bir nebze çözecektir ama temel çözüm için üretim ilişkileri biçiminin, yani sömüren ve sömürülen ilişkisinin bitirilmesi gerekecektir.

Mehmet Tanhan: İşsizlik ve yoksulluk sorununun, özellikle de işsizlik sorununun ortadan kaldırılması Türkiye'de uzun bir zaman alacaktır. Bunu öngörebiliyoruz. Erdal Bey’in söylediklerine ilaveten; yoksulluğun, işsizliğin ortadan kaldırılması için yerellerin güçlendirilmesi gerekir. Yani merkezden değil, yerelden yönetme. Çünkü idareci olarak, belediye başkanı veya benzer konumda bulunduğunuz zaman, yani yerelden yönettiğiniz zaman o yerelin ihtiyaçlarını, imkânlarını ve neler yapılacağını çok net olarak görürsünüz. Türkiye'deki yerel yönetimler yasasının bir bölümü Fransa'dan, bir bölümü İngiltere'den alınmış olsa da Türkiye Cumhuriyeti herkesi kendine bağımlı hale getiren bir yönetim şeklini uyguluyor. Özellikle yerel yönetimler boyutuyla. Taleplerimizden bir tanesi yerellerin güçlendirilmesidir, sevk ve idarenin yerellere devredilmesidir. Demokratik özerklik önerisi sadece demokrasi açısından değil, iktisadi kaynakların verimli ve yerinde kullanımını da kapsadığından yoksullukla mücadelede bir avantaja da işaret ediyor.

‘Mücadelemizin esaslarından birisi eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıdır’

Yurtsuz: Hayatın her alanında eşitsizlik yeniden üretiliyor. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku eşitlik konusunda çok iddialı görünüyor. Eşitlik konusunda kısaca neler söyleyebilirsiniz?

Mehmet Tanhan: Eşitliği farklı farklı boyutlarıyla ele almak lazım. Doğu-Batı eşitsizliği, Orta Anadolu ile Batı arasındaki eşitsizlik. Yine eğitim boyutundan somutlarsak çok ciddi bir eşitsizliği görürsünüz. Örneğin İstanbul, Ankara, İzmir'de okuyan bir öğrenci ile Şırnak, Mardin ve Hakkâri'de okuyan bir öğrencinin eğitim olanakları ve kalitesinin eşit olmadığı, aynı kentin içinde İzmir'de Hatay semtindeki ile Kadifekale, Eskiizmir semtlerinde okuyan bir öğrenci arasında üniversite imtihanlarında veya benzer karşılaşmalarda çok ciddi eşitsizlikler var. Kadınla erkek arasında tarihsel bir eşitsizlik var, hep haksızlık yapılmış, kadın özgür değil. Bu eşitsizliklerin ortadan kaldırılması mücadelemizin esaslarından biridir. Sanayi bakımından olsun, iş imkânları bakımından olsun daha çoğaltabileceğimiz birçok bakımdan Doğu-Batı eşitsizliği var. Örneğin her yıl bahar mevsiminde Batı'ya Doğu'dan yüzbinlerce insan mevsimlik işçi olarak göç eder, üç-dört aylık süre sonunda geri döner. Eşitsizlik karşısında eşitliği bunları değerlendirerek savunuyoruz.

