‘Taş atan çocuklar’ - Orhan Miroğlu

31 Aralık 2009 14:33  

 

‘Taş atan çocuklar’ - Orhan Miroğlu

Bir vahşet anını resimleyen görüntüler, belleklerden kolayca silinmezler.

Çekildikleri ve görüldükleri andan itibaren, ortak hafızanın bir parçası olurlar.

Nazi toplama kamplarını anlatan fotoğraflar, Hiroşima, Nagazaki ve Halepçe’ye atılan bombalardan sonra çekilen görüntüler, kitleler halinde zincire vurulmuş Dersimlilerin yürek burkan fotoğrafları, Sabra ve Şatilla katliamlarının belleklerden silinmeyen görüntüleri, ortak bir hafızanın konusudur hep.

Bu fotoğraflara baktığınızda, utanç duyar, dehşete kapılırsınız.

Anlaşılan bu türden görüntülerin bu ülkede sonu gelmeyecek.

Unutulmadı daha. Çok değil, dört yıl önce, sağ yakalanıp, infaz edildikten sonra, cesedi yakılan PKK gerillası Abbas Emani’nin basına servis edilen fotoğraflarına bakmak, insana utanç veriyordu.

Abbas Emani, bu utanç fotoğraflarının ilk karesinde, bir dağın başında, sivil oldukları görülen altı kişinin arasında yürüyordu. İkinci karede bir aracın altına itilmiş ölü bedeni, son karede ise, Emani’nin, kül haline gelmeden aniden sönmüş büyük bir kömür parçasına benzeyen cesedi görülüyordu.

Fotoğrafsız savaş ve fotoğrafsız tarih olmaz derler.

Şimdi de şehirlerin, ilçelerin belediye başkanlarının ve Kürt politikacıların ellerini kelepçeliyor, sonra da bu utanç anının fotoğrafını basına servis ediyorlar.

Düz ovada siyaset yapmak isteyenlerin ellerine kelepçeyi vuran el, ve bu kelepçeli anın fotoğrafını çekmek için deklanşöre basan el, aynı el.

Dağlarda öldürüldükten sonra, yerlerde sürüklenen ve tekmelenen insan cesetlerini görüntüleyen fotoğraflarla, elleri kelepçelenmiş belediye başkanlarının ve Kürt siyasetçilerinin fotoğrafını aynı zamanda servis edenlerin istedikleri bir şey var.

Gençleri ve çocukları bir kez daha sokağa dökmek ve kan akıtmak.

Onlara verilecek en iyi cevap, belki de bu vahşet fotoğraflarını unutmamak, hafızaya kazımak, öfkeyi sessiz bir çığlığa dönüştürmek, ama sokaklara da hiç çıkmamak olurdu.

Bir utanç fotoğrafıyla bitiyor bu yıl.

Yılın bu son yazısına oturduğumda, aklımda ‘taş atan çocuklar’ ve bu fotoğraf vardı.

Bir yıl daha bitti. Ama bu türden fotoğraflara bakarak büyüyen çocuklar, cezaevlerindeler hâlâ.

TBMM’de onlar için hazırlanan yasa tasarısı komisyonda bekliyor.

Çocukların sokaklara döküldüğü şehirlerde onlar için sarf edilen sözler 2009’da daha da sert ve manasızdı.

Adana Valisi İlhan Atış geçen yıl, yoksul Kürt ailelerini ellerindeki yeşil kartları almakla tehdit etmişti. Bu tehdit bir işe yaramamış olacak ki, Atış bu sefer, çocukların ailelerinden alınabileceğini söyledi.

Çaresizlik içinde söylenmiş sözler bunlar. Yoksa binlerce çocuğu ailesinden alıp da nereye koyacaksınız?

Çocuklar o kadar çok ki!

Adana ve Mersin’in Kürt mahallelerine girdiğinizde çocuk ordularıyla karşılaşırsınız. Korku ve endişe içinde, yokluk içinde büyüyen çocuklar bunlar. Yaşam koşulları, Karaçi’nin varoşlarında yaşayan çocukların yaşam koşullarından farksız.

Bugün yüzlercesi yargılanıyor, aralarında 10 yıl, 20 yıl hapis cezası alanlar var.

Çocukların yargılandığı davaları ve bu davaların iddianamelerine yansıyan gariplikleri okuyunca şaşıp kalıyor insan.

Mersin’den bir avukat dostumun, Bedri Kuran’ın savunma avukatı olduğu bir davada yargılanan çocuklar arasında doğum tarihleri 1996, 1995, 94 ve 93 olanlar var.

Savcının çocuklara onlarca yıl hapis cezası istediği iddianamede, ‘şüphelilerin üzerinden, olay mahallinden elde edilen suç delilleri’ şöyle sıralanmış:

– (1) adet ahşap saplı, pembe beyaz sarı renkli lastikli sapan,
– (1) adet pembe renkli göz ve burun delikleri açılmış maske olarak kullanıldığı anlaşılan balon,
– (1) adet cam bilye.

Savcı bu delilleri ‘şüpheli’ Nesim İregür için sıralamış. Nesim, 1996 Şırnak-Cizre doğumlu 13 yaşında bir çocuk. Şimdi Mersin’de ailesiyle beraber yaşıyor.

