Bilinenleri söylemek için bu kadar para harcanmaz

04 Kasım 2009 09:44  

 

Bilinenleri söylemek için bu kadar para harcanmaz

“Kültür Çalıştayı’nıyapmak ve burada büyük şeyler söylemeninyanında, aynı şeyineylemde geçerli olmadığınıdüşünüyorum. Yerel yönetiminamacı kentte var olan potansiyelibir araya getirmek ve bunu kentliiçin yararlı biçimde kullanmaktır.”

YÜZ YÜZE- BANU ŞEN/Milliyet


İzmir’i ‘kültür-sanat ve tasarım metropolü’ yapma hedefiyle Büyükşehir Belediyesi’nce düzenlenen Kültür Çalıştayı, 24 Ekim’de gerçekleşti. Kentin kültür-sanat alanında dünyanın sayılı kentlerinden biri olması için 10 ana başlıkta yoğunlaşılması önerildi. Bu başlıklar arasında dikkat çekenlerden biri, Fransa’da bulunan Louvre Müzesi’ndeki “İzmir’den Smyrna’ya” sergisinde yer alan eserlerin iadesi konusunda tüm katılımcıların imzalayacağı bir mektup kaleme alınmasıydı.
Çoğunluğu kent dışından gelen 106 kültür-sanat adamının katıldığı çalıştay, geçen hafta çok konuşuldu. Eleştirenler de oldu, olumlu bulanlar da...
İzmir’i kültür - sanatın başkenti yapma hedefindeki önemli adımlardan biri gösterilen buluşmanın ardından, Dokuz Eylül Üniversitesi (DEU) Güzel Sanatlar Fakültesi (GSF) Dekanı Prof. Dr. Semih Çelenk ile konuştuk. Mavi Sanat Çocuk Tiyatrosu’nun sahnelediği, Zerrin Akdeniz’in “Bir Yıldız Seç Kendine” oyunun Atatürk Kültür Merkezi’ndeki temsilinden sonra gerçekleştirdiğimiz sohbette, Çelenk, geçen hafta çok konuşulan çalıştayın satır aralarında kalanları anlattı.


Kentin en önemli sanat eğitim kurumunun başındaki biri olarak, kenti nasıl görüyorsunuz?
- İzmir’in ruh halini belirleyen birkaç tane şey var. En önemlilerinden biri de bir panayır olması. İzmir’in; Ege, Türkiye ve dünya arasında bir panayır olması... Bu özelliği kentin içinde bir şey üretilmesini engellemiş şimdiye kadar. Bütün kent fuar alanı gibi. Ürünler hep vitrinlik. Bu kentin ya da bölgenin ürünleri hiç bir zaman olmuyor. Kentin kendi üretimini çok değerli görmemesi gibi bir alışkanlık da var. Ama kendinden yetişip, başka kente giden bir insan, bir şey getirdi mi onu değerli buluyor. Bu yine kasabalılık kültürü olarak kendini gösteriyor.

Bu anlayışın egemen olduğu bir kentin ‘Kültür sanatın başkenti olmak’ gibi bir stratejisi olabilir mi?
- İzmir için bir strateji geliştirilecekse, bu devrim niteliğinde bir strateji olacaksa, kültürel anlamda bu kentin ürettiği ürünlerin değerli olduğunu göstermek gerekiyor. Eğer kentli buna inanmazsa, buradaki yerel yöneticiler inanmazlarsa, kimse inanmaz. Öncelikle bunu yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki dünyanın her yerinde üretilen kültür sanat ürünlerini görmeliyiz. Onları yaşamalıyız, paylaşmalıyız. Ancak şöyle bir şey de var ki; bütün bunlar, kent kültürünün gelişmesine katkıda bulunmalı. Yoksa biz bir fuar değiliz. Fuar karakteristiğini kültürel anlamda göstermemeliyiz. Çünkü panayır kalıcı bir şey oluşturmaz. Burada bir kasaba ve panayır kültürünü hala çok hakim görüyorum.