Erdal Avcı: Buna ek olarak temel eşitsizliklerinden biri de inanç alanında. Eğitim, sağlık alanında, ekonomik alanda yaşanan eşitsizlikleri toplum tartışıyor. Uzak durulan önemli bir eşitsizlik de mezhepsel farklılıkların devlet karşısındaki konumudur. Özellikle İzmir'de çok sayıda Alevi yurttaş var. Fakat CHP'nin kendisi ve belediyeleri Alevilere yakın görünüyor olmasına rağmen Cumhuriyet’in kuruluş aşamasından bu tarihe kadar defalarca elinde fırsat olmasına rağmen, Alevilerin statüsünün belirlenmesi, diyelim ki Cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi, ders kitaplarında Alevi felsefesi ve inancının işlenmesi gibi, Alevilerin dedelik dergâhlarının açık olması, dedelik makamının geleneğinin sürdürülebilmesini sağlamak gibi konularda, Sünni din anlayışına, Türk-İslam anlayışına verdiği desteği, Alevi felsefesine ve inancına vermemiştir. Bu sorunun karmaşık ve çözülemez olmasını sağlayan CHP zihniyetidir. Alevi kesimlerinin de bir yanılsaması vardır. CHP'nin kendileri için bir güvence olduğunu zannetmişlerdir. Yasal ve toplumsal olarak bugün yaşanan sorunları yaratan CHP geleneğidir. Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı'nın kapatılması ve dedelik eğitimi ve faaliyetlerinin son bulması Tekke ve Zaviyeler Kanunu'nun çıkarılması sonrasında gelir. Oysa Diyanet kurulmuş, İmam Hatip Liseleri açılmış, Türk-İslam anlayışının devamlılığı sağlanmıştır. Ayrıca ekonomik olarak da desteklenmiştir. Aleviler için sadece Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı vardı, orada faaliyet sürdürülüyordu, o da kapatıldı. Bu, CHP'nin tek parti döneminde Atatürk'ün de aldığı bir karardı. Ne hikmetse Aleviler bu konuyu es geçmişler. Son dönemlerde Cemevleri açılmış ve kültür merkezleri olarak tanımlanmış, işlevsel olarak da kültür merkezlerine indirgenmiştir. CHP belediyeleri kendi yarattığı bu çaresizliği ve kendi yarattıkları bu zemini örtbas etmek için yerel yönetimlerden kısmi desteklerle toplumun Alevi kesimine şirin gözükerek bir aldatmaca içine girmiştir. Oysa genel başkanının bile 'Aleviyim' diyemediği bir partide çok ciddi bir Alevi desteği alınmış, fakat o sorunun çözümü yönünde ciddi ve vicdani bir karşılık verilmemiştir. CHP Alevilerin oylarına talip olmuştur, ama inançlarının sürdürülmesi konusunda temsilcisi olmamıştır. Bu yönüyle İzmir'deki, Ege'deki Alevi yurttaşların sorunlarının hukuksal olarak mutlak çözüme kavuşturulması yanında ötekileştirilmesi ve varlığının es geçildiği politikaların durdurulması lazım.

‘AKP ve CHP aynı sistemden nemalanıyor’

Yurtsuz: Aslında Türkiye’de son dönemde her şey, her şekilde konuşuluyor. Konuşulduğu için de çözülmüş gibi bir yanılsama var aslında. Bu Kürt meselesinde de böyledir, Alevi meselesinde de böyledir, ama hiçbirinin bir hukuksal garantisi yok. Aslında milletvekili adaylarından beklenti bu hukuksal garantiyi yaratacak çabayı göstermesi. Vatandaş açısından bir hukuk sorunuyla karşı karşıyayız. Her alanda sorun var, sorunlar konuşuluyor ama hiçbirinin hukuksal güvencesi yok. Kürtçe televizyon var, Cemevi var, ama ibadathane değil, hukuksal güvencesi yok. Buna dair söyleyeceğiniz bir şey var mı?

