‘Gelecek bizim siyasetimiz ve AKP arasındaki mücadele ile şekillenecek'

29 Ekim 2010 02:08  

 

‘Gelecek bizim siyasetimiz ve AKP arasındaki mücadele ile şekillenecek'

ÖZEL- Sadece 26 maddelik bir Anayasa değişikliğinden ibaret olan referandum Türkiye’nin siyasi hayatında bir deprem etkisi yarattı. Türkiye’de siyaset artık ‘referandum öncesi’ ve ‘referandum sonrası’ diye ikiye ayrılıyor. Referandum, yarattığı toplumsal etkinin yanı sıra siyasi akımlar içerisinde de ciddi kırılmalar yarattı. Özellikle de solda, 1989’da Almanya’ları ayıran ‘duvarın’ yıkılmasından sonra başlayan ve 1991’de SSCB’nin dağılması ile doruğa çıkan kırılmanın Türkiye’deki gecikmiş yansımaları Referandum sürecinde doruğa çıktı. Sesonline.net, solda yaşanan bu kırılmanın bir yarılmaya' / ayrışmalara giden nedenlerini ve olası sonuçlarını, bu yarılmayı nasıl yorumlamak gerektiğini Referandum sürecinde yürütülen ’Yetmez ama, Evet’ kampanyasının mimarlarından Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP)’nin Genel Başkanı Doğan Tarkan ile konuştu.

Arife Köse’nin röportajı...

» Arife Köse: Artık Türkiye’de her şey referandum öncesi ve referandum sonrası diye konuşuluyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz referandumu?

Doğan Tarkan: Referandum çok önemli bir aşama oldu, çünkü toplumdaki bir dizi gerginliğin bir kere daha ortaya çıktığı ve belli ölçülerde çözüldüğü bir gelişme oldu. Aslında Ergenekon davası başladığında Türkiye toplumunda bir ayrışma başladı ve bu kendisini sol içerisinde de gösterdi. Yani Ergenekon davasını destekleyenler, Ergenekon davasını küçümseyenler, küçümseyenlerin yanında Ergenekon davasını Hükümet partisinin yani AKP'nin bir psikolojik savaş oyunu, manevrası olarak görenler bir tarafa ayrıldılar. Diğer tarafta ise; içinde bizim de olduğumuz, davanın sonuna kadar gitmesini ve sadece ‘hükümete darbe’ ile sınırlı kalmayıp, faili meçhullere dek uzayarak genişlemesini isteyenler yer aldı. Arada, Cumhurbaşkanlığı seçimi, hemen arkasından gelen AKP'nin hak etmediği bir biçimde çok yüksek oy ile seçilip kazandığı seçim gibi önemli başka aşamalardan geçtik. Anayasa oylamasında bunların hepsi zirveye çıktı, çünkü bütün bu gelişmelerin üzerine yaşadığımız bir olay oldu. Bu halk oylaması Anayasa değişikliğinin maddeleri üzerine değil, AKP'nin bir güvenoyu alıp almaması üzerinden sürdürülmeye çalışıldı. Biz, ‘Yetmez ama, Evet’ kampanyası ile politizasyonun artmasına, Hayır’cıların tersine referandum kampanyasının Anayasa değişiklikleri içeriğinden uzaklaşılmamasına çaba harcadık. Neden ‘yetmez’ dediğimizi izaha çalıştık. Hayır oyu verenlerin çoğu aslında AKP’ye hayır oyu verdi. Evet oyu verenler ise daha çok değişime evet dediler.

» Peki referandumda ‘evet’ çıkması AKP'ye bir güvenoyu verilmesi midir?

- Hayır, AKP'ye bir güvenoyu verilmesi değildir. Toplumun büyük çoğunluğunun bir dizi politik gelişmede tutum almasıdır. Önce en önemli iki şeyden bahsedebiliriz; bir tanesi, bu toplum bir değişim yönünde oy verdi. 12 Eylül'ü en yoğun tartıştığı süreci yaşadı, 12 Eylül'e karşı oy verdi. 12 Eylül'ü hiç bilmeyenler 12 Eylül'ü öğrendi ve yüzde 58'i, 12 Eylül anayasasındaki bu küçük değişikliği, yeni, demokratik bir Anayasa’nın yapılabilmesine kapı açılışını destekledi. Bu açıdan önemli bir olay oldu. Ama ikinci ve daha önemli gelişme ise hem Kürdistan'daki boykot oylarının çok yüksek olması -bazı yerlerde %90 ı aşan boykot- ve Orta Anadolu'da eski MHP tabanının ve CHP'nin zayıf tabanının ‘evet’ oyu vermesi oldu.

» Bunun önemi nedir?

- Bugüne kadar savaştan yana, Kürt düşmanlığından yana, Türkiye'nin bölünmezliğinden yana politikalara oy vermiş olan büyük bir topluluk –iki, üç milyon insan- tutum değiştirdi ve barıştan yana, çözümden yana, açılımdan yana tutum aldı. Oysa MHP çok güçlü bir şekilde savaş kışkırtıcılığı yaptı. Dolayısıyla buna rağmen çok sayıda MHP seçmeninin, partisine aldırmayıp ‘evet’ oyu vermesi son derece önemlidir. Bu seçmen kitlesi artık savaştan yana değil, barıştan yana tutum almıştır. Milliyetçilik hala geçerlidir bu kitle için, belki ‘ülkenin bölünmezliği’ konusu da hala geçerli olabilir, ama son tahlilde barıştan yana tutum almıştır bu kitle. Dolayısıyla, herkesin gördüğü gibi hemen referandumun arkasından ateşkes uzadı. Bu işin muhatabının kim olduğu hep soruluyordu; Öcalan ile görüşülmeye başlandı, Kandil Dağı’ndaki yöneticilerle açık görüşülmeye başlandı, BDP ile ilk defa hükümet partisi ve hükümet resmi bir ilişki kurdu. Hâlbuki yakın zamana kadar, böyle bir şey yapmayı reddediyorlardı. Bütün bunlar durumun farklılaşmasına neden oldu. ‘Evet’ oyu bunu sağladı.

» Bütün bu ‘evet’ tavrının içinde ‘yetmez ama evet’ nasıl bir yere oturuyordu?

- ‘Evet’ oyu içerisinde bizim kampanyamızın çok büyük bir önemi var. Bunu mutlaka görmek lazım, çünkü biz yetersizliği ile birlikte evet oyu istedik ve çok etkili bir kampanya sürdürdük. Çok sayıda aydın, gazeteci ve en nihayetinde hükümet partisi bile bir ölçüde ‘yetmez’i kabul etmek zorunda kaldı. Başbakan çıkıp, ‘evet bu değişiklik yetmez, yeni bir anayasa yapacağız’ demek zorunda kaldı. ‘Yetmez’, bu topluma bir şey anlattı. Bu sefer bir ‘evet’ oyu vereceğiz, çünkü 12 Eylül anayasası birazcık değişiyor. Ama asıl önemli olan bu ‘yetmez’ kısmını düzeltmektir, yani yeni bir anayasa yapmaktır. Kürt sorununu mutlaka yeni anayasa içerisinde görmek gerekir, taleplerine cevap vermek gerekir ve özgürlükleri genişletmek gerekir. ‘Yetmez’ hep bunu anlattı, zaten ‘yetmez ama evet’ kampanyasında DSİP, Kürdistan’da boykotu destekledi. Dolayısıyla biz hem ‘evet’ oylarının daha fazla özgürlükçü olmasını sağlayan bir basınç yarattık, ‘evet’in yetmezliği üzerine bir kanaat oluşturduk, hem de barış sürecine önemli bir katkıda bulunduk. Boykotun tutmasına bizim katkımız az olmuştur elbette ama, politik bir katkıda bulunduk. Daha önemlisi Batı’da barıştan yana bir bilincin, barıştan yana bir tutumun oluşmasına katkıda bulunduk.

