|
hurkus
|
.jpg)
Hıncal Uluç
Zeytin oldu. Benim harika kedim Zeytin öldü... Evin süsü, neşesi, keyfi Zeytin öldü... Bizim eve gelip giden herkesin sevgilisi Zeytin öldü...
Salı öğleden sonra Koç Üniversitesi' ne gençlerle sohbetim var. Gazeteden erken cıktım. Yol ustu eve uğradım, 15 dakika için. Çıkarken kapıda Mehmet. "Hıncal Bey Zeytin bahçede hareketsiz yatıyor" dedi... Koştum... Ercan donmuş kalmış.. Suratı bembeyaz.. Zeytin yerde.. Basında bahçıvanımız Gürsel... "Ölmüş Hıncal Bey" dedi..
Kalakaldım öylece..
"Nasıl olur" dedi Ercan... "Sizi bıraktık... Arabaya koştu geldi, oynadık birlikte... 10 dakika önce hiçbir şeyi yoktu..."
10 yasında falandı ama fevkalade sağlıklıydı.
"Bir araba vurmuş olmalı" dedi Ercan... Alken... Site... Yerleşim yeri... Ama o daracık, iki yani park etmiş arabalarla tek seride inmiş yolda, kasislere rağmen gaza hem de nasıl basanları biliyorum... Arabaların arasından bir kedi, bir kopek, bir çocuk fırlayabilir. . Düşünen yok... Bir canavar ruh var içimizde...
Allahtan Koç’tayım öğleden sonra... Pırıl pırıl gençler... Öyle şirin, öyle tatlı bir sohbet oldu ki... Evde olsam, o öğleden sonra zor geçerdi...
Akşamüzeri donuyorum. Hissettim ki evi kaldırmaya henüz hazır değilim. Ünal’ı aradım. "Sarıyer üzerinden şehre donuyorum. Geçerken Ortaköy’den seni alayım, Aşkın’a gidelim" dedim. Hafta arası Park Hyatt'te 7–9 arası müzik yapıyorlar ya, doyulmaz. Happy Hours. Mutlu saatler, bazen hüzne de ilaç oluyor. Duygu'nun insanin içine akan sesiyle Veysel, Çanakkale, Fener, Swap with me, As time goes bye dinlemek iyi geldi gerçekten.
Gecenin bir vakti kapıyı anahtarla açtım. Cinde orda bekliyor beni. Zeytin'in kızı.
Nasıl kıskanırlardı birbirlerini. . Nasıl kendilerini sevdirme yarısı yaparlardı bana ve arkadaşlarıma. .
Öğleden sonraları gazete okuma zamanımdır benim. Divana uzanır, basım ucumdaki desteden gazeteleri birer alırım. Okuduğum surece, ne Zeytin vardır ortada, ne Cinde. Katiyen rahatsız etmezler. Okumam biter bitmez, elimdeki sonuncu gazeteyi de bırakır bırakmaz, hangisi önce davranırsa fırlar gelir, göğsümün üzerine uzanır, gözlerimin içine bakar "Hadi simdi basımı kası bakalım" der gibi. Öteki sırasını bekler, salonun bir yerinde uzanmış, gözlerini bize dikmiş. Göğsüm boşaldığı anda gelip uzanmak, kendini sevdirmek için.
Bahçeyi, dolaşmayı da çok severlerdi. Aksam üzeri çıkarken, onlar da bahçeye çıkarlardı genelde. Sonra apartmanın önünde beni beklerlerdi, ikisi birden. Arabanın sesini uzaktan tanır, koşarlardı karşılamaya. Eve beraber girerdik. Doğru mama tabaklarına koşarlardı. Olur, da, yatmadan önceki mamalarını vermeyi unutursam.
Ve de birbirlerinin tabağına, mamasına açlıktan ölseler dokunmazlar, asla kavga etmezlerdi. Hayır, onları eğitmek için hiçbir şey yapmadım. Hiç kimse yapmadı. Nasıl bu kadar terbiyeli oldular bilemem.
Keşke olmasalardı. Keşke hiç olmasalardı demek geliyor içimden.
Evimizdeki ilk canlılar Caldiran'daki kopeklerimiz Karabaş ve Kocabaş’tı. Ata biner gibi üzerlerine biner, kulaklarına yapışıp dengede dururduk gabimle. Nasıl sevecen davranırlardı bize. Ama bir yabancı, bize, eve yaklaşmaya teşebbüs etmesin. İki canavar olurdu ikisi de. Bir gece açlıktan koyu basan kurtlarla boğuşmuşlar. Sabah ikisi de yara bere içindeydi. Askeriyenin veterineri muayene etti. Hem onları, hem öldürdükleri kurtları. Kuduz! Karabaş’la Kocabaş’ı alıp gittiler. Bir daha görmedik. Evde nasıl bir yas.
