‘Evet’ ya da ‘hayır’ bütün sorun bu - Namık Çınar

30 Ağustos 2010 13:42  

 

‘Evet’ ya da ‘hayır’ bütün sorun bu - Namık Çınar

Köklü değişiklikler getiriyor diye mi... Toplumumuzun “bıçak kemiğe dayanmış” sorunlarını bir çırpıda nihayet dindirecek siyasal çözümleri önümüze koyabildiği için mi...

Neden önemli, bu referandum öyleyse?..

Taa! kuruluşundan beridir, özündeki bakış açısı değişmeyen bu siyasal sistem, kimi sıra değişim rüzgârları estirir gibi yapıp, gerçek bir “sivil-demokratik yapı”yı arayıp durduysa da, tam 90 yıldır hep bildiğini okudu; hiç yolundan sapmadan.

Birtakım dönüşümlerin şafağı olabilecek süreçler “askerî darbeler”le kesildi. Her seferinde ilâve tahkimatlarla güçlendirilen “üst hukuk kurumları”yla korundu. “İdeolojik bir program” olarak okullarda ve üniversitelerde “zerk” edildi. –Bu nedenle de, eğitim süreçlerinden geçmemiş kara kalabalıklar(!) ironik bir biçimde “temiz” kalmışlardır.- Ve medyatik alanlarda da “tellâliye”likleri yapılageldi.

Fakat “düzen” artık tıkanmıştır. Onu koruyup kollamak azmindeki elitlerin ellerinden lime lime dökülmektedir.

Doğruyu yaptıklarına inanarak, “ancien regime”lerini muhafazaya ahdettikleri, andını içtikleri bu yapı, “seçkin”lerden kurtulup, nihayet “gerçek sahibi” olan “halk”ın ellerine geçmek üzeredir.

Fakat direnç var gücüyle sürmektedir. Bürokrasinin “taşlaşmış değer yargıları”yla ördüğü duvar, öyle kolayından aşılabilecek gibi görünmemektedir. Toplumun yarısı “ayık”sa da, öteki yarısı henüz “esrik”tir hâlâ.

Bunun temel nedenlerinden biri, tarihsel dönüşümü “Ak Parti”deki gibi bir “zihniyet”in mi yapacak olduğuna duyulan şaşkınlıktır.

Kala kala, bunlara mı kalmıştır. “Skolâstik düşünce”nin yatağı olan “din denizi”nde yıkanarak, nasıl arınılabilir ki?

İşte yanılgı tam buradadır.

Ve buna yol açan da; sözde solcu “toplum mühendisleri”nin, tepeden inmeci “Jakobenler”in, toplumsal devinimlere “hareket sığası” veren güç kaynağının “ide”ler olduklarını sanmalarıdır.

Oysa, yaşamın “maddi örüntü”leri... bu “maddi yaşam”ın tarih içerisinde “öyle evrilerek” yol ve rol aldığı sırada, varıp ulaşmış olduğu merhâleler...

Ve bu durumun yaşayanı olan “o andaki halklar”ın reflekslerine yansıyan “yeni siyasal besinler”in kalorisi...

İşte bunlar belirlerler oluşumları, “idea”lar değil.

Kim “çıkışın kapısı”ndaysa –ki, bu rastlantısal değildir asla, kimse saptırmasın- “Süleyman odur”. Taht onundur şimdi.

Doksan yıllık tıkanılmışlığı, “aslolan hayattır” mucibince, sana-bana göre “örümcek kafalı” gibi görünen bu “muhafazakâr-devrimci” kesim üstlenmektedir, açmak ve aşmak için.

Dindardırlar. Muhtemelen nice bağnazlıkları da vardır, sürüsüyle her birinin.

Ve fakat, tarih onlara rastlamaktadır bugün ve hep onlara rastlar zaten, reddetmedikleri bu mağdurluklar misyonunda.

Ne ki, tarihin “eskiyi süpüren bir makine”si olarak, “ilerici”dirler; istedikleri ya da istemedikleri için değil. Bunu “hiç mi hiç” plânlamadıkları hâlde, öyledirler.

Ötekiler öylesine gerici, öylesine “gerici”dirler ki, bunlar ne olurlarsa olsunlar “ileride” kalmaktadırlar, onlara nispetle.