» ‘Yetmez ama evet’ kampanyasına yönelik en büyük eleştirilerden biri, ‘evet’ çıkmasının AKP’yi çok güçlendireceği ve bu nedenle bu kadar güçlenmiş bir AKP’nin ‘yetmez’ kısmındaki talepleri göremeyeceği, dikkate almayacağı idi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

- Bunun iki tane cevabı var. Bir tanesi barış görüşmelerinin hemen başlaması, karşılıklı olumlu adımların atılması, karşılıklı olumlu sinyallerin verilmesi ve süreç böyle gider ve biraz daha ılımlılaşırsa ateşkesin süreklileşeceği söylemi. Bütün bunlar ‘evet’ oyunun bir işe yaradığını gösteriyor. Türkiye'nin en önemli meselesinde, yani Kürt sorununda hükümetin, sivil siyasetin elinin çok güçlü olmadığını gösteriyor.

» Neden?

- Vesayetçi rejimin, silahlı askeri bürokrasinin gücü azaltıldı. Kürdistan'da boykot tutumu yani Kürt hareketi gücünü gösterdi. Dolayısıyla hareket gücünü gösterebildiği an hükümet bununla oturup konuşmak, pazarlık etmek, adım atmak inisyatif almak zorunda kaldı. Türkiye kısmına gelirsek, tabii ki bir iktidar partisi özgürlükleri bize sunmayacaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi bir burjuva partisidir, egemen sınıf partisidir, yeni liberal politikaları bugüne kadar uygulamış bir partidir ve tabii ki işçilerin özgürlüklerinin genişlemesi, siyasal özgürlüklerin genişlemesi onların en önem verdiği konular değildir. Ama ‘Yetmez ama evet’ kampanyası sayesinde ‘evet’ oyu verenler arasında oluşan bilinç kıpırtısı, hükümet üzerinde bir baskı oluşturacaktır, oluşturmaya başlamıştır da çünkü Başbakan hemen seçimden sonra ‘yeni anayasa’ dedi. Yeni bir anayasa konusunda adımlar atmak zorunda, bu arada değişen anayasa maddeleri konusunda uyum yasaları çıkarmak zorunda. Bundan daha ileri gidecek mi? Bizim oluşturduğumuz politizasyon da yeterli değildir. Bundan sonrası mücadele sorunudur. Eğer mücadele alanlarına çıkarsanız, büyük yığınları seferber etmeye devam edebilirseniz, o vakit, hükümeti özgürlükleri genişletmek konusunda sıkıştırırsınız. Yok, bunları yapamazsanız, etkisiz kalırsanız hükümetten özgürlükleri geliştirmesini bekleyemeyiz. Peki AKP seçimden sonra daha baskıcı bir hükümet haline mi geldi, zulüm mü arttı? Hanefi Avcı konusu etrafında bu bir miktar tartışılmaktadır ama bu çok küçük bir örnek. Dolayısıyla bir tek bu olaya bakarak baskının arttığını söylemek o kadar kolay değil.

» Medya tarafından mı çok şişiriliyor sizce bu söylem?

- Ana akım medya tarafından çok şişiriliyor. Kaldı ki AKP'nin özgürlükleri sınırlaması için daha bir ay önce bitmiş olan halk oylamasının havasından kurtulmuş olması gerekir. Bu toplum en güçlü şekilde özgürlükleri tartıştı. AKP'nin bu özgürlükleri verecek olması veya olmaması bir şeyi değiştirmez, toplum bunları tartıştı, benimsedi ve tutum aldı. Özgürlük vaat edenler yalan söylüyor olabilir. Örneğin, kimileri, sendikalarla ilgili maddenin göz boyamak ve aslında sendikaları, grev hakkını sınırlamak için yapıldığını söylüyordu. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum, ama bir an için bunu söyleyenlerin haklı olduklarını düşünelim; ama toplum böyle tartışmadı. Toplumun önüne sorun ‘özgürlükler’ olarak kondu ve yüzde 58 ‘evet, özgürlük istiyoruz’ diyerek oy verdi. Grev yasakları kalkıyor diye oy verdi. Mesele buradadır. Bu hava kırılmadan AKP’nin baskıcı bir partiye dönüşmesi kolay değil. Eğer bu hava devam ederse, mücadeleci bir ortam doğarsa, özgürlük talebi devam ederse, Kürt hareketi daha güçlü şekillerde yeniden kendisini ifade etmeye başlarsa, çok açık ki AKP’ye baskıcı bir parti olma kapısı kapatılabilir. Dolayısıyla iş bizim mücadelemize kalmıştır. Biz zaten bütün kampanya boyunca bunu söyledik, mesele 12 Eylül anayasasında bir kapının açılmasıdır. Bu kapı açıldıktan sonra biz, yani halk, işçiler ve ezilenler kapıdan içeri gireceğiz ve sonrası bize kalmıştır. Mücadeleyi yükseltebilirsek özgürlükleri kazanmaya devam edeceğiz, mücadele edemezsek yerimizde sayacağız. 12 Eylül Anayasası kadar kötü, sadece üç beş maddesi değişmiş bir Anayasa’ya mahkum olacağız. Şimdi artık o kadar tartışılmıyor, önemini kaybetmiş gibi görünüyor ama bütün referandum kampanyasının iki önemli maddesi vardı; Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyeliklerinin değişmesi.

» Evet, HSYK seçimleri yapıldı. Çok eleştiriliyor hatta bazı gazete yazarları HSYK seçimlerinden dolayı ‘Yetmez ama evet’ kampanyasını suçluyor.

- HSYK seçimlerinde bakanlığın el altından bir liste çıkarması çok yanlış. Eleştirilmesi gereken bir tutum ama sonuçta 11 bin hakim ve savcı oy verdi ve birilerini seçti. Bu bir adım. Gelecek seçimlerde durum değişebilir. Kaldı ki bugünkü HSYK yapısını beğenmeyenler herhalde önceki HSYK’yı beğeniyorlar. Şemdinli Savcısını meslekten men eden, Ergenekon savcılarını, hakimlerini değiştirmeye çalışan bir HSYK idi o. Son günlerde AİHM’nin Türkiye’yi mahkum etmesi ile sonuçlanan kararı nedeniyle kamuoyunun gündemine oturan, hani şu yargıladığı polislerin iftira dolu şikayetleri üzerine, (aşırı makyaj yapıyor, mini etek giyiyor gerekçesi ile) hiç bir yasal dayanağa uymayan keyfilikle Mersin’in Gülnar İlçesi’nde görev yapan kadın hakimi meslekten men eden HYSK bu sözü edilen...


» Anayasa mahkemesine ilişkin madde neden önemliydi?