Kültür çalıştayı yapıldı. Siz de vardınız çalıştaya katılanlar arasında. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
- İyi niyeti görmek lazım ama iyi niyet, yanlış stratejide olursa kötü bir şeydir. İyi niyetli de olsa kötü stratejilere yol açar. Bu noktadan başlarsak eğer... Kültür Çalıştayı yapıldı ve bana kalırsa eskilerin deyimiyle ‘Aynı yanlışla malul’ oldu. Yani aynı yanlışla yaralı bir çalıştaydı.

İzmir sunulmadı

Yanlışı neydi?
- Çağırılan insanlara kentin şimdiye kadarki görünümü hiçbir biçimde sunulmadı. Oraya gelen bir insan, bu güne kadar hiç özgün bir şey yapılmadığını düşünebilir. İzmir, hiçbir biçimde sunulmadı. Gelen insanlar 4 milyonluk bir metropole değil de, bir taşra kentine gelmiş gibi önerilerde bulunmaya çalıştılar. Oysa ki, bu önerilerin çoğu zaten bu kentteki kültür insanlarının yılardır yaptığı, söylediği şeyler. Hamlet’te bir laf vardır. Hamlet; ‘Bir hayalet geldi. Babamın bir kral tarafından öldürüldüğünü söyledi’ Horatyo da der ki ‘Bunun için hayaletin gelmesine gerek yoktu.’ Atölye çalışmalarında da anlattım. Fatih Sultan Mehmet’e bütün sanatçılar eserlerini sunuyorlar. Divan şairi Mesihi de sıra bekliyor. O da eserlerini sunacak. Fakat sıra bir türlü ona gelmiyor. İtalyanlar, Fransızlar... Sonunda bırakıyor methiyesini. Saray görevlilerine de diyor ki ‘Ben gidiyorum. Padişah Hazretleri’ne bunu verin. Bir de ikilik bırakıyor üzerine. Şöyle yazıyor: ‘Mesihi, gökten insen de sana yer yok. Yürü var gel ya Arap’tan ya Acem’den’ Böyle bir konumlanma içerisinde, böyle bir çalıştayın yapılmış olması bana üzüntü verdi.

Peki çalıştaya katılanlar kimler olmalıydı?
- Bilimde bir kural vardır. Bilgiyi o problemle, o problematikle en çok karşı karşıya gelen kişi üretir. 50 tane kültür insanını çağırabilirsiniz ama sizin sahip olduğunuz problematik üzerine eğer bu insanlar hayatlarında ilk kez düşünüyorlarsa o anda hiçbir şey üretemezler. Ben olsaydım bu problematik üzerine sürekli düşünen insanları bir araya getirirdim. İlçe belediyelerinin kültür müdürlerini çağırırdım. Bu kentte yaşayan sanatçıları, sanat üretmeye çalışanları çağırırdım. Bir çorba gibi oldu. Dışarıdan gelenlerin biraz aşağıladıkları, hor gördükleri, gizli ya da açık bir tavır hissedildi. Bir de büyük bir tezat olduğunu düşünüyorum. Kültür Çalıştay’ını yapmak ve burada söylem düzeyinde büyük şeyler söylemenin yanında, aynı şeyin eylemde geçerli olmadığını düşünüyorum. Yerel yönetimin amacı kentte var olan potansiyeli bir araya getirmek ve bunu kentli için kent kültürü için yararlı biçimde kullanmaktır. Yerel yönetimin görevi küsmek, darılmak, eleştirenlerle bir daha iş yapmamak değildir. Biz eleştiririz. Yurttaşız, kentliyiz. Her şey bizim vergilerimizle oluyor. En azından bunun için eleştirebiliriz. Neyin nereye harcanacağını bilmek isteriz. Bilmeliyiz. Ama bazı bilinenleri de söylemek için bu kadar para harcanmaz.

