'Laik' diktatörlerin ardından gözyaşı döken garip bir 'sol'

21 Mart 2012 00:34 / 1602 kez okundu!

 


Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)’nin geçen hafta Taxim Hill Hotel’de yaptığı bir toplantıda Suriye de tartışılmış. Toplantı hakkındaki bilgileri BirGün gazetesinden Ahmet Meriç Şenyüz’ün yazısından öğrendim. Hayli ilginç bir toplantı olmuş doğrusu.

Konuşmacıların bir kısmı 'Suriye’de devrim oluyor' derken ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, BirGün Dış Politika Editörü İbrahim Varlı, Faik Bulut ve Cumhuriyet ve Sol Portal yazarı Mustafa Kemal Erdemol bu fikre karşı çıkmışlar. Toplantıyı ve konuşmaları aktaran Ahmet Meriç Şenyüz de Suriye’de devrim olduğu fikrine karşı çıkıyor.

Konuyla ilgili ilk konuşmayı ÖDP Genel Başkanı Alper Taş yapmış ve “Emperyalizmin bölgedeki planlarını da muhalefetin bazı haklı taleplerini de göz ardı etmemeli”demiş. Çeşitli emperyalist güçlerin ve alt emperyalistlerin bölgede, tek tek Ortadoğu ülkeleri üzerinde elbette ki, planları vardır. Alper Taş haklı ama; gelişmeleri 'emperyalizmin planlarına bağlamak', işte o çok yanlış. Alper Taş tam böyle yapmıyor ama, diğer konuşmacıların bir kısmı tam da bunu yapıyorlar. Onlara göre "her şey emperyalizmin tertibi".

Suriye’de ve diğer Arap ülkelerinde "devrim olmadı" diyenlerin ilk hatası soyut, genel bir “emperyalizmden” bahsetmeleri. Onlara göre tek bir emperyalizm var ve herhalde o da ABD emperyalizmi. Oysa ABD’nin yanı sıra bazı Avrupa ülkeleri, Rusya ve Çin de emperyalist ülkeler ve bölgeye dönük çıkarları ve dolayısıyla planları var.

İran, Türkiye, Suudi Arabistan gibi alt emperyalist ülkelerin de elbette bölgeye dönük planları var. Ancak Tunus’ta başlayan ve bütün bölgeye ve ardından dünyanın birçok başka yerine yayılan dalga emperyalist planların bir ürünü değil, tam tersine emperyalist çıkarlara karşı halkların, emekçilerin mücadelesinin bir ürünüdür.

Biliyoruz ki emperyalistler Tunus ve Mısır devrimleri başladığında iktidardaki diktatörleri destekliyorlardı. Politik desteğin yanı sıra pratik, fiili destek bile vermeyi önerdiler. Bu ülkelerde iktidardaki güçler son ana kadar diktatörlere sadık kaldılar.

Ne vakit ki, artık aşağıdan yükselen dalganın önüne geçilemeyeceği anlaşıldı, işte o zaman hem emperyalist güçler hem de yerel egemen güçler diktatörü harcamayı kabul ettiler, ayaklananları destekler göründüler, eski rejimin önde gelenlerinin bir kısmı birer birer muhalefete katıldı ve eski rejimin az yıpranmış unsurları yeniden iktidara getirildiler.

Emperyalistlerin yanı sıra Libya diktatörü Kaddafi de Tunus’ta Bin Ali’yi, Mısır’da ise; Mübarek’i destekledi. Onun hatası bu iki diktatör devrildiklerinde, emperyalistler desteklerini bu diktatörlerden çektiklerinde Kaddafi hala Bin Ali ve Mübarek’i destekliyor ve ayaklananlara hakaretler yağdırıyordu. Kaddafi, Bin Ali ve Mübarek devrildikten sonra da onları deviren güçlere hakaretler yağdırmaya devam etti. Başına gelecekleri tahmin edebiliyordu.

Tunus ve Mısır’ın ardından pratik biraz farklı gelişti. Libya, Yemen ve Bahreyn’de özgürlük isteyenlere aşırı bir şiddet kullanıldı. Tunus ve Mısır’da gösterilere esas olarak polisle müdahale edilirken bu ülkelerde ordu devreye sokuldu. Daha sonra, Suriye’de de aynı şey gerçekleşti.