Van'dan çıktıktan sonra bir daha kopeğimiz olmadı. Sonunda bir kedi aldık. Yumak. Yumak oldu yeni sevgilimiz. İnce uzun, bol tüylü harika bir kediydi Yumak. Hele soğuk kıs gecelerinde, ağabeyimle paylaşamazdık. Kalorifersiz evde, yatak odası ve yatak buz gibi olur. Yumak bir sıcak su torbası gibiydi. Sarılıp yattık mı, çok çabuk ısınırdık. Uzun yasadı Yumak. Evin çocuğuydu sanki. Ama kedinin yası o kadar. Ölümüne ağladık, ağladık, ağladık. Bu ağlamalar kim bilir kaç gün surmuş olmalı ki, bir aksam eve gelen babam gabimle beni gene yas içinde görünce bağırdı.
"Yahu bir ay önce anam oldu, ona bu kadar ağlamadınız. Kendinize gelin artik."
Hayvan sevgisini bilen bilir. Anlatmama gerek yok. Onun insan hayatına kattığı keyfi, lezzeti, mutluluğu. Öyle olunca, kaybın acısı da büyük oluyor. Sevginin bedeli ağır.
Bir daha evde kimse, kedi, ya da kopek istemedi. O üzüntüyü bir daha yasamak istemiyorduk. .
Yıllar geçti aradan. Holle girdi hayatıma. "İlle de bir kopek" diyordu. "Olmaz" diye dayatıyordum. .
"Siz Türkler hayvanları sevmiyorsunuz" dedi bir gün. "Bir defa genelleme yapma. İkincisi, benim sevmediğimi de düşünme. Belki çok yanılıyorsundur. ."
Sonunda bir doğum günümde sürpriz yaptı. Hediye olarak, yeni doğmuş Cim Om’u getirdi. Bir Alman poodle'u. Geri çeviremezdim.
Aradan yıllar geçti. Holle ile ayrılma kararı aldık. Amerika'ya dönecek. İssiz güçsüz. İlk günler için paraya ihtiyacı var en azından. Ama bizde para yok. İstanbul’dayım telefon etti. "Evde fazla eşyalar var. Bazılarını satabilir miyim? Senin 'İlle kalsın' dediğin bir şey var mı" diye.
"İstediğin her şeyi sat, istediklerini de yanında otur, yolla. Sadece Cim Bom kalacak" dedim.
O zaman anladı nihayet evde neden kedi, ya da kopek istemediğimi. .
Cim Om’un olumu "Bu sonuncu hayvanim" kararımı pekiştirdi. Öyle derin bir yas yaşattı bize Cim Bom, verdiği mutlulukların bedeli.
Büyük lokma ye, büyük laf etme.
O zaman Tele Pazar günleri. İzmir’den İstanbul’a okumaya gelmiş bir genç sunucumuz var. Nehir Erdoğan. Bir gün elinde, yan cebime sığacak bir minicik kedi ile geldi. Arkadaşlarıyla Zeytinburnu' da dolaşırken sokakta bulmuş yeni doğmuş bebeği. Acımış almış. Ama yurtta kalıyor, beslemesine imkân yok.
"Burada bahçe var, yasar gider" dedi. Öyle de şirin dedi ki, "Hayır" diyemedim. Zeytinburnu' da bulundu ya, adini Zeytin koydum.
Zeytin eve yerleşti ve evin sevgilisi oldu anında.
Ertesi yazın bası. Nehir bir kefede doğum gününü kutluyor. Beni de davet etmiş. Gittim. Kutladım, ama fazla kalmadım. Cıktım eve dondum ki, bahçede senlik var. Zeytin salıncaklı koltuğun üzerinde doğuruyor. Uç tane.
Nehir'i aradım cebinden. Kefede senlik devam ediyor. Sesimi güç duyurdum gürültüden. "Zeytin'in de sana doğum günü hediyesi var" dedim. "Uç tane torunun oldu."
Onlar da bana kaldı tabii. Biri sârisin erkek. Kavin dedik, Kavin Koster’den. . Biri kız. Dudağının üzerinde siyah leke var, beyaz tüylerin üzerinde. Cinde. Öteki koç gibi bir erkek. Zora oldu onun da adi.
Evin’i bizim üst katta Japonlar oturuyor, onların da küçük bir kızları. Kız çok sevdi, oynuyor bahçede. Bizden de izin aldılar "Ara sıra yukarı alabilir miyiz" diye. "Olur" dedim.
Sonra bir gün Japonlar tasındı. Kavin de yok oldu, ayni gün.
Zora, kendisini Alken sitesindeki sürüyle dişi kedinin kocası ilan ve evi terk etti. Yıllardan beri cani isteyince uğruyor, birkaç saat, çok keyifli ise birkaç gün geçiriyor evde, sonra gene sokaklara bahçelere. Gidip gelirken yolda rastlaşıp selamlaşıyoruz. .
Zeytin'le Cinde ise, evin vazgeçilmez kızları.
Kızlarıydılar.
Zeytin simdi yok!
Sabah kalkınca yatak odamın kapısında Cindy'yi buldum beklerken. Beni aldı mama odasına oturdu, her sabah yaptıkları gibi.
Zeytin'in tabağı dolu duruyordu orda. Cinde bana baktı. Tabağına mama koydum. Ağır yürüdü, basını eğdi, yemeye başladı.
Zeytin'in dolu tabağına baktım. Kapıyı çektim, cıktım!
Sabah
29.03.2009
|