12 Eylül sendromu

27 Eylül 2013 11:58 / 1607 kez okundu!

 


12 Eylül’ü demokratik araçlar ve yöntemler kullanarak aşmanın kolay ve kestirme bir yolu yoktur.

Bugün Türkiye’de nerdeyse herkes demokratik toplum düzeninin oluşması için 12 Eylül’den kurtulmamız gerektiği konusunda hemfikir. Ama her nedense başta Anayasa olmak üzere 12 Eylül’ün yasalarından, kurumlarından, zihniyetinden kurtulmak için ciddi bir çaba harcanmıyor. Böyle durumlarda akla gelen bir kavram var; “Stockholm Sendromu”.

Psikolojik bir durumu tanımlayan bu kavram “Rehinelerin, kendilerini esir alanların duygularını anlama noktasına gelmeleri ve kendisini rehin alan kişilerle geçirdikleri sürenin sonunda onlara yardımcı olmaya başlaması ve nihai olarak da onlarla özdeşim kurmaları” hâlini anlatır. Böyle bir sendrom hâlinde miyiz, emin değilim, ama 12 Eylül’ü aşmak için elimizden gelen her şeyi yaptığımızı düşünmüyorum. Örneğin “12 Eylül Davası”na olan ilgimizi gözden geçirelim.

12 Eylül’ü aşma sürecinin en önemli adımların biri 12 Eylül’ün yargılanmasıdır. Bu nedenle “12 Eylül’ün, darbecilerin yargılanması” talebi otuz yıl boyunca dile getirildi, çabalar harcandı. 12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa değişikliği ile hukuken 12 Eylül suçlarının yargılanmasının önü açıldı ve birtakım soruşturmalar ve davalar açıldı. Ancak 2010 Referandumu’nda yaşanan cepheleşme burada da etkili oldu, yıllar boyunca 12 Eylül’ün yargılanmasını isteyen siyasal ve toplumsal kesimlerin bir kısmı açılan soruşturma ve davalarla ilgilenmemeyi tercih ettiler, hatta var olan yargılamaları değersizleştirme, önemsizleştirme çabası içine girdiler. Bu kesimin itirazları “...sadece iki yaşlı generalin yargılanmasıyla, 12 Eylül ile hesaplaşılamayacağı, darbe yapmanın yanı sıra işkenceler, idamlar, faili meçhullerin, insanlığa karşı işlenen suçların da yargılanması gerektiği, duruşmaya bile getirilemeyen iki emekli generali yargılayarak göz boyandığı, iktidardaki AKP’nin de 12 Eylül zihniyetinin ürünü olduğu 12 Eylül’ü yargılamak gibi bir derdinin olmadığı...” şeklinde özetlenebilir. Bu itirazların haklılık payı var kuşkusuz, ancak eksik bilgilere dayanan ya da bilinçli olarak öyle yansıtılan yanı da var.


SADECE ‘İKİ YAŞLI GENERALİN DAVASI’ MI?

12 Eylül yargılamaları kapsamında sadece 12 Eylül darbesini yapan generallerden sağ kalan Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın “darbe yapmaktan” yargılandıkları davayı ele almak çok büyük bir eksikliktir. Yargılaması devam eden “darbe” davası dışında, bu davanın sonucunu bekleyen, başka soruşturmalar, işkence ve kötü muamele iddiaları ile ilgili Türkiye’nin her köşesinde sürdürülen soruşturmalar da var. Bunlar arasında en çok dikkat çeken; Evren ve Şahinkaya dışındaki darbe suçu failleri olan sıkıyönetim komutanları, bakanlar, valiler gibi asker ve sivil bürokratların soruşturma dosyası ve darbe davası dosyasında Evren ve Şahinkaya’ya yönelik sistematik işkence iddiası üzerine Mahkemenin Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdiği evrak üzerine açılan soruşturma dosyasıdır. Bu soruşturmalarda “darbe” davası sonucu bekleniyor. Bu soruşturmalarla darbeye katılan, kolaylaştıran pek çok kişinin yargılanmasının yolu açılacak.

Diğer bir yandan, Türkiye’nin her köşesinde açılan işkence soruşturmaları da devam ediyor. Bu soruşturmaların bir kısmı takipsizlikle kapanıyor, bazılarında davalar açılıyor. Buna en somut örnek olarak emekli öğretmen Sait Özdemir’in ısrarlı takibi sonucunda kendisine işkence yapan cezaevi görevlileri hakkında Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davayı, yine Fatsa Asliye Ceza Mahkemesi’nden Ünye Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilen Sait Özdemir’e işkence yapan kolluk görevlisinin yargılandığı davayı gösterebiliriz. Açılan bu iki işkence davası, soruşturmaların sıkı takip edilmesiyle açılmıştır. Sahip çıkılmayan soruşturmaların çoğu takipsizlikten kapanmaktadır.