Zaten “plânlama”ya kalksalardı, “Skolâstik gerici bir modeli” plânlarlardı, doğal olarak. Belki bundan sonraki aşamalarda yapabilirler, bunu kalkıp.

Ama o zaman da, gerisine düşerler yaşamın. Hayat verdiği, “inisiyatif”i çeker alır, o lâhza ellerinden.

Ve kendi devirdikleri “bürokratik tekil iktidar”ların tutuculuklar çöplüğündeki bir başka versiyonuna yazdırırlar adlarını da, onlara katılarak.

Nitekim, eskiden içinde oldukları, ama durumu kavrayıp ondan koptukları bir önceki partileri böyle bir konumdaydı zaten.

O nedenle, şimdi “dinli”dirler gene, ama “dinci” değildirler, eskisi gibi. Kalkıp dinci olurlarsa eğer yeniden, “sonun başlangıcı” o gündür onlar için.

“Paşa keyifleri” bilir.

Bu yüzden, gerçekten “demokrasi” olursa bu ülkede, korkmasın hiç kimse. Demokratik ortamdaki “halkın gücü”, ne “generaller”inkine benzer, ne “yüksek hâkimler”inkine, ne de başkalarınınkine. Bunlar “solda sıfır” kalırlar, toplumsal akışkanlığın “debi”si karşısında.

Öyleyse...

Bu “referandum”un neden önemli olduğuna dönersek yeniden; bakacağımız yer, hangi anayasal maddenin ne getirip, ne götüreceği değildir artık.

Çünkü burada açık açık, “geniş anlamda” bir “iktidarın elde tutulması ve ele geçirilmesi” kavgası vardır.

Bu anayasa değişiklikleri, 90 yıllık yapıyı kökten değiştirmeye yönelik olarak, asıl büyük ve gerçek anayasayı yapmaya yarayacak olan “penisilin testi” niteliğindedir.

Eğer toplum bunu onaylamazsa, penisilin testinde olduğu gibi, ortaya “alerjik” bir durum çıkacak ve sittinsene bir daha, “82 Anayasası”na ve “düzen”e dokunulamayacaktır.

Ama eğer toplum onaylarsa bu değişiklikleri, “alerjik” bir durum doğmayacağı için, “penisilin tedavisi” süreçlerine geçilebilecektir.

Bu çerçevede olmak üzere, değişim rüzgârlarıyla yelkenlerini şişirerek, yeni “seçim dönemi”ne girecek olan “AKP” ise; başından beri kendisini dahi aşan bir misyonla bağlı ve yüklü olarak, “AB” ölçütlerinde bir “reform süreci”ni daha kararlı ve hızlı bir şekilde yürütmeye bir kere daha “mahkûm”dur, artık.

Diğer “durağan” toplum kesimlerinden ve onların yansımaları olan siyasal partilerden, bir düzen değişikliğini ummak ise, tam bir “gaflet” olacaktır, seçenek sanıp.

Türkiye toplumu, “evrensel öykü”sü bir gün kendisine de gelip çatan “Hamlet”inki gibi bir ikilemle yüz yüzedir, şimdi:

“Evet, demek ya da dememek,
işte bütün sorun burada!
ide’de takılı kalıp, katlanması mı güzel,
vesayetin zalim yumruklarına ve oklarına
yoksa diretip, 90 yıllık belâ denizlerine karşı
dur, yeter demesi mi?
Hayır, demek uyumak
saklamak sadece kendinden bile.
Nedir hayatı yaşanır kılan
yoksa kim dayanırdı zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, toplumsal gururun çiğnenmesine,
küçük insanların kepaze edilmesine.
Kanunların bu kadar yanlı ve yavaş
yüzsüzlerin bu kadar çabuk büyüyüp yürümesine
güçlülere kul olmasına zavallıcıkların
kurtulmak varken
kim ister bunlara katlanmak?
Egemene karşı gelerek belâlara atılmaktansa,
yılgınlık ve küçük hesaplar korkak ediyor hepimizi
Ve 12 Mart’ta, 12 Eylül’deki nice yiğitçe atılışlar
yollarını değiştirip bu yüzden,
Demokratik birer eylem olma gücünü yitiriyorlar,
yaşlanarak ve eskiyerek.”


Namık Çınar - cinarnamik@hotmail.com

Taraf


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0