- Çünkü örneğin Anayasa Mahkemesi başörtüsü konusundaki anayasa değişikliğini reddetti. Çünkü Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda garip bir karar aldı. Çünkü Anayasa Mahkemesi, referanduma giden süreçte, anayasa değişikliklerinin içeriği ile ilgili, kendi yetki sınırlarını aşan kararlar aldı. Kendisini adli bir organ gibi değil, sanki bir senato gibi kullandı. Şimdi bu değişiyor, bu çok önemli bir şey. Eğer yeni bir Anayasa istiyorsanız, bu yeni anayasanın özgürlükçü olması için anayasanın ilk üç maddesinden kurtulmalısınız. Bunun belki, bir yolu Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değişmesi idi. Belki yeni Anayasa Mahkemesi de bize bu kapıyı açmayacaktır ve yeni bir mücadele süreci başlayacaktır. Ama Anayasa Mahkemesi’nin eski yapısıyla adım atmak mümkün değildi...

» Bir de referandumdan sonra, yüzde 58, aslında yüzde 42’dir diyen eğilim çıktı. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?

- Bu çok komik. Temsili demokraside yaşıyoruz ve temsili demokraside biri diğerinden bir oy fazla alırsa onun dediği olur. Temsili demokrasi iyi bir şey mi? Hayır, ben temsili demokrasi yerine Sovyet demokrasisini tercih ederim. Ama ne yazık ki bu ülkede bugün Sovyet demokrasisi yok, temsili demokrasi var. Temsili demokrasi ise, totaliter bir rejimden, bir darbe rejiminden daha iyidir. Dolayısıyla bugün bu temsili demokrasinin kuralını kabul etmek durumundayız. Geçerli oy verenlerin yüzde 58’i evet dedi. Geçersiz oylar ise çöpe gitti. Boykotçuların oyları ise Kürdistan’da çok büyük bir iş başardı, Batı’da ise boykot hiçbir işe yaramadı. Ama yüzde 58 ‘evet’ dedi. Bunu hiçbir güç değiştiremez. İkinci eğilim daha ilginç, o da, ‘yüzde 42 aslında solcudur’ diyor. Bu argümanın iki sorunu var. Birincisi, bu yüzde 42’nin üçte biri MHP oyudur. Bunları solcu olarak görmek akıl işi bir durum değildir. Geriye kalan yüzde 28 oy ise CHP’nin oyudur. CHP’nin oyuna belki sol diyebilirsiniz, bu onlara göre mümkün, ama nasıl bir sol, bunu tartışmak lazım.

» Nasıl bir soldur?

- Solun bir kısmının da açıkça söylediği gibi, bu kitlenin en militan kesimi Cumhuriyet mitinglerine katılmıştır, darbe talep eden kürsü hatiplerini alkışlamıştır. Bu kürsüler darbe çağrısı yapmanın dışında da korkunç şeyler söylediler, ülkedeki Hıristiyan misyoner faaliyetlerini lanetlediler örneğin. Dolayısıyla CHP’nin solcu gibi gösterilmeye çalışılan yüzde 28’lik tabanı işte böyle çok vahim tutumlar aldı. Peki o yüzde 28’in içinde solu destekleyen, sosyalist sola gelecek olan kimse yok mudur? Tabii ki vardır. Bunların hepsini ırkçı, milliyetçi, ulusalcı diye görmek tabii ki yanlıştır. Ama bu tabanın ana eğilimi ulusalcı olmaktır. Solcu bile olsa ulusalcı solcudur ki bu çok tehlikeli bir kavramdır. Dolayısıyla o yüzde 28’e bakarak politika yaparsanız bir başka sorunla daha karşılaşırsınız, bu yüzde 28’in, yani 10 milyonun içindeki 1-2 milyon oy Türkiye’nin en zengin bölgelerinden alınmış oylardır. Bunları solcu olarak görenler oturup düşünmek zorundadır, bu nasıl bir soldur? Bunları da çıkarırsanız geriye daha da küçük bir hayır oyu kalır. Oraya mı bakmak lazım örgütlenmek için, buraya mı bakmak lazım, yoksa bütün Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin yoğun olarak oy verdiği ‘evet’e mi bakmak lazım? Benim tercihim ikincisidir. Biz, işçi ve emekçiler yoğun olarak ‘evet’ dedi. Peki neden bu tutumu aldılar? Şeriat istedikleri için mi AKP’ye oy verdiler? Elbette ki, hayır. AKP’ye yönelik diğer eleştirilere bakarsak, liberal olduğu için mi işçi ve emekçiler AKP’ye oy verdi? Baskıcı olduğu için mi işçi ve emekçiler AKP’ye oy verdi? Böyle olduğunu savunanlar zaten halka ‘koyun gibisiniz’ dedi. TKP, sokakta dağıttığı bildiride Nazım Hikmet’in şiirinden ‘koyun gibisin be kardeşim’ diye bir parça kullandı. Halkı koyun gibi gördüğünü söyledi. Referandumdan sonra herkes bir hatırlasın, televizyon ekranlarına çıkan sayısız ‘hayır’cı yorumcu, ‘hayır’ çağrısı yapan politikacı ‘halkın koyun gibi’ olduğunu anlattı. Kimizi ‘göbeğini kaşıyan adam’, ‘bidon kafalı’ dedi. Yani aslında kendi bilinci olmayan, kendi tercihleri olmayan, önünde oynanmakta olan oyunu görmeyen ve anlamayan, anlamadan gidip ‘sürüler halinde’ oy veren insanlar olarak gördü. Bunlar halkın çoğunluğunu küçük görenlerdir. Ama onlara göre ‘hayır’ oyu verenler ise, ne yaptığını bilir.

”SADECE LAFLARINI İADE ETTİM”

» Siz de bir röportajınızda ‘Türk solunun koyun gibi olduğunu’ söylediniz.

- Ben halkı küçük görenlerin, halkı koyun gibi gördüklerini sokakta bildiri ile ifade edenlerin, esasında ‘koyun gibi’ olduğunu düşünüyorum. Eğer ‘koyun gibi olmak’ biraz kıt zekalı, biraz önünde olanı anlamamak ise, evet halka koyun diyenler, yüzde 58’e ‘koyun’ diyenler gözlerinin önünde olanı anlamamaktadır, işçi ve emekçilerin tercihini anlamamaktadır. (Ben bir hayvan hakları savunucusuyum aynı zamanda. Hayvanları, insan türünün ilişkilerini açıklamakta kullanmaktan kaçınırım. Sadece dediklerini onlara iade etmek manasında kullandım...) MHP’nin oylarını solcu gibi görmeye çalışanlar halkın tutumunu anlayamazlar. Halkın büyük çoğunluğu, işçi ve emekçilerin ezici çoğunluğu, yoksulların büyük çoğunluğu ‘evet’ oyu verdi. Şimdi mesele, demokrasi ve özgürlük istediği için, askeri vesayete karşı olduğu için ‘evet’ diyenlerin AKP’nin tabanı olmasına karşı mücadele etmek gerekir. İktidar partisi bunları peşinde sürüklemeye devam edememelidir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde AKP ile mücadelenin ana unsuru ’Yetmez ama evet’ kampanyasına katılanlar olacaktır. Güçlü bir siyasal işçi örgütlenmesi, güçlü bir sosyalist örgütlenme buradan doğmaktadır.

”ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ İLE ‘SİYASİ GREV’, ‘GENEL GREV’ ÜZERİNDEKİ YASAKLAR KALKTI”

» Yani aslında, AKP’nin tabanı solun tabanı mıdır?

- Tabi ki. İşçi ve emekçiler solun tabanıdır. İşçi ve emekçileri kazanmadan solun herhangi bir ciddi adım atabilmesi mümkün değildir. Devrimci sosyalistler, Türkiye’nin en zengin bölgelerinden alınmış oylara bakarak politika yapmaz. Orta sınıfların oyuyla ve desteğiyle politika yapılamaz. ‘Evet’ oyu vermiş olan işçi ve emekçileri kazanmadan solun genişlemesi, kitleselleşmesi ve bir iktidar alternatifi haline gelmesi mümkün değildir. Dolayısıyla öncelikle bu yüzde 58’in neden ‘evet’ oyu verdiğini doğru anlamak lazım. ‘Sürü’ olduğu için değil, özgürlük istediği için, askeri vesayet rejiminden kurtulmak istediği için, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devam eden baskıcı rejimden bıktığı için ‘evet’ oyu verdi. Yanılıyor olabilir. AKP hükümeti ona özgürlükleri vermeyecektir. Ama şimdi işimiz eskiye göre daha kolaydır, çünkü özgürlükler etrafında biraz daha bilinçlenmiş bir yüzde 58 vardır. Dolayısıyla bu yüzde 58’i harekete geçirmek, daha fazla özgürlük için mücadeleye sokmak daha kolaydır ve bunu yaparak, bu tabana AKP’nin özgürlükleri verecek olan parti olmadığını göstererek kazanmak mümkündür. Şimdi mücadelemizin aşaması ‘yetmez’i anlatmaktır. Şimdi işimiz örneğin başörtülü kadın öğrencilerin üniversiteye girmesine yardımcı olmak ve bir kez daha özgürlükten yana tutum almaktır, ama aynı zamanda dönüp onlara ve bütün öğrencilere, bütün o yüzde 58’e aynı zamanda sivil polisin okula sokulduğunu anlatmaktır. Dolayısıyla, bir yandan AKP’nin özgürlükleri vermeyecek parti olduğunu göstermek gerekir. Diğer yandan özgürlükler için mücadeleye devam etmek gerekir. Başörtüsü çok iyi bir örnek. Bir yandan YÖK’ün kapatılmasını talep etmeliyiz, bir yandan başörtülü kadınların üniversiteye girme hakkını desteklemeliyiz. AKP’ye, başörtüsüne karşı çıkarak muhalefet etmekle, işçi ve emekçi yığınları kazanmak mümkün değildir. Bu anayasa değişikliği dayanışma grevi, siyasi grev ve genel grev üzerindeki yasakları kaldırdı. Şimdi işçi örgütleri bunları yapmaya hazırlanmalıdır. Bunu yapabildiğimiz takdirde anayasa değişikliğini kullanmış olacağız. Yapamadığımız takdirde suçlu AKP değil. Yüzde 58 ise özgürlük istediği için, siyasi grev, dayanışma grevi yapabileceğini düşündüğü için ‘evet’ oyu verdi. Tekrar dönüp ‘halkımız aslında değişiklik maddelerine oy vermedi ki, anlamadı ki bu maddeleri’ demek, yani halkı ‘sürü’ olarak görmek son derece yanlıştır. Bunu diyenler kendi durumlarına bakmak zorundadırlar. Bir sosyalist, halkı aşağılayarak siyaset yapamaz. Bütün mesele budur. (Aslında böyle tutum alan “sol”, bilinç altındaki Jakoben, tepeden inmeciliğini bir biçimde ifade etmektedir.)

”AŞAĞIDAN SOSYALİZME İNANIYORUZ”

» Peki şimdi bunu söyleyenler de sol, siz de solsunuz, ‘yüzde 42 aslında yüzde 58’dir diyenler de sol, ‘yüzde 42 aslında soldur’ diyenler de sol? Bu nasıl oluyor, kim sol?

- Burada en önemli şey politika yaparken nereye baktığınızdır. Eğer işçi ve emekçilere bakarak politika saptarsanız bir tutum alırsınız, başka sınıf ve tabakalara ya da kendi ideolojinize bakarak tutum saptamaya çalışırsanız bir başka tutum alırsınız. Üstelik kendi ideolojiniz dünyadaki bir dizi başka gelişmeyle şekillenmiş bir ideoloji ise yanlış yapmanız kaderiniz haline gelir. Türkiye solunun bir dizi örgütü bunu yapmaktadır. Uluslararası sosyalist hareketin tarihinin karanlık dönemini kendisine prensip olarak seçmektedir, yani Stalinizmi seçmektedir. Türkiye’de ise orta sınıfları seçmektedir. Ben ‘hayır’ kampanyası sürdüren solun çeşitli yazılarını hatırlıyorum, cumhuriyet mitinglerine orta sınıf eylemi diyen, Cumhuriyet mitinglerine sahip çıkan, biz orta sınıflara bakıyoruz diyen sayısız yazısını hatırlıyorum. Onlara bakarak Anayasa referandumunda tutum alırsanız tabii ki başka bir sonuca ulaşırsınız. Yani, hem ideolojik konumlanış, hem de ülkede siyaset yaparken baktığınız yer tutumunuzu belirler.
Biz, aşağıdan sosyalizme inanırız, yani işçi ve emekçilerin tutumuna bakarız.

» İşçi ve emekçilere bakmaktan söz ediyorsunuz ama sendikalar bu referandumda son derece parçalanmış bir görüntü sergilediler. Ya tutum almadılar, ya da bir şekilde ‘hayır’a yakın olduklarını ifade ettiler. Bildiğim kadarıyla sadece Memur Sen ve Hak İş ‘evet’ oyu vereceğini açıkladı. Bu duruma ne diyorsunuz?

- İki şeye bakmak lazım; DİSK bir tutum aldı, ama acaba ne kadar tabanını yansıttı, bilmiyorum. KESK, ‘hayır’ a yakın bir ses çıkardı ama bir tutum açıklamadı. O da ne kadar tabanını yansıtıyor, bilmiyorum. Kitle örgütlerinin ve sendikaların siyaset yapması son derece doğrudur ve gereklidir. Ama sendikalar siyaset yaparken tabanlarını yansıtmalıdırlar. Tabanlarını yansıtabilmek için belki mini referandumlar yapmalıydılar. (12 Eylül öncesi DİSK böyle yapardı. Sık sık Temsilciler Meclislerini toplardı.) Böyle yapmadılar. Sendika yöneticileri çıktılar ve bir tutum açıkladılar. Ne kadar tabanlarını yansıtıyorlar, doğrusu bilmiyorum. Toplumun genel eğilimine bakarsak besbelli ki DİSK’in tabanı esas olarak ‘evet’ dedi. DİSK’in örgütlü olduğu şehirlere bakalım, buralardan ‘evet’ oyu son derece yüksek çıktı. İstanbul’un işçi bölgelerinde ‘evet’ oyu son derece yüksek. Ankara’nın yoksul semtlerinde ‘evet’ oyu son derece yüksektir. Buradan yola çıkarak işçi ve emekçilerin ‘evet´dediği sonucuna ulaşabiliriz. Dolayısıyla sendika önderlikleri hangi tutumu almış olurlarsa olsunlar, ‘evet’ demedikleri sürece tabanlarından farklı bir yere düşmüş oldular. Aslında gidip üyelerine sormaları gerekirdi ‘evet’ mi, ‘hayır’mı diye. Eğilim belirlemeli idiler. ’Hayır’ demenin doğru olduğunu düşünen yöneticiler ‘hayır’ propagandası yapabilirlerdi. Ama tabanları bir tutum alırdı ve o sendikanın tutumu olurdu. Doğru olan demokratik adım budur. Dolayısıyla sendikalar tabanlarının dışında bir yere düştüler. Ve sendika hareketimizin bu kadar cılız olmasında zaten bu durum çok önemli bir etken. Genel grev yapıyor sendikalar ve çok güçsüz oluyor. İşte bu nedenle tabanın ortak olmadığı bir mücadele süreci zayıf olmak zorundadır. Neden biz ve geri kalan sol farklı tutum aldık referandumda? Çünkü biz aşağıdan sosyalizmi benimsiyoruz ve işçi ve emekçilerin tutumuna bakıyoruz. Derdimiz ise işçi ve emekçilerin harekete geçirilmesidir. Referandumdan sonra hemen harekete geçirmek için elimizdeki bütün olanaklarla harekete geçtik.

