‘Ser’den değil ‘o dil’den vazgeçin - Oya Baydar

03 Nisan 2013 11:25  

 

‘Ser’den değil ‘o dil’den vazgeçin - Oya Baydar

“Çözüm için serimden (başımdan, kellemden) vazgeçmeye hazırım” diyor Başbakan. Hamasî söylemleri seviyor; --hakkını teslim etmek gerek--, iyi de beceriyor. Bu söylem buyrukçu, üsttenci, ben’ci muktedir üslubuyla pekişince, farklı bir dil gerektiren barış ve çözüm süreci yara alıyor.
Barış süreci yara almasın diye herkesten sözüne, üslubuna, eylemine, kaşına gözüne dikkat etmesini istiyoruz. Değil kaygıya, eleştiriye; tedbirli iyimserliğe bile tahammülümüz yok. Ve Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz günlerde CNN Türk’te, --nutku tutulmuş, paralize olmuş, konu mankenine dönüşmüş medya mensuplarının karşısında konuşurken-- hitap ve işaret ettiği her şeyin önüne “benim” iyelik zamirini yerleştirerek (benim halkım, benim Kürdüm, benim vatandaşım, benim bakanım, benim devletim, ben... ben... benim), sürecin “teröristlerin” sınır dışına çekilmesiyle noktalanacağını söylüyor. Sormaya cesaret edilebilen tek tük sorulardan biri, çekilmenin ne karşılığı olacağı. Cevap: “İmralı’ya 12 kanallı televizyon verdik, jimnastiği üç günden yedi güne çıkarttık, arkadaşlarıyla her gün görüş sağladık, benim verdiğim, vereceğim budur”... Konuşma, bir ulu hakanın, “Biz ki, bu mülkün....” tonunda sürüp gidiyor.

Bırakın kafası zaten allak bullak olmuş, süreci hazmetmeye çalışan PKK’liyi, silahlı silahsız Kürt hareketi militanlarını, Kürt siyasetçileri; kendinizi 30 yıllık savaş boyunca her türlü acıyı tatmış sıradan bir Kürdün yerine koyun... Nasıl hissederdiniz? Bu muzaffer muktedir dil, bu buyurgan üslup kafanızda, yüreğinizde nasıl yankılanırdı?


Barış dili eşitlikçidir

Öcalan’ın Nevruz mesajı, barış dilinin ve vizyoner bir barış tasavvurunun iyi bir örneğiydi. Öcalan’ın vizyonuna, önerilerine, kişiliğine itirazınız olsa bile, o metinde hiçbir kesimi incitici, aşağılayıcı, ötekileştirici bir ifade, hatta imâ yoktu. “Bunlar” sözcüğünde ifadesini bulan ayrımcılık yerine kimilerimizin fazla bulup eleştirdiği birlik vurgusu vardı. Yenilgi ve teslimiyet üzerinden değil, uzlaşma- barışma üzerinden okunması gereken bir helalleşme çağrısıydı. Oysa Başbakan’ın, hükümetin ve kimi yakın adamlarının, “gücümüzü gösterdik, boyun eğdirdik, istediğimiz kadar hak bahşederiz” vurgulu söylemleri, çözüm sürecinin olmazsa olmazı barış dilinin şimdilik çok uzağında.

Kimileri, “Başbakan ve adamları Türk kamuoyunu yatıştırmak için böyle konuşuyor”, diyerek kendi yüreklerine su serpmekteler. Belki de haklılardır, kolay iş değil. Ama unutmayalım; çatışma/savaş olan her yerde iki taraf vardır. Türk halkının gözetilmesi gereken hassasiyetleri kadar Kürt halkının da hassasiyetleri var. Bizler 30 yıllık çatışmayı uzaktan seyredip ahkâm keserken; topluma “terörist Kürt” imajı ve düşmanlığı her türlü psikolojik harekât ve manipülasyonla, militarist baskılarla, medya başta her türlü araç kullanılarak aşılanırken Kürtler o savaşın içinde yaşıyorlardı. Onların acıları, şehitleri, aşağılanmışlıkları, dolaysız mağduriyetleri Batıdakilerle ölçülemeyecek kadar fazlaydı. Şimdi onların da ikna edilmeye, acılarının tanınmasını, yaralarının sarılmasını umut etmeye, kendilerini yenilmişler olarak değil, barış içinde bir ülkenin eşit inşacıları olarak görmeye ihtiyaçları var.

Başbakan Erdoğan’ın adımının gerektirdiği politik cesaretin, bu ortamda böyle bir adımı ondan başka kimsenin atamayacağı gerçeğinin farkındayım. Bu tarihî adımın destekçisiyim. Ama artık, yukardan değil eşit konuşmayı, buyrukçu değil diyalogcu olmayı, Türkün nabzına şerbet verirken Kürdün yüreğine zehir akıtmamayı, kısaca empatiye dayalı barış dilini kullanmayı başarması gerek. Meselenin “teröristleri sınır dışına çıkarmak”tan ibaret olmadığını görüyorsa; Türkü, Kürdü, azınlığı, çoğunluğu ile halkın tamamının yasalar önünde de, onurda da, hak ve özgürlüklerde de eşit olacağı bir ülkenin inşası için gerekli ortak barış dilini kullanması gerek. Kitleler, üsttenci değil eşitlikçi olan barış dilini, aslında savaş dilinden daha iyi anlarlar. Ve o dili kullandıkça kişinin zihniyeti de siyasal hesapların kısırlığından kurtulup insana, vicdana ve gerçek barışa yaklaşır.

Şu çok kritik günlerde “serden vazgeçme”nin sözünü bile etmeyin Sayın Başbakan! Sadece o benci, üsttenci, kibirli dilden vazgeçin yeter. Süreci sadece kendi siyasetiniz için bir manivela olarak değil barışık, özgürlükçü, demokratik bir Türkiye hayalinin parçası ve ilk adımı olarak kavrıyorsanız, bu vizyon dilinize, üslubunuza yansır, yansımalıdır. Siz uzlaşmacı, eşitlikçi, yapıcı barış dilini kullanırsanız kitleniz o dile alışır, o dili benimser. Kürtlerin Öcalan’ın barış dilini benimsemeleri, hazmetmeleri gibi... Yoksa 49 değil 49 bin “âkil” de yetmez sürecin selametini sağlamaya.

T42

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0