Mehmet Tanhan: Her şey anayasaya bağlı. Bu anayasa olduğu sürece Türkiye’de yapılan her şey göstermelik oluyor. Başbakan 2005 yılında Diyarbakır’da diyordu ki “Kürt sorunu var, bu sorun benim sorunum. Bu sorunu biz çözeceğiz.” Bundan birkaç gün önce Muş’ta diyor ki “Kürt sorunu diye bir şey yok, Kürt vatandaşların sorunu var.” Bir taraftan “inanç sorunu yok” diyor. Ama Erdal Bey’in de ifade ettiği gibi gerek Alevilerin üzerindeki baskılar, gerek diğer dinsel gruplar üzerindeki baskılar, gerek Sünni Müslüman’lıkta ki Şafii mezhebi üzerindeki baskılar ve Hanefiliği tek mezhep olarak kabul etmeye zorlama, Kürt dili üzerindeki baskılar, Kürtçe’nin yasak olması... Roj Tv’ye destek verdikleri için ben de dahil olmak üzere bir sürü belediye başkanı hakkında dava açarken, bir taraftan da hem Kürtçe Dünya Televizyonu’nu kuruyor, hem de TRT Şeş’i kuruyor. Aslında tüm bunlar tamamen göstermelik. Eğer TRT Şeş Kürtçe yayın yapıyorsa ve bu devlet eliyle yapılıyorsa artık Kürt dilinin varlığının kabul edilmesi ve hukuki güvenceye kavuşturulması gerekir. Bunu döndürüp döndürüp anayasaya bağlıyorlar, “tek dil, tek bayarak, tek millet, tek vatan”, yani tekçiliğe bağlanıyor. AKP hükümeti Türk-İslam sentezine, İslamcı bir kimliğe sahip olmasına rağmen, halktan bu yönüyle oy toplamasına rağmen başörtüsü sorununu çözmüş değil. Başörtüsü ister siyasal bir simge olsun, ister başka bir şey sonuçta bir taleptir, biz öyle görüyoruz. AKP onu bile çözememiştir. Bütün bu eşitsizliklerin, ötekileştirmelerin temel kaynağı anayasadır. Dolayısıyla anayasa değiştirilmelidir. Bizim talebimiz olan yeni demokratik bir anayasa yapılmalıdır. Bütün insanların kendini ifade edebileceği bir anayasa istiyoruz.

Erdal Avcı: Bunlar sorunu kökten çözmeyen, biraz ucuz siyaset yapma yöntemleridir. AKP’ye baktığınızda insanların dini duyguları üzerinden esas olarak faaliyet sürdürür, CHP laiklik ve Aleviler üzerinden, ağırlıklı olarak orta sınıf ve bir kısım sermaye çevreleri üzerinden sürdürür. MHP’yi zaten tartışmaya gerek yok, zemini belli. Her iki gelenekte de takiyyeci anlayış var, toplumu kandırma siyaseti var, argümanları bellidir. CHP’liler, AKP’liler için der ki “Bunlar gelecek, bizim yaşamlarımıza, içkimize karışacaklar, başımıza zorla başörtüsü geçirecekler, yaşamımıza müdahale edecekler.” AKP’liler, CHP’liler için der ki “Bunlar gelecek, sizin başınızı zorla açacak, ibadethanelerinizi kapatacak, dini anlayışlarınıza saldıracak.” Toplumu saflaştırmışlar, aslında parlamentoda yan yana durmuş, aynı sistemden nemalanan bir anlaşma içerisindeler, öyle görünüyor. Dolayısıyla kökten çözecek bir duruşları yok. Türban sorunu devam ediyor, hukukta bir yeri yok. Kürt sorunu hâlâ hukuksal olarak, en azından demokratik talepleri bile kabul edilmiş değil. Alevilik meselesinde Alevilerin talepleri var, o talepler hâlâ hiçbir şekilde -ara ara geçiştirilmek suretiyle gündeme getirilmiş olsa bile- 80 yıllık bir sorunda hâlâ tek bir madde bile koyulmadı. Sorunu çözeceklerine ilişkin Alevilerin aslında bir umudu, beklentisi bile yok. Hatta listelere baktığımızda görünen şu ki yaklaşık 8-10 milyon oyları olan Alevilerin gerçekten kendilerini anlatabilecek adaylar listelerde bile yok. Dolayısıyla Kürt sorunu zaten kendilerinin çözebileceği bir şey değil. Onların gerçek demokratik temsilcilerinin de vetolarla falan önlerine hukuksuz bir şekilde geçilmeye çalışıldığını da düşünürsek inkârcı ve dışlayıcı, imhacı siyaset konusunda ısrarcı olduklarını görüyoruz ve büyük bir üstü açık tiyatroya döndürüldü Türkiye. Bir maskeli balo var. İşte Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku, bu maskeleri düşürme konusunda önemli bir misyon üstlenecek.

‘Kentsel dönüşüm mülksüzleştirmedir’

Yurtsuz: AKP’nin iddialı İzmir adayı Binali Yıldırım, kentsel dönüşümden bahsediyor. Belediyenin de kentsel dönüşüme dair bir propagandası var. Ve aslında İzmir’deki kentsel dönüşümün deneyim alanı Kürt seçmenlerin yaşadığı yerler; Kadifekale. Burası yıllardan beri ağırlıklı olarak Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun geleneğinin devam ettirdiği adaylara destek olduğu bir semt. Kentsel dönüşüm önümüzdeki dönemde İzmir’in en önemli gündemlerinden birisi. Kentsel dönüşüm konusunda düşünceleriniz neler?