» Ne yaptınız?

- 13 Eylül’de ilk olarak 12 Eylül’cüler hakkında toplu ‘suç duyurusunda’ bulunduk. Yeni kampanyalar başlattık. Başka bir dizi kampanyaya hazırlanıyoruz. ‘Yetmez, Yeni bir Anayasa istiyoruz’ kampanyası bunlardan biri. Kürt sorununda hemen sokağa çıktık. Koma Ciwaken Kurdistan (KCK) / 'Kürdistan Topluluklar Birliği' davasını izlemek ve Kürt halkıyla dayanışmak için 15 kişilik bir heyetle diyarbakır’a gittik. Yanımızda, uluslararası sol ve sosyalist partilerin dayanışma mesajlarını götürdük. Benimle birlikte DSİP Genel Sekreteri, 2 Genel Başkan yardımcımız ve İstanbul il örgütünden yoldaşlarım katıldı. Mahkeme günü Diyarbakır’da BDP bayraklarının yanı sıra, DSİP ve barış bayrakları dalgalandı.
‘Hayır’ diyenlerin ise; bugüne kadar sesleri solukları çıkmadı, tek tük polisin üniversite’de olmasına karşı yapılan küçük çaplı protestolar dışında. Bir de “hayırcı sol” grupların gençleri başörtüsü ile üniversiteye girme hakkına karşı tutum aldılar. İnanılır gibi değil. Çok gerici bir duruma düştüler.
‘Hayır’cılar, ‘hayır’ oyu veren büyük orta sınıf kitlesinin bezginliğine kapıldılar. Biz ise ‘Yetmez ama evet’ diyenlerin coşkusuna sahibiz. Dolayısıyla mücadele edebiliyoruz. Biz, referandumdan bu yana iki kere Kürt sorunu etrafında sokağa çıktık.
Küresel ısınmaya karşı bütün dünya ile birlikte sokağa çıktık. Referandumdan bu yana üç kere sokağa çıktık. Neden? Çünkü kendimize güveniyoruz, çünkü coşkuluyuz. Çünkü özgürlüklerin kazanılması konusunda çok küçücük de olsa bir adım attık ve kazandık. Burada bir nokta çok önemli, devrim yapacak bir işçi sınıfı, reformları kazanmadan bir devrim gerçekleştiremez. Kazanımlarını biriktirmeyen, kazanımlarda bilinci gelişmeyen bir işçi sınıfının devrimci bir işçi sınıfına dönüşmesi mümkün değildir. Bu referandum bir reform mudur? Çok küçük de olsa bir reform olarak görebiliriz. Çünkü, 12 Eylül Anayasası’nda küçük de olsa bir gedik açılmıştır. Ve bu, özgürlük sloganı etrafında gerçekleşmiştir, dolayısıyla bir reformdur. Şimdi büyük yığınlar bu reformu kazanmış olmanın ruh haline sahipler. Ama çelişki nerede doğacak? Önümüzdeki seçimlerde doğacak. Önümüzdeki seçimlerde AKP, bu yüzde 58’i kendi oy tabanı haline getirmek için çaba sarf edecek. Bunda başarılı olacak gibi görünüyor, çünkü karşısında güçlü bir muhalefet hareketi yok. Tek alternatif ‘yetmez ama evet’i örgütleyen güçlerdir.

” KİTLESEL BİR SOL PARTİYE DÖNÜŞME YÖNÜNDE DSİP’E BİR AKIŞ VAR”

Biz işçi ve emekçilere gidip, ‘AKP de yetmez’i anlatmaya başlayacağız ve eğer AKP’yi zayıflatacak bir güç varsa o da bizim siyasi kampanyamız olacak. CHP’nin, MHP’nin ya da ‘hayır’cı solun AKP’yi zayıflatacağını bir saniye bile düşünmüyorum. Belki MHP kaybettiği seçmenin ufak bir kısmını geri kazanabilir. Ama CHP’nin ve ‘hayır’cı solun herhangi bir kazanım elde edebileceğini düşünmüyorum. Eğer AKP’nin gücünü azaltacak bir faktör varsa, o da ‘Yetmez ama evet’i örgütleyen, bu anayasa değişikliğini yetmeyen kısmını da açıklayarak destekleyen güçlerdir. Ancak biz AKP’yi geriletebiliriz. Dolayısıyla sorun, önümüzdeki dönemde sol içindeki mücadeleyi bir kenara itip dönüp ‘Yetmez ama evet’ içinde yer alan herkesi örgütlemek, büyük bir siyasal güç oluşturmaktır. Bunun zaten ilk işaretleri var, bize dönük bir eğilim ve akış var. Bunu hızlandırmak ve kitlesel bir siyasal partiye dönüştürmek bizim önümüzdeki en önemli görevdir. Eğer bunu seçimlerden önce başarabilirsek AKP ile daha ciddi hesaplaşabiliriz. Eğer yapamazsak, hesaplaşma daha zayıf olur. Gücümüzle orantılı bir mücadele sürdüreceğiz elbette. Ama, güç de biriktiriyoruz artık. AKP’ye karşı mücadele eden gerçek güç, biziz. ‘Hayır’cıların AKP’ye karşı bir mücadele sürdürme yeteneği yoktur, onun tabanını etkileme yeteneği yoktur, işçi ve emekçileri kazanma yeteneği yoktur. Çok işçi lafı etmek ama orta sınıf oylarından mutlu olmak, Bağdat Caddesi’nden çıkan oyları sol oylar diye görmek işçi ve emekçileri kazanmak için yetmez, taam tersi bir sonuç doğurur.

» Yukarıda Stalinizm’den söz ettiniz. Referandumda tutum almakla Stalinizmin nasıl bir ilgisi olabilir?