Savcı, Nesim İregür’ün üzerinden çıktığı iddia edilen ve yukarıda sıralanan delillerden hareketle, Nesim’in, ‘Silahlı terör örgütü adına suç işlemek, silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak, genel güvenliğin tehlikeye sokulması, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme’ suçundan cezalandırılmasını istiyor.

Mersin’de Kürtlerin içinde yaşadığı koşullar hakkında zaman zaman saha araştırmaları yapılır. Bu araştırmaların ortaya çıkardığı sonuçlarda yıllardır bir farklılık gözlenmiyor.

Kürt nüfusun yoğun olduğu illerde devlet, gizliden gizleye bazen de açıkça ‘tersine göçü’ özendiren uygulamalardan medet umuyor.

Ama araştırmalar, buralarda yaşayan Kürtlerin geriye dönmekten yana olmadıklarını ortaya koyuyor. Yoksullar, çaresizlik içinde yaşıyorlar, ama geldikleri yerlere geri dönmek istemiyorlar.

Mersin’de yaşayan gazeteci yazar Abdullah Ayan bana gönderdiği bir mektupta en son yapılan bir araştırmaya dikkat çekmiş, şöyle diyor Ayan:

“İzmir ve Mersin son 150 yıl boyunca benzer kaderleri yaşamış iki sahil kenti.

“Nereden çıktı bu Kürtler”, “onlar gelmeden her şey daha güzeldi”, “Başımıza ne geldiyse, göçtendir” cümleleri yıllardır dillerde çiğnenen sakızlar.

İzmir’de son yaşananları faşistlere, Mersin’dekileri PKK’lılara yükleme kolaycılığı sorunları anlamamıza, daha da önemlisi çözmemize yetecek mi?

Mersin 1980’lerden başlayarak Doğu ve Güneydoğu ağırlıklı iki, üç göç dalgasıyla karşılaştı.

Mersin bir transit merkeziydi adeta.

Tipik bir ‘cemaatçilik’ olgusu işledi, durdu, yıllarca.

Ve geldik bugüne...

Bayramı, Mersin Valiliği’nin Mersin Üniversitesi’ne yaptırdığı ve Doç. Dr. Yaşar Erjem imzasıyla kitap haline getirilen “Göç, kentleşme, sosyal problemler” raporuyla geçirdim.

İşte 1022 hane 5918 kişinin yanıtladığı “arka mahallemizin” gerçek resmi:

– Hane halkı büyüklüğü 6’ya yakın (5,8). Yüzde 50’sinde 4 ila 6, yüzde 30’unda 7-10 kişinin yaşadığı evler...

– 5918 kişinin yüzde 80’i bekâr.

– Yaş dağılımına baktığımızda tablo daha da ilginç bir hal alıyor: Yüzde 71’i 19 yaş ve altı, yüzde 17’si 20-29 yaş grubundan oluşan demografik yapı var karşımızda.

– Göç edenler diye tanımlıyoruz ama araştırma konusu olan 5918 kişinin yüzde 22’si Güneydoğu, yüzde 7’si Doğu Anadolu doğumlu iken Mersin’de doğanların oranı yüzde 68...

(Göç eden ana-babaların Mersin’de doğan ama bir türlü kendini Mersinli hissetmeyen, bizim de kültürlerini, dillerini koruyarak Mersin’e entegre etmeyi beceremediğimiz bir sel dalgası söz konusu.)

– Eğitim durumunu ortaya koyan tablo yılların ihmalini de görmek isteyen gözlere sokuyor zaten:

Yüzde 20’si okuma yazma bilmeyen, yüzde 37’si ilkokul, yüzde 16’sı ortaokul, yüzde 3’ü lise, yüzde 2’si Üniversite mezunu...

Yüzde 20’si okuma yazma bilmeyen varoşlarıyla 21.yüzyılı kucaklamaya çalışan Mersin...

– Son günlerde sokaklara yansıyan o savaş görüntülerinin maskeli çocuklarını en iyi anlatan verileri en sona sakladım:

1022 hanenin 146’sında (yüzde 14,3) hiç çalışan yok, 760 haneyi (yüzde 74,4) tek kişi çalışarak geçindirmeye çalışıyor.

Bu çalışanların yüzde 19’u sosyal güvenlikten yoksun.

Ailelerin yüzde 8’inin hiç geliri yok. Yüzde 12’si ayda 100-200 TL arasında gelirle ayakta durmaya çalışıyor. Yüzde 42,5’unun aylık geliri ise 201-400, yüzde 24,7’sinin 401-600 TL aralığında...

Gelirlerinin yüzde 66’sını gıdaya harcadığını söylüyor ankete katılanlar.

Ve en çarpıcı sonuç: Gelecekte gelirinin daha iyi olacağını söyleyenlerin oranı yüzde 8’de kalırken, daha kötü olacağını söyleyenlerin oranı yüzde 50 (49,4), fikri olmayanların oranı ise yüzde 42,5...

Yoksulluk sınırının altında, isyankâr bir nesil büyüyor arka mahallede.”

Arka mahallenin yoksulluğu neyse ya, devlet 2009 yılında da ne dağdaki Kürdü ne ovadaki Kürdü bir yerlere koyabildi.

Bütün umutlar bir başka yıla bir başka bahara kaldı.

İyi seneler, ‘taş atan çocuklar!’

İyi seneler sevgili okurlar.


Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0