Darbe davasını yalnızca “iki yaşlı generalin yargılanması” olarak nitelemek, yargılamada ortaya çıkan bilgi ve belgeleri önemsememek ve verilecek kararın doğuracağı sonuçları görememekten kaynaklanıyor.


12 EYLÜL DÖNEMİ YARGILAMALARINA İADE-İ MUHAKEME YOLU

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen “darbe” davasında en çok tartışılan konuların başında hâlen gizliliği korunan 12 Eylül darbe planları gelmektedir. Buna en iyi örnek olarak Yurt Kor belgesi verilebilir; 12 Eylül darbesinin planlarından olan Yurt Kor belgesine bütün engellemelere rağmen ulaşılmış, ancak “devlet sırrı” olduğu gerekçesiyle belge dava dosyasında tutulamamış, sadece mahkeme heyetinin incelemesine izin verilmiştir. Mahkeme heyetinin inceleme tutanağına göre; “...17/05/1979 tarihinde tarihli Yurt Kor Direktifinin hazırlanması yönünde çalışmalara başlanmış, yürütülen çalışmaların ardından direktif hazırlanmış, 10/07/1979 tarihinde Genel Kurmay Başkanı Ahmet Kenan Evren tarafından imzalanan baş emir ile yürürlüğe girmiştir. Baş emirde ‘Bu direktif Türk Silahlı Kuvvetlerinin İç Hizmet Kanunun 35. Maddesinde hükme bağlanan yasal görevini gerektiğinde yerine getirmek maksadıyla düzenlenmiştir. Emniyet - Asayiş (EMASYA) Planları ile karıştırılmamalıdır’ şeklinde uyarıya yer verilmiştir. Planda Komünizm, Kürtçülük, Irkçılık, İrtica ve başka başka adlar altında tehditler tanımlanmış ve düşman kuvvetler, dost kuvvetler değerlendirmeleri yapılmıştır. Kenan Evren’in Cumhurbaşkanı olduğu dönemde, Genelkurmay Başkanı emri ile Genelkurmay 2. Başkanı Necdet Öztorun’un 06/08/1985 tarihinde imzaladığı yazı ile yürürlükten kaldırılmıştır...” Şimdi bu belgenin ortaya çıkması önemsiz midir?

Darbe davası sonucunu sadece “iki emekli generalin yaşları itibariyle fiilen çekmeyecekleri cezalara mahkûm edilmesi” olarak görmek de eksik bir öngörüdür. Kişisel olarak davanın sonunda mahkûmiyet kararının çıkmasından başka seçenek düşünmüyorum. Darbecilerin mahkûm edilmesi demek, aynı zamanda 12 Eylül darbesinin mahkûm edilmesi anlamına gelecektir. Yargı kararıyla 12 Eylül darbesinin suç olarak kabul edilmesi, 12 Eylül döneminde yapılan tüm işlemlerin, çıkartılan yasaların, yapılan bütün eylemlerin hukuken geçersizliğinin tartışılmaya başlanmasını, darbe sayesinde elde edilen tüm unvan ve özlük haklarının geri alınmasını sağlayacaktır. Örneğin; 12 Eylül dönemi yargılamaların yenilenmesinin yolu açılacaktır.

AKP hükümetinin davayla ilgilenmediği doğrudur. Suç olduğu iddiasıyla yargılaması yapılan 12 Eylül darbesinin planlarındaki gizliliğin hâlen korunuyor olması bile davayı kolaylaştıran bir siyasi iradenin olmadığını gösteriyor. Anayasası, yasaları, kurumlarıyla ve zihniyeti ile 12 Eylül düzeninin devam ettiği doğrudur. Bundan nasıl kurtulacağız? 12 Eylül’ü nasıl, hangi araçlar ve yöntemlerle aşacağız? Demokratik bir topluma geçmeyi hedefleyerek bir değişim ve dönüşüm sağlanacaksa, başvurulacak araç ve yöntemlerin de demokratik olması gerekir. 12 Eylül de demokratik araçlar ve yöntemler kullanılarak aşılabilir. Bunun kolay ve kestirme bir yolu yoktur.

12 Eylül düzeninden kurtulmak eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik siyaseti güçlendirmek, demokratik talepleri yükseltmek ve her yerde adalet arayışına destek vermekle olur. Yıllar sonra açılan davaya küserek ne demokratik toplumun yaratılmasına katkıda bulunulabilir ne de 12 Eylül ile hesaplaşılabilir.

“Yok canım, 12 Eylül davasını ben önemsiyorum” diyorsanız, 27 Eylül Cuma (bugün) saat 10:00’da Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılacak 16. celsesine bekliyoruz.


Arif Ali CANGI

27.09.2013

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.