- Stalinizm, yani tek parti diktatörlüğü, yani sosyalizmi sadece devletleştirme olarak gören anlayış 80 yıl önce bu ülkede Cumhuriyet kurulurken bir başka biçimde hayata geçti. Bu ülkede de tek parti diktatörlüğü kuruldu. Devlet yatırımlarıyla sanayi geliştirilmeye, yeni bir sanayi burjuvazisi yaratılmaya çalışıldı. Çok büyük benzerlik vardır. Türkiye solu, bu Kemalist geleneğin içinde gelişti. Bu Kemalist gelenekten güç alarak, bunun modernizmini, bunun devletçiliğini kendisine ilke edindi. Bir taraftan da Stalinizmin tek ülkede sosyalizm anlayışından kaynaklanan uygulamalarını gördü. Zaten solda hâkim olan ideolojik fikir Stalinizm olduğu için bu ikisini kendisinde birleştirerek ‘garip bir sol’ haline geldi. Bu solda ulusalcılık çok güçlüdür. ‘Hayır’ oyu veren bazı sol örgütlerin yayın organlarında Kürt hareketinin bu ‘ülkeyi bölme tehdidi’ oluşturduğunu okursunuz ve bundan telaşlandıklarını görürsünüz. Onlar, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını, ayrılma hakkını tanımazlar. Ülkenin bütününü ve kardeşçe yaşamayı öne çıkarırlar. Ya da Cumhuriyet değerlerinden,‘Cumhuriyet kazanımlarından’ söz ederler. Cumhuriyet değerlerinden söz ettiğiniz zaman ’Dersim katliamı’nı onaylarsınız. Kürt ulusunun tanınmamasını onaylarsınız.
Kürt hareketine böyle bakan bir sol açıkça ulusalcıdır. Stalinizme baktığınızda ulusalcı yanını görüyorsunuz, dönüp buradan Kemalizme baktığınızda ulusalcı yanını görüyorsunuz. Dolayısıyla, kendisini sol gibi gösteren bu iki akımın Türkiye solu üzerinde çok güçlü bir etkisi vardır. Türkiye solunun bütün parçalarını kapsamıştır demiyorum. Çünkü içinde bir dizi grup vardır ki, bir gelenek vardır ki sürekli Kemalizm ile mücadele etmiştir. Zaman zaman Stalinizme yakın düşmüştür belki, ama Kemalizme karşı mücadele etmiştir. Leninist bir geleneği sürdürmeyi başarmıştır. Bu kesim, hep Kürt halkının yanında tutum almıştır. Ulusalcılık ayrışmasının yanı sıra, böyle bir ayrışması da var Türkiye solunun. Kemalizme ve Stalinizme bakan ve ikisini birleştiren ve bugün ulusalcı olan sol bütünüyle ‘hayır’ oyu verdi. Yani orta sınıf ile birlikte tutum aldı, Türkiye’nin zengin sınıfları ile birlikte tutum aldı. Zengin sınıfların değerlerini cumhuriyet değerleri olarak savunmaya çalıştı. Ve izole oldu. Bugünden sonra bir şansı var mı? Hayır, yoktur. Küçük gruplar olarak varlıklarını sürdürebilirler, ama kitleselleşmeleri ve büyük işçi ve emekçi yığınları kapsamaları mümkün değildir. Çünkü orta sınıf temellidirler, ulusalcı bir ideolojiye sahiptirler, Kemalist’tirler, dolayısıyla askeri vesayete karşı tutum almakta zorlanırlar ve Stalinist oldukları için yine ulusalcıdırlar ve Kemalizme yakındırlar. Dolayısıyla böyle bir solun büyük yığınların desteğini alması mümkün değildir. Hele Türkiye gibi askeri vesayetin bugüne kadar hala egemen olduğu bir ülkede büyük işçi ve emekçi yığınların askeri vesayetten kurtulmak için istekli olduğu bir ülkede askeri vesayete karşı açık tutum alamamak sol için ölümcül bir hatadır. Ergenekon davaları açıldığından bu yana Türkiye’de askeri vesayete karşı bir dizi önemli gelişme oldu. Henüz askeri vesayet tehlikesi bitmedi, ama bir dizi gelişme oldu. Türk solunun ‘hayır’cı kanadına bakıyorsunuz, bunların hiçbirinde yer almadılar, bunlara karşı mücadeleye girmediler, sokağa çıkmadılar. Tam tersine, hep Ergenekon davalarına karşı kuşkucu bir tavrı ifade ettiler. Aynı zamanda Kürt özgürlük hareketine karşı kuşkucu bir tavrı ifade ettiler, Cumhuriyet mitinglerini desteklediler. Ve sonuçta daralmak zorunda olan, işçi ve emekçilerin desteğini kazanamayacak bir sol doğdu. Öbür tarafta ise Stalinizme karşı olan, Stalinizmin tepeden inmeciliğine, İttihat ve Terakkiciliğe, tek parti diktatörlüğüne ve Kemalizme karşı tutum almış olan, askeri vesayete karşı sokağa çıkma cesaretine sahip olan, darbelere karşı sokağa çıkma cesaretine sahip olan solun ise gelişme şansı vardır. Şu anda bir gelişme içinde olsak bile, bunun çok daha hızlanması mümkündür ve gerçekleşecektir. Neden derseniz, çünkü biz işçi ve emekçilerin tutumunun yanında tavır alıyoruz. Bu nedenle gelişme şansımız var. Bunun örneklerini de yaşıyoruz.


» Ama o sol gruplar da darbelere, askeri vesayete karşı olduklarını, yeni bir anayasa istediklerini söylüyorlar…

- Söylemde öyle ifade edbilirler mahçupca. Ama fiiliyatta aldıkları tutum ortada. Türk solunun içinde 1970’lerden beri Kemalizme karşı mücadele eden bir damar vardır. Kürt hareketinin yanında hep açıkça tavır almıştır. Ancak bu kesim de Ergenekon sürecinde aktif olarak sokağa çıkıp darbelere karşı mücadele etmemiştir. Kenardan karşı olduğunu ifade etmiştir, belki küçük çaplı eylemler de yapmıştır ama yığınsal harekete katılmamıştır. Bu arkadaşlar hata yapıyorlar. Belki, Kemalizme karşı olmak gibi doğru bir düşünceye sahipler, ama sokağa çıkmamakla hata yapıyorlar. Büyük yığınlara, darbelere, askeri vesayete karşı olduklarını sokakta göstermeyerek hata yapıyorlar. Biz ne diyoruz sokağa çıktığımızda? Darbe olursa sokağa çıkıp ‘elimize ne geçerse onunla darbeye karşı duracağız’ diyoruz. İşçi ve emekçilere birazcık cesaret veriyoruz, birazcık duygularını paylaşıyoruz ve sokağa çıkmalarına böylelikle yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bana sorarsanız Kemalizme karşı olan, Kürt ulusal hareketinin yanında tutum alan, ayrılma hakkını savunan sol bizim gibi yapmalıdır, yani darbelere, askeri vesayete karşı sokakta mücadele etmelidir. Anayasa bir nebze bile değişecek olduğunda bundan yana tutum almalıdır. O zaman işçi ve emekçilere dönüp, ‘evet bak ben de seninle birlikte anayasa değişikliğine evet dedim, ama gör, bu hükümet bunları yapmamak için elinden geleni yapacaktır’ deme şansına sahip oluruz.