Bu kadar derken?
- Çalıştay için çok büyük para harcandı. Bu kadar insana, bildik şeyleri söyletmek için, bu kadar para harcanmaz. Kent, kent belleğini yitirmemeli. Eski yapılanları görmeli. Türkçe Günleri’nin, Uluslararası Şiir Günleri’nin, Tiyatro Günleri’nin, Sinema Festivali’nin, Öykü Günleri’nin değerini vermezse bu kent.... Ki bunların çoğu sadece bu kente özgü, pırıl pırıl parlayan etkinlikler. Bunların değerini bilmez, bunların promosyonunu yapmazsan, sonra gidip başka birilerine ‘Biz burada tanınmak için ne yapalım?’ gibi bir şey çıkar ortaya. ‘Kültür ve kent kültürü’ dediğimizde neyi kast ediyoruz? ‘Akdeniz’in kültür başkenti olacağız’ dediğimizde, neyi kast ediyoruz? Bunları tanıtım faaliyeti olarak mı söylüyoruz? Yoksa bir kentin kültürel ortamını değiştirmek anlamında mı söylüyoruz? Ya da bir pazar yaratmak, kültür pazarı, kültür endüstrisi yaratmak için mi söylüyoruz? Yoksa bir kentin kültürüyle uğraşmak anlamında mı söylüyoruz?

Kent varoşlardan değişir

Çalıştaydan elde edilen sonuca göre nasıl bir durum çıkıyor o zaman?
- İkisi birbirine girdi. İstanbul’dan gelenler buranın kültürel endüstrisi kısmıyla ilgili. ‘İstanbul bir tıkanma yaşıyor, bu tıkanmada İzmir iyi bir pazar olabilir mi?’ düşünülüyor. Tabii ki eğer bir kentin kültürünü arttırırsanız, oradaki sanat üretimini arttırırsanız, kültür endüstrisi de yerleşir. Ama siz önce kültür endüstrisini yerleştirip, sonra diğerini yapmaya kalkarsanız, olmaz! Yine orası bir pazar-panayır olur. İzmir’in önündeki en büyük soru şudur: Kent, kültür panayırı olmaya devam edecek mi? 300 senedir olduğu gibi... Yoksa bu kent altyapısını, geleneğini, kültürel birikimini yeni dönüşümler için kullanabilecek mi? Kentliyi de bu işin içene katabilecek mi? Kimse kusura bakmasın ama bani herhangi bir uluslararası etkinliğin İzmir’deki salonlardan birine gelmesinden çok, Yamanlar’daki açılan kültür merkezi, spor merkezi daha çok ilgilendiriyor. Orada insanların görmediği bir şey var. Güzeltepe’de, Yamanlar’da muazzam bir varoş hareketi var, kültürel anlamda. Kent oralardan değişir, oralardan değişmeye başlayacak. Biraz zahmetli bir uğraş, kentte kültür yaratmak ve kültürü yaymak. Bu, zahmetli ve çok vitrini olmayan bir iştir açıkçası. Burada bir seçim yapmak gerekiyor. Ya uzun vadeli kenti kökten değiştirecek şeyler, ya da sadece vitrine ilişkin şeyler...


“Apar topar olmaz”
Çabuk gelişmiş ve aceleyle yapılmış eleştiriler de yapıldı...
- Çalıştaya katılacaklara bir gün öncesinde apar topar bir referans metin yollandı. Bir hafta, 10 gün önce yollanır. İnsanlar ona göre onun üzerinde çalışır. Bu vizyonun kim tarafından yapıldığını bilmiyoruz. Ama gelen metinde şöyle bir ifade vardı: ‘İzmir yeni bir kültür atılımına hazırlanıyor’ Ne? Neden? Neden 5 senedir hazırlanmıyor da şimdi hazırlanıyor? Altı, üstü, kenarı olmayan eylemle hiçbir inandırıcılığı barındırmayan bir seferberlik. Aslında bizim biraz etkimiz olduğunu düşünüyorum bunda. Bundan üç ay önce 17 tane sanat kurumunu toplayıp, İzmir’de kasabalı kültürünün yıpratıcı, yorucu olduğu yönünde bir toplantı yapmıştık. Kenti yönetenlerin bununla ilgilenmesi gerektiğini, toparlaması gerektiğini söylemiştik. Hemen toparlandılar ve böyle bir şey yaptılar. Ama hiç hakkımızı da teslim etmediler sağ olsunlar. Hatta konuyla hiç ilgimiz yokmuş gibi davrandılar bize. Şöyle bir şey olabilir mi? Kentte tiyatroyu tartışacağız, İstanbul’dan iki kişi, İzmir Devlet Tiyatrosu’ndan bir kişi var. Bu manidar değil mi? Hatta ve hatta sonra öyle şeyler duyduk ki ilk planlanan listede bizler de yokmuşuz. Sonra birileri uyarmış da eklemişler.


