Bir ‘farkında olamama hali’ olarak faşizm - Cemil Ertem

24 Kasım 2009 17:03  

 

Bir ‘farkında olamama hali’ olarak faşizm - Cemil Ertem

Geçen hafta, demokratikleşme doğrultusunda atılan adımlara dönük, statükocu cephenin gündeminde olan bir plandan bahsetmiştik. Ben bu cephenin oldukça geniş olduğunu, hatta kendini bu cephede saymayanları da kapsadığını düşünüyorum.

Türkiye’de ilkönce Gladio ya da 90’ların başından itibaren yerli bir nasyonal-sosyalist örgütlenme olarak Ergenekon yapılanması, yalnızca kendini doğrudan bu yapının içinde sayan, bu yapıyla mafyatik ya da örgütsel bağ kuranları kapsamıyor. Bu, hiçbir zaman böyle olmadı.

Nasyonal-sosyalist bir örgütlenme olarak Ergenekon, devlet kaynaklı olsa da, toplumun sivil tarafına doğru “derinleşen” derinleştiği oranda da bir “farkında olmama” haliyle birlikte kapsama alanını genişleten bir yapıdır. Bu yapı, devletin silahlı güçleri dışında, siyasi partilerde, okullarda, mahalle kahvelerinde, futbol takımlarında, partileşmemiş siyasi fraksiyonlarda kendini var etti ve ilkönce ideolojik sonra da siyasi-maddi bir güç olarak Türkiye’de uzun yıllar kanla siyasi gündemi belirledi. Bu yapının, kitlesel katliamlara varan terörü, temel siyasi mücadele aracı olarak seçmesinin, kendisine muhalefet edecek yapıları besleyecek kitleleri sindirerek, faşizmin kurumsallaşmasını ve yaygınlaşmasını hızlandırdığını söyleyebiliriz. Böyle olmasa Ogün Samastları, Yasin Hayalleri bu yapı üretmezdi. Mahalle futbol takımlarına, internet kahvelerine kadar giren bu nasyonal-sosyalist örgütlenme, faşizmin yapısı gereği, yalnız yönetenler tarafında bir farkındalık sağlarken, aşağıda, bu yapının mağdurları bile, farkında olmadan bu yapının içinde yer alabiliyordu. Yani solcu öğretim üyelerinden, solcu örgüt liderlerine, eski solcu belediye başkanlarına, oradan sosyal-demokrat parti yöneticilerine kadar hiç “akla” gelmeyecek kişi ve yapılar bu nasyonal-sosyalist yapının “doğal” üyesi olabiliyordu.

Temel ortak söylem şuydu; “bu topraklar için, özgücümüze güvenerek, özgür, adil bir toplum yaratmalıyız” “Bu topraklar” Türk ulus-devlet sınırlarını anlatıyordu; “özgüç” de kullananın temel ideolojik seçimine göre, kimi zaman bir sınıfı kimi zaman da doğrudan Türk milletini anlatıyordu. Özgür olmak, sola göre “emperyalizmi defetmek” anlamında olurken, sağ taraftakiler bunu “son bağımsız Türk devleti” olarak tercüme ediyordu. Ama bütün bu nasyonal-sosyalist blokun, farkında olarak ya da farkında olmadan, içinde olanlar, bütün siyasi çıkışlarını “Türklük” üzerinden yapıyorlardı. Çünkü gecikmiş de olsa, tek bir ırka dayalı ulus, yalnızca, bir devlet, bir pazar ve bir burjuvazi yaratarak kurulmaz. Bu ulusun sağı-solu ve üniversitelerden, kumar oynanan şehir kulüplerine oradan da “sivil” siyasi partilerine kadar bir “cemiyet hayatı” olmalıydı. Türk solu, Türk sosyetesi, Türk-İslâm sentezi, Türk (...) falan.

Türkiye’de sol, 12 Mart faşizmi sürecinde bile kendisini Kemalizm üzerinden meşrulaştırmaya çalışmıştır. Milliyetçi-devletçi (Nasyonal-Sosyalist de diyebilirsiniz) bir siyasi duruş olan Kemalizm, özgün bir Ergenekon ideolojisi olarak, solun devletle bağını kurmuştur. Solun büyük bir bölümü ancak 12 Eylül faşizmi sırasında Kemalizm’in ne olduğunu yaşayarak öğrenmiştir.

Poulantzas, faşizmi yalnızca statik, faşist devletin ya da devletle bütünleşmiş faşist partinin doğrudan iktidarı olarak ele almaz. Faşizm, çeşitli evreleri olan ve farklı yapıları üreten bir süreç ve toplumsal ilişkiler bütünü olarak iktidar olur ve bu anlamda ideolojik, kültürel sürekliliği vardır. Böylece faşizm, ilk önce karşısında olacak olanı ideolojik olarak teslim alır. Faşist devletin tek bir partiye dayanan iktidarı, artık faşizmin stabilizasyon dönemidir ve zaten o saate kadar olanlar olmuştur. Poulantzas şöyle der; “Faşistleşme süreci, işçi sınıfı üzerinde sosyal demokrasinin etkisinin devamının ve niteliksel genişlemesinin, sosyal-demokrasinin faşizm karşısındaki siyasal çizgisinin damgasını taşır.” Aynı şekilde Komintern kararlarında sosyal-demokrasi ve faşizm konusu şöyle ele alınmaktadır: “Faşizm ve sosyal demokrasi, büyük sermayenin diktatörlüğünün tek ve aynı aracının iki ayrı görünümüdürler.”

Kaldı ki, Türkiye’de bize “sosyal-demokrasi” diye yutturulan devletin doğrudan tek partiye dayanan faşizmidir. Bunun da adı yıllardır CHP olmuştur.

Bu konu oldukça derin, devam etmek gerekir. Ama şunu eklemek gerekiyor. Geçen hafta “Faşist Cephe” yazısından sonra DSP Genel Başkanı Masum Türker aradı ve kendilerini Ergenekon partisi olarak nitelememin haksızlık olduğunu söyledi. Kendilerinin “açılımı” desteklediklerini ve Ergenekon mağduru olduklarını belirtti. Masum Türker’e katılıyorum. DSP ve DSP’liler farkında olarak Ergenekon çemberinin içinde değiller elbet. Bugün kendini solda zanneden birçok meslek örgütü, parti ve sol çevrenin olduğu gibi.

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0