Bir dizi ülkede ise, diktatörler ve krallar derhal reform silahına sarıldılar. Ücretler arttı, sosyal yardımlar arttı, özgürlükler bir ölçüde çoğaldı. Petrol gelirinin çok küçük bir kısmı halka verildi. Fas, Ürdün ve Cezayir’de egemen güçler bu yolu seçti. Suudi Arabistan kralı bile çok büyük miktarlarda parayı dağıtarak adeta rüşvet verdi.

EMPERYALİSTLER BÜTÜN DEVRİMLERE MÜDAHALE ETTİ

Özetlersek, emperyalist güçler önce halk hareketine, aşağıdan yükselen harekete karşı çıktılar ve sonradan müdahale ederek devreye girdiler.

Yani yaşananlar emperyalizmin bölgedeki planı değil, tam tersine emperyalizme rağmen halkın özgürlük isteyen hareketiydi.

Kaldı ki, hemen hepsi acımasız yeni liberal politikalar uygulayan bu ülkelerde halk özgürlükler için ayaklanırken, yeni liberalizme de karşı çıktı.

Bütün devrimlere, 1848, 1871, 1905, 1917 emperyalist güçler müdahale etmiştir. Mümkünse egemen sınıfın bir kısmı ile yeni bir ortaklık kurarak, değilse doğrudan müdahale ederek... Rusya’ya devrimden hemen sonra emperyalist güçlerin müdahalesi buna örnektir.

Kaldı ki, emperyalizm ne kadar güçlü olursa olsun, milyonları, işçi sınıfının hemen hemen tümünü harekete geçirebilme yeteneğine sahip değildir ve hiçbir zaman ama hiçbir zaman emperyalistler, kapitalist sınıflar halkı, işçi sınıfını yığınlar halinde harekete geçirmezler. Bazı solcuların tersine, kapitalist sınıf ve emperyalistler işçi sınıfının yığın hareketinin kendileri için nasıl bir tehlike olduğunu çok iyi bilirler. Bir aşamadan sonra kontrolünün mümkün olmadığını bilirler. Dolayısıyla Ortadoğu ülkelerinde halkları, işçi sınıfını emperyalistlerin planlarının harekete geçirdiğini söylemek sadece casus romanları yazan ikinci sınıf burjuva yazarlarının düşünebileceği bir kurgudur. Ama gerçeğe uymadığı için de kötü hem de çok kötü bir kurgudur bu romanlar.

Ne var ki, toplantıda BirGün gazetesinin Dış Politika Editörü İbrahim Varlı “Polonya’da da sosyalizmin işçi hareketiyle tasfiye edildiğine" değinmiş. Toplantıyı bize aktaran Ahmet Meriç Şenyüz bunu “önemli bir tespit” olarak görüyor.

ASLINDA POLONYA'DA OLAN NE İDİ?

Hem Varlı, hem de Şenyüz Polonya’da “sosyalizmin” nasıl yıkıldığını tam bilmiyorlar. Onlar bilmese de, hatırlanacağı gibi Polonya’da aslında 'tek parti' rejimi bile değil, bir askeri diktatörlük vardı.

General Jaruzelski, Dayanışma Sendikası’nın güçlenmesinin önlenemediğini görerek SSCB destekli bir darbe yapmıştı. Askeri rejim Dayanışma’yı yasa dışı ilan etmiş, önderliğini hapse atmıştı ama sendikanın milyonlarca işçiyi örgütlemesini önleyememişti. Bunun üzerine askeri rejim seçimler yapmak ve ilk kez bu seçimlere iktidar partisi ve onun kukla cephe ortakları olan partiler dışında partilerin de katılmasına razı olmak zorunda kaldı. Eğer seçimler yapılmasaydı Polonya işçi sınıfı ayaklanacak ve aşağıdan bir hareketin başarısı ile rejimi yıkacaktı.