‘Sanat alıcısı yetiştirilmeli’
Çalıştaydan çıkan sonuçlara katılmadığınız tarafları iletecek misiniz?

- Düşünüyoruz. Bu kent kendi değerlerine, kendi kurumlarına sahip çıkmadan hiçbir şey yapamaz. Her kurumun, her kentin değeri kendinedir. Bir de burada önemli bir eksiklik daha var. Yerel yönetimde kültürel anlamda, kent kültürü anlamında, kültürel sanatsal etkinlikler anlamında tartışmasız olabilecek bir otorite yok. Bilgisine, deneyimine, estetik beğenisine güvenebileceğimiz bir otorite yok. Burası eğer yönlendirici bir kurumsa, bir kentin hayatını yönlendiriyorsa, kurum bir politika belirliyorsa, bir uzman belirliyorsa, bunu belirleyen insanların tartışma üstü insanlar olması lazım. Yani inisiyatif sahibi insanlar tartışılmaya başlarsa, orada geleceğe yönelik köklü bir kültür politikasından bahsedilemez. Derinlemesine bir kent kültürü yaratmak için; sanatsal üretimi, kültürel üretimi, kültürel mekanları ve kültürel alanları arttırmanız gerekiyor. İkincisi ise sanat alıcısını yetiştirmeniz gerekiyor. Bu ikisi yapıldıktan sonra, kültür endüstrisi zaten bunun bir uzantısı olarak gelir. Ama siz önce kültür endüstrisine giderseniz yine bir pazar, panayır olmaya devam edersiniz.


‘Sürekli üretmeliyiz’
Sadece sanatçı yetiştirmiyor kent kültürüne de katkı koymaya çalışıyorsunuz. Biraz da fakülteyle yaptıklarınızı anlatabilir misiniz?
- Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki birikimi, öğrencilerin yaratıcılıklarını, oradaki potansiyeli kentle buluşturmaya çalışıyoruz. Bin 500 öğrencinin ve 200 hocanın potansiyelini... Bunun için de hep kent içinde işe yarayacak, kentte sanat kültürünü, kent kültürünü yerleştirecek, kentliyi özellikle yeni kentliyi sanatla buluşturacak faaliyetler üzerine düşüyoruz. Bir yandan da bölge için önemli işler yapmaya çalışıyoruz. Yunan yönetmen Theo Angelapulos’a fahri doktora vereceğiz. Bu yıl geleneksel sanat sempozyumu, Angelopoulos Çalıştayı, tekstil sempozyumu yapıyoruz. Yaklaşık 40 -45 sergi yapıyoruz okulda. Kukla Günleri de fakülte olarak ortağı olduğumuz bir etkinlik. Yılda 6-7 oyun yapıyoruz. Ama tabi bunları daha planlı programlı, kent kültürüne katkısı olacak biçimde kullanmak isteriz. Birazcık seyirci gelişecek, seyirci iyi iş talep edecek, biraz daha iyi işler olacak. Hiçbir şey aynı yerde kalmıyor. Sürekli üretmek, seyirci yetiştirmek zorundasın. Kültürü ayakta tutmak istiyorsan, hep o birikimi, deneyimi aktarmak zorundasın. Çocuğuna öğretmelisin, o çocuğuna öğretmeli, torununa öğretmeli. Kent kültürü, o kentte yaşamak, oranın her şeyini sahiplenmektir. 

02.11.2009

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0