Cumhuriyet’in ‘Kazanımları’ Çetesi - Cemil Ertem

19 Şubat 2010 17:46  

 

Cumhuriyet’in ‘Kazanımları’ Çetesi - Cemil Ertem

Türkiye bu yargı meselesini daha çok tartışır.

Şimdi medyada, şu sıralar olan biten üzerinde yapılan tartışmalarda, dünyadaki değişimi kavrayamamış ve buna bağlı olarak Türkiye’nin nereye gittiğini göremeyen zihinsel ve entelektüel yoksunluğun galebe çaldığını görüyoruz. Ama “çıkarları bunu gerektiriyor onun için görmek istemiyorlar” diyeceğinizi biliyorum; değişimi istemiyorlar ve değişim onları çok korkutuyor. Bu korkuda da haklılar. Çok şey kaybedecekler. Bir zamanlar bir “Cumhuriyet’in Kazanımları Çetesi” vardı. Ne zaman Türkiye’de demokratikleşme yönünde bir gelişme olsa bu “Cumhuriyet’in Kazanımları Çetesi” üyelerinden bir zevat çıkar ve Cumhuriyet’in kazanımları elden gidiyor diye dövünmeye başlardı. Bu kazanımların ne olduğunu her zaman sormuşumdur. Ekonomik olarak bu ülkenin, şu 87 yılda geldiği yer burası mı olmalıydı? Bundan hiç söz etmeyeyim isterseniz; meslek gereği bu konuda günlerce konuşur ve yazarım. Ama ortada “kazanımlar çetesinin” iddia ettiği gibi “modern” bir “şey” de yok. Laiklik mi? Yapmayın Allah aşkına! Demokrasi ve laiklik bu ülkeye “Batılı” anlamda şöyle bir göründü o kadar. O da şu son on yılda.

Batı, laik olmayı, dini devletten alıp, bireyin vicdanına bırakmak olarak anlar ve uygular; ya Türkiye Cumhuriyeti’nde nasıl oldu; tam tersi, din, devletin denetimine ve ta içine sokularak birey yok sayıldı. Ancak şimdilerde nüfus cüzdanlarında din hanesini tartışmaya başladık. Azınlıkların farkına varmakla kalmayıp onların da bir dini olduğunu ve ibadet özgürlüklerinin olabileceğini, dinlerini öğretecek okullarının olması gerektiğini şimdi gündeme getiriyoruz. Pardon “getiriyoruz” dememek lazım, bu ülkede gerçekten demokrasinin olması gerektiğine inananlar gündeme getiriyor. Ve tabii “Cumhuriyet’in Kazanımları Çetesi” karşı çıkıyor. Şimdi bakın Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına kimler karşı çıkıyor? Bu okulun açılmasına ta başından beri karşı çıkanlar bugün yargı tartışmalarında da aynı “taraf”tadırlar. Yani onlara göre, bu ülke vatandaşı olup ama farklı dine mensup olanlar, dinlerini anlatacak ve din adamı yetiştirecek okulları açamazlar ve bu onların “laiklik” anlayışı gereğidir.

Şu çok açık “Cumhuriyet’in Kazanımları Çetesi”nin kazanımları kendi çıkarlarıdır.

Şimdi lütfen soğukkanlı olalım ve geriye bakalım. Bu ülke çok yokluk gördü, çok krizden geçti değil mi? Kaç esnaf, kaç küçük işletme yok oldu, kaç fabrika kapandı bunların hesaplarını bize bugün bu ülkenin resmî istatistik kurumu bile veremez. Hâlâ bir krizin sıkıntıları ile boğuşuyoruz. İşçiler direniyor, küçük işletmeler ayakta kalmaya, emekliler üç kuruşla yaşamaya çalışıyor.

Peki, bu ülke, şimdiye değin, “kazanımlarımız” elden gidiyor, rejim elden gidiyor, ordu yıpratılıyor, sıra yargıya geldi diyenlere ne verdi? Çok şey. Onların örtülü ödenekleri, bütçeleri hiç kesilmedi. Maaşlarını, terfilerini tıkır tıkır aldılar. Krizler onlara teğet geçti. Hatta bazıları, kriz dönemlerinde bile, aldıkları zamlı maaşlarla yetinmeyip yolsuzluklarla ülkeyi soymaya kalkıştı. Bunların çok azı ortaya çıkarıldı. Ve lütfen yargılandı. Ama halk bunları biliyor. Dev holding kurup bunu, bu ülkeye, mesleki dayanışma kurumu diye yutturdular.

Süleyman Demirel, 1979 yılında, tamam iflas ettik artık 70 cente muhtacız dediğinde bile lojmanlarında, tel örgülerle çevrili güvenli dünyalarında daha da “mutlu” olacakları darbe günlerini ellerini ovuşturarak beklemeye başlamışlardı.

Türkiye oligarşisinde asker ve yargının ağırlığını oluşturduğu bürokrasinin hâkimiyetini ve bu ülkenin kaynaklarından aldığı payı kim inkâr edebilir. Aksini söyleyin, hodri meydan!

Yargının bağımsızlığı tartışmaları özünde bir rejim tartışması olarak karşımızda bugün.

Rejim tartışması tabii ki, adı demokrasi olan her rejimde olması gereken bir durum.

Ancak Türkiye’deki “rejim” tartışmaları aslında hep demokrasinin tartışılması şeklinde olmuştur. Burada “bir rejim sorunu” var dendiğinde bilinir ki “demokrasi” dozu hastaya fazla gelmiştir ve bu fazlalık rejim sorununu gidermek üzere, ortadan kaldırılır. Bu, bu tarihin kestirme anlatımının en önemli anahtarlarından biridir.

Bu anlamda yargı ve onun “bağımsızlığı” söylemi bütün Cumhuriyet tarihi boyunca demokrasi için “bir demokles kılıcı” olmuştur hep. Tabii bu anlamıyla da yargının kendisi, “Cumhuriyet Müzesi’nin” en önemli ve Türkiye için en “pahalı” parçası sayılmalıdır.

Yalnız yargının “siyasi” icraatları ve onların belgeleri bile, tek tek bu müzeyi dolduracak kadar önemli ve şaşırtıcıdır. İşte Türkiye’de yargı, ta başından beri “Cumhuriyet’in” ve “kazanımlarının” kendisi ve aynası olmuştur.


Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0