Bu, Polonya egemen sınıfı ve uluslararası kapitalist sınıflar için çok daha büyük bir tehlikeydi ve bu nedenle seçimler yapıldı. İşçilerin örgütü Dayanışma Sendikası'ydı ve Dayanışma’nın sınırlı yerde seçimlere katılmasına izin verildi ama Dayanışma girdiği her yerde açık farkla seçimleri kazandı. Bunun üzerine bütün Polonya’da seçimler yapıldı ve rejim değişti. İşçi sınıfı daha sonra da Doğu Avrupa’nın diğer işçi düşmanı rejimlerini alaşağı etti. Ama örgütsüz, politik bilinçten yoksun oldukları için yıktıklarının yerine neyin geçirilmesi gerektiğini tam bilmedikleri için 'piyasa ekonomisi', devlet kapitalizminin yerini aldı.

Polonya’da ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde rejimleri işçi sınıfı hareketi değiştirdi. Ama bunun emperyalizmin oyunu olduğunu düşünmek için emperyalizmden, kapitalist devletten vs. hiç anlamamak gerekir. Nitekim Varlı ve Şenyüz’ün bu konularda çok yanlış bir yerde durdukları açık.

Toplantının bir başka ulusalcı sosyalisti Mustafa Kemal Erdemol “Arap Baharı” deyiminin ayaklananlar tarafından yaratılmadığını söylüyor. Doğrudur, ayaklanan emekçiler “biz Baharı yaşıyoruz” falan demezler. Çok romantik olamazlar. Onlar “halk bu iktidarı değiştirecek”, “diktatörlere ölüm” diye bağırıyorlardı ve bazı ülkelerde slogan hâlâ aynı.

Erdemol; “…İran’ı düşürmek için yapılan bir girişim söz konusu” diyor. O da, Cumhuriyet ve Sol Portal Dış Politika servisi çalışanı ama, dış politikayı, dünyayı tam kavrayamıyor. Aynı İran ve üstelik Suriye’de Esad rejimi Mısır’da, Tunus’ta ayaklananlardan yanaydı. Bunu nasıl açıklıyorlar?

Oysa yanıt çok basit. Emperyalist güçlerle birlikte bir alt emperyalist güç olan İran’ın bölgede planları, hesapları, çıkarları var. Ancak 'Suriye düşerse sıra İran’a gelir', oradan da emperyalistler Pasifik’e kadar uzanırlar fikri gene kötü casus romanı yazarlığı gibi ama bu defa ikinci sınıf bile değil. Oysa, Suriye’nin İran ile yakınlığı, Lübnan, Irak ve bölgenin diğer Şii nüfusları ile ilişkisi, bir müdahale halinde bütün bu güçlerin harekete geçme olasılığı dış müdahaleyi imkansızlaştırmasa da hayli zorlaştırmaktadır. Bu nedenle süreç Suriye’de bir dış müdahaleden çok iç savaşa doğru evrilmektedir.

Faik Bulut da, “emperyalistler Suriye’ye İran’ı devirmek için bu kadar yükleniyorlar” demiş. Emperyalistler Suriye’ye gerçekten yükleniyorlar mı, bu ayrı bir soru ama Suriye’de ve diğer Arap ülkelerinde olanları 'devrim değil' diye yorumlayanlar halkların mücadelesine, kararlılığına, taleplerine hiç bakmıyorlar.

ORTADOĞU'DA MİLYONLAR HAREKETE GEÇİYOR

Bütün Ortadoğu ülkelerinde halklar özgürlük için, yeni liberal politikaların durdurulması için harekete geçiyor. Hareket denince öyle 5-10 bin kişilik gösterilerden değil milyonların hareketinden bahsediyoruz. Bir-iki gösteriden değil, haftalarca, aylarca her gün yapılan gösterilerden bahsediyoruz. Polis copu ve biber gazından değil, tüfeklerden, tanklardan bahsediyoruz. Tutuklulardan, yaralılardan değil, yüzlerce, binlerce ölüden bahsediyoruz.

Önce bu hareketlerin niceliğini kavramak gerekir. Bu denli büyük yığınlar harekete geçince onları durdurmak çok zor ve hatta mümkün değil. Bu nedenle emperyalizmin çok muteber adamı olan Yemen diktatörü bile kaçmak zorunda kaldı.