Tarihte bir 'birleşik cephe' politikamız var. Bu politikayı Stalinistler reddederler. Birleşik cephe politikası, komünistlerin sosyal demokratlara dönüp, ‘gelin birlikte iş yapalım, birlikte ana düşmana, faşizme karşı mücadele edelim’ önerisidir. Bunu önce parti liderliğine önerir, sosyal demokrat parti liderliği kabul ederse, o zaman komünistler en iyi mücadele edenler olarak sosyal demokrat tabanı kazanmaya çalışırlar. Sosyal demokrat önderlik birleşik cephe önerisini kabul etmezse, o zaman komünistler sosyal demokrat partinin tabanına dönüp ‘gelin o zaman biz tabanda bir birlik oluşturalım ve faşizme karşı mücadele edelim’ derler. Türkiye’de böyle bir durum yok tabi. Örneğin Almanya'da bir Komünist partisi, kendisinden çok daha yığınsal sosyal demokrat partiye birlikte çalışma çağrısı yapamaz. Ama birleşik cephe politikasında şudur önemli olan, Komünistler sosyal demokrat işçilere ‘bakın sizin önderliğiniz bu işi yapmıyor, bizimle birlikte davranırsanız faşizmi yenebiliriz’ derler. Biz de aynı şeyi AKP’ye oy verenlere diyeceğiz. ‘Bakın AKP bu işi yapamıyor, gelin birlikte yeni bir siyasal oluşum içine girelim. AKP’den kopun, sola katılın, bir güç haline gelelim, işçi ve emekçilerin siyasal örgütü olalım’ çağrısını yapabileceğiz. Bunu bizden başka yapabilecek olan yok. Eğer Kemalizme karşı olan, ayrılma hakkını savunan sol bizimle birlikte tutum alırsa aynı olanağa sahip olacaktır. AKP’ye oy veren, ya da referandumda yüzde 58 ‘evet’ oyu verenlere dönüp ‘bu iş AKP ile olmaz, bizimle olur, gelin birlikte yürüyelim’ der. Ama bizim Kemalizme karşı olan solumuz biraz ütopik bir tutum almaktadır, yani sosyalizm çağrısı ile büyük yığınları sosyalizme kazanacağını düşünmektedir. ‘Yaşasın devrim ve sosyalizm’ çağrısı büyük yığınların devrime ve sosyalizme gelmesini sağlamaz. Büyük yığınlar önce reformları kazanmak, kazanmayı öğrenmek, özgürlüklerini genişletmek durumundadır ki ancak ondan sonra devrim ve sosyalizmin gerekli olduğunu bir büyük mücadele anında kavrar ve devrim yapar. Aksi taktirde size karşı tutum alır. Ama onunla beraber tutum alırsanız bunu yapmaz. Biz bunu darbe yürüyüşlerinde görüyoruz. Darbe yürüyüşlerine sadece sosyalistler katılmıyor, başka siyasal eğilimlere sahip emekçiler de katılıyor. Biz önlerine ’Sosyalist İşçi’ gazetemizle gittiğimiz zaman çok şaşırıyorlar. Bir sol örgütün darbeye karşı olduğunu görerek çok şaşırıyorlar. Çünkü onlar CHP’ye bakıyorlar, CHP ‘Ergenekon’un avukatı’ olduğunu söylüyor, onlar da sola arkasını dönüyor elbette. Onlar avukat istemiyor, savcı istiyor. Askeri vesayetin yargılanmasını istiyor. Ve bizi görünce çok şaşırıyorlar. Ama bizi görünce şaşıran o unsurlar bizimle birlikte ve bizim sloganlarımızla yürüyor. İşte olumlu olan budur. Dolayısıyla solun Kemalizm’e karşı olan, askeri vesayete karşı olan kesimi bence durumunu yeniden düşünmelidir ve birlikte askeri vesayete karşı mücadele etmelidir.


» Ama artık bu askeri vesayetin tamamen yenildiği söyleniyor ve dolayısıyla AKP’ye karşı mücadele etmeliyiz deniyor. Bu doğru mu sizce?

- Önce şunu söylemek gerekir, bunu söyleyenler bugün askeri vesayete karşı hiçbir zaman sokakta mücadele etmediler ki.
Öte yandan durum tastamam böyle olsa bu doğru bir tespit olabilir. Yenilmiş olan egemen sınıfı bir kenara bırakıp zafer kazanmış ve üstümüze doğru gelmekte olan egemen sınıfa karşı mücadele önem kazanır. Ama bugün Türkiye’de askeri vesayet tam olarak yenilmedi. Darbe tehditlerinden ve ordunun siyasi gücünden henüz kurtulmadık. Bunları diyebilmemiz için MGK’nın dağıtılması, Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması gerekir, ordunun sayısının azaltılması gerekir, yeni bir Anayasa gerekir, savaşın bitmesi gerekir, Kürt ulusunun temel haklarının anayasal güvence ile birlikte tanınması gerekir vs… Ancak bunlar olduğu takdirde biz geçmişi mağlup etmiş, yüzleşmiş olacağız. Bunların olmasına katkıda bulunmak, kazananı köşeye sıkıştıracak gücü bizim de kazanmamızı sağlar. Onun için bence Kemalist olmayan sol sokağa çıkmalıdır, darbelere karşı tutum almalıdır. Darbe tehdidi henüz bitmemiştir. Bu taleplerin geçekleşmesi konusunda hiç mi mesafe almadık? Hayır, çok mesafe aldık. Sayısız darbe karşıtı gösterimizde TSK’nın başının ‘çenesini kapamasını’ istedik. MGK’nın dağıtılmasını, Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığı’na bağlanmasını savunuyoruz. Bütün bunlar bugün toplumda daha kabul edilen görüşler haline geldi. Hükümet partisi bu basınçla TSK’nın karşısına çıkmaktadır. Tabii ki sınıfsal karakteri gereği yer yer uzlaşmaktadır, ama bu basınç nedeniyle uzlaşması daha zordur. İkisi de, hükümet de ordu da egemen sınıfın iki temsilcisidir, tabii ki uzlaşacaklar. AKP, TSK ile uzlaştı diye söylenmenin bir anlamı yok ki, ikisi de egemen sınıfın gücüdür. Ama hükümet ile TSK arasında bir çelişki olduğu da açıktır. Aşağıdan gelen basınç ne kadar güçlü olursa uzlaşmaları o kadar zor olur. Uzlaşmakta ne kadar zorlanırlarsa askeri vesayetin tasfiyesi o kadar hızlı olacaktır, tasfiye eden ise mutlak güç olarak bu süreçten çıkamayacaktır. Çünkü ona baskı yapan, onu iteleyen güç de onun yanı sıra yükselmektedir. İşte önemli olan budur, bu ikisini aynı anda gerçekleştirmektir. Onun için ‘Yetmez ama Evet’ çok doğru bir adımdı.

”GENÇ SİVİLLER, BAĞIMSIZ BİR OLUŞUM”

» ‘Yetmez ama evet’ kampanyasına yönelik eleştirilerden bir tanesi de kampanyanın AKP ile bağının olduğu iddiasıydı. Bu konuda ne diyeceksiniz?