Mehmet Tanhan: Kentsel dönüşüm konusunda özellikle Kadifekale’de yapılanlara rantsal dönüşüm diyebiliriz. Çünkü baktığımızda aslında orada yaşayan vatandaşların, Kürtlerin, Romanların sağlıksız yaşamları değil sorun. Bir ara tarihi bölge dediler, sonra heyelan bölgesi dediler. Bizim birçok kişiyle yaptığımız görüşmelerde oraya dair ciddi bir raporun hazırlanmadığı belirtiliyor. En azından yerel yönetimler böyle bir karar verirken üniversitelerden akademisyenlere bir rapor hazırlatmalılar. Bu konuya baktığımız zaman iki nokta göze çarpıyor: Birincisi oradaki Kürt seçmenleri İzmir’in çeşitli noktalarına dağıtmak, ikincisi rantsal dönüşümü sağlamak. Rantsal dönüşümü bugün yapmayabilirler, ama süreç içerisinde, belki beş yıl sonra, belki on yıl sonra bu rantsal dönüşüm sağlanacaktır. Çünkü Kadifekale çok güzel bir yer. Eğer buranın yıkılması, istimlak edilmesi tarihi bir değere hizmet edecekse, İzmir’in, geçmişteki adıyla Smyrna’nın tarihini ortaya çıkarmak için oralar feda edilecekse amenna. Ama bireysel olarak benim edindiğim izlenim bahsettiğim iki temel noktaya dair. Oraların ileriki dönemlerde birilerine peşkeş çekilmesi amaçlanıyor.

Erdal Avcı: Bir kere kendileri insanların sağlıksız koşullarda yaşadığını, kentin heyelan bölgelerine kaydığını söylerken bile bir itirafta bulunuyorlar. Bunların hepsi cumhuriyet sisteminin geldiği noktayı ya da bunların bu ülkeyi nasıl yönettiğini gösteriyor. Çünkü en nihayetinde AKP’nin siyasi geleneği, CHP’nin siyasi geleneği buraları var edenlerdi, buraları yönetenlerdi. Eğer bir coğrafya yağmalanmış, mimarisi, tarihi, altyapısı, üstyapısı bu kadar rezil bir durumdaysa bu rezilliğin mimarı bunlardır. Bu bir itiraf, başarısızlığın itirafıdır. Öyleyse bu kadar kötü yönetenlerin doğru bir dönüşüm yapamayacakları da siyasal bir gerçek. Bunu muhakkak vurgulamak lazım, bunlar bu işin mimarlarıdır. Biz bu işin mimarlarına ikinci kez güvenmemeliyiz, kuzuyu kurda teslim etmememiz lazım. Buradan baktığımızda, bunların bu toplumsal kesimlerin yaşamlarını, altyapısı, üstyapısı, doğru kurulmuş sosyal yaşam alanlarının olduğu bir kentsel dönüşüme dönüştüreceklerini düşünmek çok büyük saflık olur. Çünkü yaptıkları yapacaklarının göstergesi. İnsanların tapulu mülklerini onların elinden alacaklar, geleceklerini düşünmeyecekler. İstanbul’da, Ankara’da örneklerini çokça sergilediler. İzmir’in şu anda en güzide yerleri kentsel dönüşüm alanlarıdır. Bu alanları orta sınıf ve üstüne ve kendi yandaşlarına peşkeş çekecekler, bu çok açık. İşte Sulukule’de de görüldü bu; Romanların yerleştiği alanlar şimdi kentin en güzel yerleri olduğu, kentin ortasında kaldığı için boşatıldı. Bu insanların kültürlerini de yok ettiler, umutlarını, geleceklerini yok ettiler, mozaiğin en güzel rengini soldurdular. Kürtlerin gelip yerleştiği yerler keza öyle yerler. Ülkenin İç Anadolu’sundan, Karadeniz’inden gelmiş yoksul kesimler var, sadece Romanlar ve Kürtler değil, onlara da aynı şey layık görülüyor. Dolayısıyla bu bir kentsel dönüşüm değil, kenti ele geçirme saldırısıdır, insanlığa ve tarihe yapılmış bir saldırıdır. Bu anlamıyla bizim bu konulara ilişkin insan merkezli ciddi projelerimiz var. Sorunun rant merkezli değil insan merkezli düşünülmesi lazım. Evet, oralar devlet tarafından dönüştürülmelidir, yerel yönetimler tarafından dönüştürülmelidir ama önce sahipleri orada olmalıdır. Yaşayanları, var edenleri, sahipleri yoksa kabul edilemez. Kentsel dönüşüm mülksüzleştirme anlamına da geliyor. Dönüşüm yapılacak yerler yoksulluğun, işsizliğin dorukta oldu yerler. Bu insanların belki de tek varlıkları olan evler yıkılacak onlara TOKİ’nin yaptığı evlerden birisi gösterilecek ve her ay belli bir miktar para ödemesi istenecek. Yoksul, işsiz insanlar bu taksitleri ödemeyeceği için ya bu varlıkları ellerinden alınarak ya da satışa zorlanmak suretiyle mülkleri ellerinden alınacak. Yoksullukları daha da derinleşecek. Kentsel dönüşüm öyle anlaşılıyor ki yeni sosyal problemlere kapı açacak.

