Bir büyük vicdan hareketi ve Bolluca kahramanları

12 Ekim 2011 12:07  

 

Bir büyük vicdan hareketi ve Bolluca kahramanları

Modern zamanlarda hayvanlara yapılan işkencelerden Descartes’ın sorumlu olduğunu düşünenlerdenim.

Türcülüğün babası Descartes, hayvanların insanlar gibi acı çekmediğini savunacak kadar işi ileri götürmüştür çünkü; böylece her türlü deneyde vicdan rahatlığıyla –o zamanlar anastezi olmadığı için– canlı canlı kullanılmıştır hayvanlar.

Anatomi bilgisini geliştirmek için canlı canlı hayvanların içini açan Descartes, hayvanların acı çekmediğini, onların Allah’ın yarattığı makineler olduğunu ileri sürerek; hayvanlar üzerinde her türlü deneyin yapılabilmesi için hem kendi vicdanını, hem de dönemin deneycilerinin vicdanlarını özgürleştirerek, deney adı altında hayvanlara yapılan işkencelere zemin hazırlamıştır.

Descartes’ın bu düşünceleri yaymasından sonra, Avrupa’da canlı hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin arttığı tesbit edilmiştir. (Hayvan Özgürleşmesi, Peter Singer)

Modern zamanlarda her şey, “Düşünüyorum demek ki varım” öğretisi ile başladı aslında.

Batı düşüncesini benimseyen dünyanın her yerinde Descartes’ın bu felsefi veciz buluşuyla –öğrenim yıllarında– çocukların zihinleri belirli ve çok net bir yönde koşullanmaya başladı.

Kartezyen düşünceye göre; varolmaya hakkı olan düşünen canlıdır (yani insandır) sadece.

Düşünemeyenin (hayvanın) ise bu felsefeye göre varolmaya (insan gibi) hakkı yoktur. Sadece varolmaya hakkı olanın iradesi içinde yaşayabilir o; insanın hayvan üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olması gerektiğini savunur bu düşünce.

İnsanlığın en büyük defolarından biri olarak değerlendirilmesi gereken bu kartezyen akıl, hayvan özgürleşmesindeki en önemli engel olarak önümüzde duruyor hâlâ; aldığımız eğitimler tarafından zihinlerimize neredeyse genetik olarak işletilmiştir çünkü.

İnsanın bütünüyle kendisine yontan bir aydınlanmacılığı var! Hayvanların hayatını karartan bu aydınlanmacılık, kreşendo bir biçimde günümüzün Türkiye’sinde de sürüyor işte.

Hayvanlara yönelik toplu katliamların son örneği Bolluca’da yaşandı bir süre önce. Olayı duyan küçük bir grup hayvan dostu kahraman ise (onlar bana göre gerçek kahramanlardır) hızla bu katliama müdahale edip, zehirlenmiş köpeklerin büyük bir kısmını kurtarabildiler.

Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen hayvan dostlarının, veterinerlerin günlerce doğru dürüst uyumadan, yemek yemeden, köpeklerin başında bekleyip, onları hayata döndürmek için verdikleri cansiperane mücadele sonucunda zehirlenen 150 köpekten sadece yedisi öldü.

Bolluca’daki hayvan dostu kahramanlar, kurtarılamayan yedi köpek için, “Burada ölen köpekler, diğerlerinin yaşaması için şehit oldu” diyorlar. (Neslihan Tunç, Sabah Cumartesi)

Bolluca’da yaşananlar, kendiliğinden gelişen ve örgütlenen bir vicdan hareketi olarak değerlendirildiğinde, Bolluca girişimi çok daha büyük ve örgütlü bir vicdan hareketine dönüşebilir bana göre.

Türkiye’nin doğaya, hayvana duyarlı insanlarının, bu büyük vicdan hareketi içinde hem hayvan haklarının, hem de bu hakların uygulanmasında –başta yerel yönetimler olmak üzere–, güçlü bir baskı unsuru oluşturma yolunda hızla ilerledikleri çok yakında ortaya çıkacaktır.

Bolluca katliamı, bir dönüm noktası olacak bence.

Türkiye’nin –hayvanlar için– kendiliğinden oluşmuş en büyük organizasyonu olan Bolluca müdahalesi için hayvan dostu ve aktivisti Barış Soyer şöyle diyor: “Burada her dernekten insan var. Derneği tarafından aforoz edilmiş insanlar da buradalar. Biz burada sahanın içinde debelenip duruyoruz belki ama Türkiye’deki en büyük hayvan hakları organizasyonuna imza atıyoruz.” (Sabah Cumartesi)

Bolluca’daki hayvanların büyük kısmı iyileşmiş, bir kısmının da ayağa kalkması bekleniyor.

Hepsi sağlığına kavuştuğunda ne olacak peki?

Aynı filmi bir daha görmememiz için ne tedbir alınacak peki?

Bölgenin yerel yönetimleri güçlerini birleştirip, bu köpekler için büyük bir koruma alanı (gıda, aşı, ilaç, veteriner sağlık hizmeti, üstü kapalı, soğuğa karşı korunmalı barınaklar) oluşturmalıdır.

Hem de acilen!

Ayrıca ve en önemlisi, yeni anayasa çalışmalarında, açık ve net bir biçimde hayvan haklarına yer verilmelidir.

Türcülüğü önleyecek anayasa maddeleri kabul edilmeli; böylece haklar düzeyinde insanla hayvan arasında bütün ayrımlar ortadan kaldırılmalı; bu iki tür, dost kılınarak eşitlenmelidir.

Bu yönde yapılacak bilimsel, siyasi, örgütsel ve gönüllü çalışmalar bir havuzda toplanıp kamuya açılmalı; siyasiler ve yerel yöneticiler üzerinde kalıcı kamuoyu baskısı sağlanmalıdır bence.

Bu arada konuyla ilgili her tür gösteri, yürüyüş ve toplantıların da Türkiye bazında sıklıkla –sonuç alınana kadar– yapılması gerektiğine inanıyorum.

Telesiyej/Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0