- Yetmez ama Evet kampanyası bütünüyle bir taban inisiyatifine dayanır. Her toplantısında dayanışma katkısı toplanmıştır, bu toplanan paralarla siyasi faaliyet sürdürülmüştür. Bütün bu siyasi faaliyetin AKP ile hiçbir ilişkisi yoktur. Türkiye’nin en az satan gazetesinde çıkan ‘AKP’den para alıp pankart astırdığımız’ gibi iddialar yalandır. Bu kampanyayı biz çeşitli güçlerle birlikte yaptık. Bu güçlerden bir tanesi de Genç Siviller’dir. Ben, bir başka röportajımda ’Genç Siviller’in içinde AKP’ye yakın olanlar da olabilir’ şeklinde ifade etmiştim. Aslında bu ifadem biraz kastımı aşmış. Genç Siviller, demokrasi için mücadele eden, demokratik kazanımlar için mücadele eden bağımsız bir oluşum. Ve bu nedenle bazı etkinliklerimizde onlarla sağlam bir işbirliği yapabilmekteyiz. Zaten başka demokrasi temelli kampanyaların yanı sıra ‘Yetmez ama Evet’ kampanyasında da birlikte faaliyet sürdürdük.

”GELECEK BİZİM SİYASETİMİZ VE AKP ARASINDAKİ MÜCADELEDE ŞEKİLLENECEK”

» Özellikle ‘Yetmez ama evet’ kampanyasından sonra Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP)’ne bir yönelim olduğunu söylediniz. DSİP olarak bundan sonraki hedefleriniz nelerdir?

- DSİP gelişmekte olan bir siyasi partidir. DSİP şu anda iktidarın alternatifi elbette ki değildir. Bunu söyleyen sol grupların hiçbirisi doğru söylememektedir. DSİP, hızla büyüyen, hızla genişleyen bir partidir. Ve sanırım bu bir kartopu gibi daha da hızlanacaktır. Neden hızlanacaktır? Yukarıda söylediklerim bir arada düşünülürse, biz işçi ve emekçileri kazanma şansına sahip olan bir siyasete sahibiz. Bu nedenle hızla büyümekteyiz. Kaldı ki ‘yetmez ama evet’ kampanyası Türkiye’deki sosyalistlerin, kendisini solda tanımlayanların kendisini emekten yana, ezilen ulustan yana tanımlayanların büyük çoğunluğunu kapsamıştır. Kamuoyunda yansıtılmaya çalışılanın tersine, solun büyük çoğunluğu ‘Yetmez ama evet’çidir, küçük bir azınlığı ‘hayır’cıdır. Çünkü ‘yetmez ama evet’in gösteri ve toplantılarına bakın ve bir de bizden çok daha fazla sayıdaki sol örgütün sürdürdüğü ‘hayır’ kampanyasının toplantı ve gösterilerine bakın, bizim her türlü eylemimiz, her türlü toplantımız defalarca büyüktür. Toplumda yaratmış olduğumuz etki çok daha büyüktür, sosyalistler arasında yaratmış olduğumuz olumlu etki çok daha büyüktür. Ve zaten bu nedenle, sözlü ve bazen fiziki olarak ağır ve sistemli bir saldırı altındayız. Bu sadece iyi ve doğru bir şey yaptığımızı gösterir. Ve kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, DSİP büyümekte olan, gelişmekte olan, işçi ve emekçi yığınları daha fazla kapsamakta olan ve geleceğin güçlü sosyalist partisini yaratacak olan örgütlenmedir. DSİP, önümüzdeki günlerde örgütlenmesini daha da hızlandıracak, il ve ilçeler bazında örgüt sayısını artıracaktır. Bu doğrultuda planlama ve çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Gelecek bizimle, bizim temsil ettiğimiz siyasi söylem ile AKP arasındaki mücadelede şekillenecektir. Bunu çok açıkça ve güvenerek söylüyorum...

* * *

DOĞAN TARKAN KİMDİR?


1948’de Ankara’da doğdu. 27 Mayıs darbesi gerçekleştiğinde ilkokulda okuyordu ama okulun diğer öğrencileri ile birlikte sokak gösterilerine zorlandı. Daha sonraki yıllarda ise Kıbrıs gösterileri için sokağa çıkarıldı.
1963 yılında, Türkiye İşçi Partisi (TİP)’e sempati duydu. 1964 yılında TİP’e katıldı. İlk siyasi çalışmalarını Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)’nda gerçekleştirdi. Kızılay’da Dönüşüm Dergisi satışlarına katıldı.
TİP’e Eskişehir’de resmen üye oldu. Burada yoğun köy çalışmaları yaptı. Daha sonra Ankara’da işçiler arasında çalıştı. Bildiri dağıtmak için gittiği Karabük’te tutuklandı ve bir süre hapishanede kaldı. Daha önce de Ankara Merkez Cezaevi’’nde 3 ay tutuklu kalmıştı.
İlk katıldığı grev Ankara temizlik işçileri greviydi. Bu yıllarda ‘İşçi Birliği’ ve ‘Proleter’ gazetelerini çıkardı. Bir grup FKF üyesi ile birlikte Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kalkmasına neden olan yazıyı bildiri haline getirerek dağıttığı için hakkında TCK. 142’den dava açıldı, 12 Mart sonrasında bu davadan aldığı ceza kesinleşti.

1970’de bir grup arkadaşı ile birlikte TİP’ten koptu ve Öncü İşçi gazetesini çıkardı. 12 Mart darbesinin hemen ardından İstanbul’a yerleşti.
İstanbul’da küçük bir işçi grubu oluşturdu, 1976 yılında THKPC’li kadroların kurduğu Kurtuluş grubuna katıldı.
Kurtuluş Dergi ve gazetesinin çıkışında çalıştı. Birçok yazıyla bu yayınlara katkıda bulundu.
Kurtuluş grubu içinde, bütün güçlerin işçi sınıfına yönlendirilmesini ve örgüt içi demokrasiyi savundu ve muhalefete düştü.
12 Eylül darbesinden sonra örgüt kararı ile önce Şam’a, ardından Lübnan’a gitti. Bir sene sonra ise Londra’ya gitti, 1992 yılına kadar Londra’da kaldı. Arada kısa süreliğine Türkiye’ye geldi ve geri döndü.

Yurtdışında Kurtuluş örgütü içinde yaşanan ayrışmada ’Geçici Kurtuluş Örgütü’nde yer aldı. Bu grubun çıkardığı Sosyalist İşçi Gazetesi’nde yer aldı, birçok yazısı bu gazetede yayınlandı.
1992’de Türkiye’ye geri döndü, hakkında açılmış davalar ve almış olduğu cezalar TCK’nın 141 ve 142. maddeleri kalktığı için düştü.
Sosyalist İşçi gazetesi , bu arada yayınlanmaya başlanan ‘İşçiler ve Politika’ ve ‘İşçiler ve Toplum’ dergilerinin yerine yeniden aylık bir dergi olarak yayınlamaya başlandı.
1997 yılında Sosyalist İşçi etrafında toplanan kadrolar ’ni kurdu.
Doğan Tarkan, bu partinin ve partinin içinde yer aldığı kampanyaların tüm çalışmasına katıldı. Halen DSİP’in Genel Başkanı’dır. Evli ve bir çocuk babasıdır.


Arife Köse, Doğan Tarkan ile röportaj.


» Birgün Gazetesi'nden İbrahim Aydın, TKP Genel Başkanı Erkan Baş, Sosyalist Gelecek sözcüsü Ertuğrul Kürkçü, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi
(DSİP) Genel Başkanı Doğan Tarkan, Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner tartışıyor... 25 Ekim 2010,NTV (VİDEO)


Sesonline.net




 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0