Bahreyn’e, Körfez ülkeleri orduları müdahale etti. Hareket şimdilik geri çekildi ama yarın ne olur belli değil.

Bu denli büyük yığın hareketleri katılanların (ki Ortadoğu ayaklanmalarında neredeyse bütün nüfusun harekete geçtiğini söyleyebiliriz) değişmesine yol açar. Yıllarca diktatörlüklerin ağır baskısı altında yaşayan emekçiler içine girdikleri mücadele sürecinde değişmeye, politikleşmeye, örgütlenmeye ve giderek daha somut talepler üretmeye başlar. Nitekim bütün büyük devrimlerde, devrimci atılım süreçlerinde bu yaşanmıştır ve Ortadoğu ayaklanmalarında da yaşanmaktadır...

ULUSALCI TÜRK SOSYALİSTİNİN ORTADOĞU'DAKİ KADIN HAREKETİNE GARİP BAKIŞI

Örgütler, sendikalar doğmaktadır, muazzam bir tartışma ortamı yaratılmaktadır, kadınlar özgürleşmenin anlamını daha somut olarak kavramaktadır. Kadınların durumunun değişmediğini göstermek için “Mübarek zamanında mecliste daha fazla kadın vardı ama” diyen ulusalcı Türk sosyalisti kadınların bu ülkelerde yaşadıklarını anlamaktan tamamen uzaktır.

“Ama Mısır’da gene generaller var iktidarda” diyen ulusalcı sosyalist kafanın da işçi ve emekçilerin yaşadığı değişimi, bir yıldır süren mücadeleleri görmesi, anlaması mümkün değil.

Bu bakışların nedeni devrim anlayışında yatmaktadır. Ulusalcı Türk sosyalistleri, devrimi aşağıdan bir süreç olarak değil, yukarıdan bir süreç olarak görür, devrimi büyük yığınların, işçi sınıfının büyük yığınlarının kendi eylemi olarak değil, işçi sınıfı ve halk adına davranan kendi partilerinin eylemi olarak tasavvur eder ve aslında devimci değil, ikameci ve darbecidir.

Bütün bunlardan sonra yeniden toplantının en başındaAlper Taş’ın söyleyip toplantıyı aktaran Ahmet Meriç Şenyüz’ün çok beğendiği saptamaya dönersek, Alper Taş “muhalefetin bazı talepleri de göz ardı edilemez” "muhalefetin bazı talepleri de yanlıştır" diyor.

Acaba nedir bu yanlış talepler?

Esad rejiminin yıkılmasını istemek mi? Esad’a ölüm diye bağırmak mı? Ekmek istemek mi? Özgürlük istemek mi? Baas’ın 50 yıllık tek parti diktatörlüğünün son bulmasını istemek mi? Bu listeyi daha uzatabiliriz ama gerçekten muhalefetin bazı talepleri göz ardı edilemezken göz ardı edilebilecek olanları acaba nelerdir?

Muhalefetin bazı talepleri göz ardı edilirken acaba Esad diktatörlüğünün bazı talepleri ve davranışları da haklı mı oluyor? Kentleri tanklarla bombalamak, 8 bin insanı katletmek, işkence ve devlet terörü gibi...

SURİYE DEVRİMİNDEN YANA GÖRÜNMEYEREK ESAD REJİMİNİ AKLAMAK

Aslında bu ifade sadece tutum almamak için kullanılmıştır. Yani, Suriye Devrimi’nden yana görünmemek için. Esad rejimini biraz olsun aklamak için. Nitekim ÖDP’nin yakın dostu TKP bütün gücüyle Esad rejiminin anti-emperyalist olduğunu anlatmaktadır. Bu bütünüyle sahte bir iddiadır. Fazla uzatmazsak Esad rejimi birinci Körfez Savaşı’nda ABD’nin yanına savaşacak güçler yollamıştır, Irak’ın işgali sırasında asker istenmediği için vermemiş ama ABD-İngiltere müdahalesini desteklemiştir.