Yurtsuz: Seçim faaliyetleri esnasında bir engellemeyle karşılaşıyor, bir zorluk yaşıyor musunuz?

Erdal Avcı: Yaşıyoruz. Valilik ve emniyet çok önyargılı yaklaşıyor. Bizim konvoylarımız takip altına alınıyor, bizim büro açılışlarımız sürekli kayıt altına alınıyor, adaylarımızın konuşmaları, yaptıkları basın açıklamaları, esnafla, halkla, köylüyle buluşmaları sürekli engelleniyor, hukuksuz bir şekilde davranılıyor. Çoğu kez de seçmenle ya da Egelilerle buluşmamız şu yöntemlerle engelleniyor: Diyelim ki önceden ilan ettiğimiz bir toplantı alanına gittiğimizde orada çevik kuvveti görüyoruz. Şimdi bir seçim faaliyeti, bir siyasi faaliyet, yasalarla güvence altına alınmış bir faaliyet bu tip yöntemlerle boşa çıkartılmaya çalışılıyor. Yani orada sanki bir çatışma ortamı yaratılacak, sanki yasadışı bir iş yapılacakmış izlenimi verilerek, bu yöntemlerle bizim kitlelere ulaşmamız engelleniyor. Defalarca buna ilişkin uyarıda bulunduk. Fakat bu bilinçli olarak uygulanan bir politika. Kitlelere bu yöntemle şu mesaj veriliyor: “Bunların olduğu yerde her an çatışma çıkar, bunları dinlemeye gitmeyin, bunlar ortamı terörize edebilirler.” İşte bu anlayış, ülkeyi bu hale getiren anlayış. Yani faaliyetlerimizin yasalarla güvence altına alınması bize uygulanmıyor, bakıyorsunuz bir CHP’nin, bir AKP’nin adaylarının bizim tam tersimize alabildiğine özgür faaliyette bulunmaları sağlanırken, bize dönük bu tip uygulamalar sürekli devam ediyor. Yani bu açıdan bir engelleme var.

Yurtsuz: Son olarak söyleyecekleriniz, ekleyecekleriniz var mı?

Mehmet Tanhan: İzmirlilerin oylarını istiyoruz, desteklerini bekliyoruz. Şimdiden teşekkür ediyorum.

Erdal Avcı: İzmirlileri mecliste temsil etmek istiyoruz. Ben de teşekkür ediyorum.

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku şu bileşenlerden oluşuyor (alfabetik sırayla):
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Demokrasi ve Özgürlük Hareketi (DÖH), Devrimci İşçi Partisi (DİP), Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP), İşçi Cephesi, İşçilerin Sosyalist Partisi (İSP), Köz, Sosyalist Birlik Hareketi (SBH), Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP), Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP), Sosyalist Gelecek Parti Hareketi (SGPH), Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP), Türkiye Gerçeği

Yurtsuz.net

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0