‘Evet’ demek mi zor ‘hayır’ demek mi daha kolay - Cafer Solgun

18 Temmuz 2010 23:01  

 

‘Evet’ demek mi zor ‘hayır’ demek mi daha kolay - Cafer Solgun

Cunta anayasasına “evet” diyen, meydanlarda Evren’in konuşmalarına “As! As!” diye tempo tutarak karşılık veren halkım... Bu utançtan silkinip kurtulmanın zamanı bir başka 12 Eylül gününe denk geldi.

“Evet” demek mi zor; “hayır” demek mi daha kolay? Anayasa değişikliği paketinin, kendisini rejimin “yüksek senatosu” olarak konumlandırdığı anlaşılan Anayasa Mahkemesi’nden “kısmi müdahale” ile kurtulmasının ardından referanduma gidecek olması, en az bu cümle kadar “tuhaf” bir durumu ortaya çıkardı. Tek kanallı televizyon yıllarımızda Erkan Yolaç’ın sunduğu bir “evet-hayır” isimli yarışma programı vardı. Bu programda yarışmacılar, Yolaç’ın şaşırtmacalı sorularına “evet” ya da “hayır” sözcüklerini kullanmadan yanıt vermek durumundaydılar. Ve pek az yarışmacı bunu başarabiliyor, sonuçta “evet” ya da “hayır” sözcüklerini kullandıkları için yarışmayı yitirmiş oluyorlardı. Bu yarışmayı hatırlamamın ve hatırlatmamın nedeni, bir süredir kendimi o yarışmacıların psikolojisi içerisinde görüyor olmam. Zira “evet” demek için de, “hayır” demek için de, hatta “boykot etmek” için de herkesin kendince nedenleri var.

5 Nisan 2010 günü bu sayfada yayımlanan yazımda, 12 Eylül darbe anayasasının Türkiye’nin temel problemi olan demokratikleşme önündeki en büyük “yasal engel” olduğunu belirtmiş ve bu anayasanın inkârcı, yasakçı ideolojisine, ruhuna sinmiş olan “İstiklal Mahkemeleri” mantığına dikkat çekmiştim. Aynı yazımda bu darbe anayasasını kitlesel olarak değiştirme talebini dillendiren Kürtlerin ve Alevilerin istemlerinin dikkate alınmamasını da eleştirerek, “kozmik odalara girilebilen, ‘Balyoz’ planları soruşturulan bir Türkiye’nin anayasası, öngörülen bu anayasadan daha iyi ve ileri olmak zorundadır” demiştim.

Kutuplaşmalar siyasi
Ancak daha çok yargı ile ilgili düzenlemeler içeren 26 maddelik anayasa değişikliği paketi, sonuçta, 12 Eylül 2010 günü referandum sandığıyla birlikte halkın önüne bu haliyle gelecek. Değişiklik paketiyle birlikte baş gösteren “evet” ve “hayır” tartışmalarının yol açtığı ayrışma, bugünlerde daha da netleşti ve önümüzdeki günlerde bu ayrışmanın apaçık bir kutuplaşmaya dönüşeceğini kestirmek zor değil. Ne ki bu ayrışma ya da kutuplaşma, tartışma konusu olan değişikliklerin ne getirip ne götüreceğinden çok, siyasal bir nitelik taşıyor. Nitekim CHP ve MHP, niyetini gizlemiyor ve referandumu “AKP’ye hayır” kampanyasına dönüştürmeye hazırlanıyor. Bu ulusalcı, statükocu koalisyon ile aynı cephede yer almanın izah edilmesi güç ağırlığı nedeniyle BDP de “boykot” kararı almış durumda. AKP de muhtemelen statükoculuğa vurgu yapan bir kampanya yürütecek.

Bu tablo içerisinde “keşke” demenin bir anlamı ve değeri yok; ama yine de 12 Eylül darbe anayasasının tümüyle tarihin çöplüğüne gönderileceği bir yeni ve sivil anayasa 12 Eylül’de referandum konusu olsaydı, darbecilerle darbesevicilerin yıllarca “bu anayasa yüzde 92 ile kabul edildi” maskaralığına ve darbe anayasasıyla yönetiliyor olmak utancına son verilmiş olacaktı. İktidar buna cesaret edemedi. Anlaşılan, iktidarda kalmanın yolunun, hala “derin” güçlerle “dengeleri” korumaktan geçtiğine inanıyorlar...

Öngörülen değişiklikler, Türkiye’nin ihtiyacı olan demokratikleşme düzeyine kesinlikle denk düşmemektedir. Demek ki henüz “muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkmak” mecaline sahip değiliz!

Hayır demenin kaçılamaz anlamı
Dolayısıyla, herkes kendi güncel siyasi çıkar ve hesapları doğrultusunda bu referandumu kullansa da, yine de “evet mi hayır mı” sorusu olanca ağırlığıyla karşımızda duruyor. “Gönlümden geçen anayasa bu değil” deyip “hayır” denebilir; ama bu durumda açık veya dolaylı şekilde darbe anayasasını savunmak durumuna düşmüş olmayacak mıyız? “Ne kadar değişirse o kadar iyidir” diyerek “evet” deyince ise, bu kez, ister istemez “bu anayasanın tümüyle değiştirilmesi isteğimiz bu değişiklikle birlikte bir daha duyulmaz olacak” şeklinde bir kaygı beliriyor insanın içinde. O halde doğru yol “boykot” mudur? Gençlik yıllarımız boyunca “seçim çare değil, tek yol devrim” sloganları atmış olmaklığımız sebebiyle bu “boykot” mevzuuna çok da yabancı sayılmam. Ama bu seçeneği benimsemenin sonuçları da “hayır” cephesine yazılmayacak mı? Bu durumda dönüp bu değişikliklerin neler içerdiğine bir kez daha ve daha yakından bakmak gerekiyor.