Sosyalistler, Esad rejimini, aynen işgal öncesinde Saddam diktatörlüğünü eleştirdikleri gibi eleştirirler. Esad rejimine karşı ayaklanan ve 50 yıllık diktatörlüğün yıkılmasını ve özgürlük isteyen, 'yeni liberal politikalara son' diyen halk hareketini elbette ki desteklerler.

Ayaklanma, yığınsal mücadele Suriye emekçilerinin politik bilincini geliştirecektir ve buradan kazançlı çıkacak olan Suriye solu olmalıdır ama bu sol Baas’ın kuyruğundaki Suriye Komünist Partisi değildir.

Tam bu noktada laikçi Türk ulusalcı sosyalistleri Ortadoğu Devrimleri’nden Müslüman Kardeşlerin kazançlı çıktığını ileri sürüyorlar. Birçok ülkede, Mısır ve Tunus’ta gerçekten de Müslüman Kardeşler, politik İslamcı örgütler seçimleri kazandılar. Ancak bu Ortadoğu Devrimleri’nin tek kazançlı çıkan politik unsurunun Müslüman Kardeşler ya da başka politik İslamcı gruplar olduğunu göstermez. Onların yanı sıra diktatörlüğe karşı mücadele eden bir dizi laik akım da kazançlıdır.

Bunların yanı sıra sol, sosyalistler, işçi hareketi, sendikalar hızla güç kazanmaktalar. Kaldı ki, Müslüman Kardeşlerin seçildiği seçimlere katılım mesela Mısır’da yüzde 50’nin altındadır.

Tunus ve Mısır’da yeni sendikalar ve yeni sosyalist örgütlenmeler var. Yeni bağımsız sendikalar kuruluyor.

Kadınlar örgütleniyor. Bunları görmeden sadece Müslüman Kardeşler'in seçim kazanımlarına bakarak süreçten sadece politik İslam’ın kazançlı çıktığını düşünmek büyük bir yanılgıdır. Böyle düşünenler sürecin sona erdiğini de düşünüyorlar. Oysa devrimler sürüyor ve Ortadoğu daha yeni gelişmeler yaşayacak.

Son olarak; Arap Baharı sadece Ortadoğu ülkelerini sarmadı, tüm dünyaya yayıldı. Wisconsin’den Atina’ya, Afrika ülkelerinden Çin’e, Singapur ve Hong Kong’dan New York, Londra ve İspanya’ya kadar yayıldı.

Her yerde işçiler ve emekçiler Arap Devrimleri ile kendi mücadeleleri arasında ilişki kuruyorlar.

Türkiye’de de sosyalistler böyle yapıyor. Ulusalcı sosyalistler ise yıkılan “laik” diktatörlerin arkasından gözyaşı döküyorlar ya da yıkılmak üzere olanları savunmaya çalışıyorlar. Çok geç! Ortadoğu’da yeni bir dönem başladı.

Gerçekte ise, her şeyi Ortadoğu ülkelerinde işçi sınıflarının örgütlenmesinin hızı ve gücü belirleyecek.

Olumlu bir gelişme, sosyal devrime evrilecek, olumsuz, yetersiz bir gelişme ise; devrimlerin sönümlenmesine yol açacak. Sosyalistlerin görevi ise, her koşulda işçi ve emekçilerin yanında yer almak olmalı...


NOT: BirGün gazetesinde toplantıyı anlatan Ahmet Meriç Şenyüz, Masis Kürkçügil ve Kenan Kalyon’un doğru yaklaşımlarına da ağır eleştiriler getiriyor. Masis Kürkçügil’den yola çıkarak Troçki hakkında cahil önermeler yapıyor. Kenan Kalyon’a ise; neredeyse hakaret ediyor. Ben bu arkadaşların fikirlerini ele almadım. Kendileri eminim Ahmet Meriç Şenyüz’e gerekli ve yeterli cevabı verirler.


Doğan TARKAN

20.03.2012

---

» İLGİLENENLER İÇİN OKUMA ÖNERİSİ: Suriye'de Halk Ayaklanması. / Broşür, Doğan Tarkan, 2012.

Son Güncelleme Tarihi: 21 Mart 2012 00:53

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.