Bu değişikliklerin kabulü ve yürürlüğe girmesiyle birlikte, bir süredir kendisini vesayet rejiminin “öncü savaşçısı” olarak konumlandırmış bulunan HSYK kararlarına itiraz ve yargı yolu açılmış oluyor. (Bu arada HSYK’nın bir 12 Eylül kurumu olduğunu da akılda tutmak gerek.) Dolayısıyla örneğin Şemdinli Davası iddianamesini “dengelere” göre değil hukuk normlarına göre hazırladığı için meslekten ihraç edilen Ferhat Sarıkaya, hakkındaki keyfi “hukukî idam” kararına itiraz ederek mesleğine geri dönebilecek. 12 Eylül darbecileri için iddianame hazırladığından dolayı aynı akıbete uğrayan Sacit Kayasu da, hukukî mücadele imkânına kavuşabilecek... Eşi benzeri görülmemiş bir mantıkla şu veya bu iddiayla (duruma ve döneme göre “komünist”, “bölücü”, “irticacı” vb.) YAŞ kararıyla ordudan ihraç edilen askerler itiraz etme ve hakkını arama imkânı bulabilecek... Partileri kapatıldığı için milletvekillikleri düşürülen kişiler, mesela Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk Anayasa Mahkemesi’ne itirazda bulunabilecek. (Parti kapatmayı zorlaştıran maddenin Meclis’ten geçemediğini unutmuyoruz tabii). Anayasa Mahkemesi’ne “bireysel başvuru” hakkı tanınacak... Meclis Başkanı ve Genelkurmay Başkanı Yüce Divan’da yargılanabilecek... Sivillerin askerî mahkemede yargılanması tuhaflığına son verilecek... Kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı tanınacak. Memurların korkulu rüyası haline getirilen uyarı ve kınama cezaları yargı denetimine tabi olacak. Siyasi amaçlı grev, lokavt, dayanışma eylemi gibi etkinlikler üzerindeki yasaklar kalkacak... Ve darbe anayasasının belki de en hukukun anasını ağlatan maddesi, geçici 15. madde kaldırılacak. Malûm; bu madde cuntanın lideri Kenan Evren ve cunta üyeleri ile cunta hükümetleri ve Danışma Meclisi’nde “görev” yapan kişileri sorumlusu oldukları karar ve uygulamalardan dolayı yargıdan “muaf” tutuyor.

Değişikliklerin getireceği yeniliklerin belli başlı olanları bunlar. Eğer statükodan beslenen biri değilseniz bunların hangisine, nasıl ve neden “hayır” diyebileceksiniz?

Kürtlerin, Alevilerin ve bir bütün olarak “özgürlük”, “demokrasi” ve “eşit yurttaşlık” istemlerinin sahibi olan darbe ve vesayet mağduru kesimlerin dikkate alınmaması bu değişikliklerin en büyük handikabıdır. Ama bu değişiklikler, hak ve özgürlük mücadelesinin imkânlarını daha da genişletmektedir; bunu da görmezden gelemeyiz.

Bazı tartışmalarda dile getirilen şöyle bir kaygı da var: “AKP kendi gündemi için bizi kullanıyor olmasın?” Bu sorunun tersinin de mevcut olduğunu unutmamak kaydıyla, asıl sorunun eşitlik, özgürlük ve adalet değerlerini esas almak olduğuna inanıyorum. Ölçümüz doğru olursa, oyumuzun rengi de doğru olur.

Cunta anayasasına hayır
12 Eylül darbe anayasası 6 Kasım 1982 yılında, Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı ile birlikte referanduma götürüldüğünde, “hayır” oyu kullanmak adeta yasaktı. “Hayır” kampanyası düzenleyenler tutuklanıyordu. Benim de içinde bulunduğum binlerce solcu genç darbe mahkemelerinde yargılanıyordu. O günlerde katıldığımız bir duruşmada bizi gözü yaşlı, çaresiz ailelerimizden başkasının duymadığını ve bu uğurda dayak yiyeceğimizi de bile bile halkımıza “cunta anayasasına hayır” çağrısı yapmıştık. Kenan Evren’in meydanlarda “asmayıp da besleyelim mi?” konuşması yaptığı yıllardı. Ve meydanlardan Kenan Evren’e insanların tempo tutarak verdiği cevap yıllardır kulaklarımda çınlıyor: “As! As! As!”...

Cunta anayasasına “evet” diyen, meydanlarda Evren’in konuşmalarına “As! As!” diye tempo tutarak karşılık veren halkım... Nazım Hikmet’in deyişiyle “kabahat biraz da sende”... Ama bu utançtan silkinip kurtulmanın zamanı bir başka 12 Eylül gününe denk geldi...

Kenan Evren henüz yaşıyorken ve aklı başındayken, ona asıl cevabınızı verin: Cunta anayasasına hayır!


CAFER SOLGUN/Taraf (HerTaraf)

cafersolgun@gmail.com

17.07.2010

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0