2010’da ekonomi siyasetin gölgesinde kalacak - Ümit İzmen

05 Ocak 2010 03:43  

 

2010’da ekonomi siyasetin gölgesinde kalacak - Ümit İzmen

Geçen yazıda 2009 yılında Türkiye’nin küresel krizden hak etmediği ölçüde çok etkilendiğini vurgulamıştım. Siyasi gelecek ne kadar belirsiz, istikrarsızlık ihtimali ne kadar yüksekse, ekonomik performans da o kadar düşük oluyor. Bu açıdan 2009 yılı çok ders çıkartılması gereken bir laboratuar gibiydi.

Krizlerin bir tek iyi özelliği var. Her krizin fırsatları da beraberinde getirdiğini ve Çincede krizin bu iki anlamı barındıran bir kelime olduğunu söylemeyeceğim. Krizlerin en iyi tarafı bir gün bitecek olmaları. Hatta daha da iyisi, ne kadar sürecekleri, ne zaman ve nasıl bitecekleri hakkında eldeki çalışmalar epey fikir veriyor.

2010 yılında küresel krizin gündemden düşmeye başlayacağını söylemek büyük bir feraset gerektirmiyor. Kriz sonrasında dünya ekonomisinde büyümenin çok hızlı olmayacağını söylemek de şaşırtıcı değil. Bu koşullar altında Türkiye ekonomisinde ancak orta karar bir performans beklenebilir.

Küresel kriz sonrasında dünya finansal sisteminin düzenlenmesinde önemli değişiklikler olacak. Eski gevşek düzenleme ve denetim anlayışı değişecek. Tek tek finansal kurumların riskini kontrol etmeye dayalı düzenleme anlayışı yerini sistemi bir bütün olarak ele alan yaklaşıma bırakacak. Finansal piyasaların bu yeni sisteme kendilerini uyarlamalarına kadar geçecek süre içinde, Türkiye gibi büyümesini dış kaynaklara dayalı olarak gerçekleştiren ülkeler sıkıntı yaşayacaklar.

Finansal sistemin çalışma esaslarındaki değişiklikler, reel sektör üzerinde de etkili olacak. Üretim zincirlerinde meydana gelecek değişikliklere bağlı olarak üretimin ve dış ticaretin dünya üzerindeki dağılımı da değişecek. Yılın son günlerinde ABD’nin Çin’den ithal edilen çelik ürünlerindeki gümrük vergilerini bir kez daha yükseltmesinde olduğu gibi. Dünya üzerinde ticaret savaşları yoğunlaşacak. Bu savaştan Türkiye’nin kazançlı çıkması zor.

2010’da ihracata bel bağlanamayacak. Ülkeler 2009’da krize karşı pompaladıkları devlet yardımlarını 2010’dan itibaren geri çekmeye başlayacak. Kamu harcamalarındaki bu azalmayı özel sektör telafi edemeyecek. Çünkü artan işsizlik, düşen gelirler ve eriyen varlıklar özel sektörün talebini sınırlayacak. Türkiye’de de bütçe açığındaki bozulmayı frenlemek üzere 2010 yılına girerken kamu hizmetlerinde yapılan zamlar, iç talep artışını olumsuz etkileyecek. Yüksek işsizlik zaten yurtiçi talebi yavaşlatıyor.

Bu koşullar altında Türkiye ekonomisi 2010’da ancak yüzde 3-4 civarında büyüyecek. Hiç heyecan verici değil. Bu rakamlarla iktidarı ne göklere çıkarmak mümkün olur ne de yere batırmak. Peki, 2011’de heyecan artar mı? Bu sorunun yanıtı son günlerde iyice ısıtılmış olan erken seçim tartışmalarına da malzeme oluyor. Ama 2010 ile 2011 arasında seçimlerin tarihini etkileyebilecek bir ekonomik performans farkı olmayacak.

IMF anlaşmasının yapılıp yapılmaması bu genel resmi kaydadeğer ölçüde etkilemeyecek. Belki en önemli etkisi, ekonominin gündem içinde ne kadar yer işgal edeceğini belirlemek olacak. IMF ile anlaşma olması durumunda ekonomi iyice arka planda kalacak. Olmaması durumunda ekonomi politikalarındaki risk algısı daha yüksek olacağı için hükümet politikaları eleştiriye daha açık olacak.

Krizin ikinci bir dip yapma ihtimali gibi konularla gündemin ekonomiye kayacağı ve işler daha kötüye gitmeden erken seçime gidileceği iddiaları olsa olsa hedef saptırma olarak yorumlanabilir. Sağlı sollu popülist çığırtkanlıklara rağmen, ekonomi erken seçim ihtimalini etkileyebilecek bir heyecan içermiyor.

Ekonomik performansın artmasının önündeki engeller bugün politika tercihleri ve uygulama becerileri olmaktan ziyade yapısal konular. Türkiye hem hızla büyümek hem de daha adaletli, dengeli, doğaya saygılı bir ekonomik yapı oluşturmak zorunda. Karşı karşıya olunan sorunları bugünden yarına çözmek mümkün değil. Çözüm için önce önyargılardan arınmış olarak sorunları önümüze koymak, sorunun tüm taraflarının adil temsil edilebildiği bir süreç içinde konuyu etraflıca tartışabilmek gerekiyor. Mevcut siyasi ortam bu tartışmaya imkân vermiyor.

Ekonomik performansı esas belirleyecek olan eğitimdeki sorunların aşılması, teknoloji ve Ar-Ge’ye ağırlık verilmesi, Kürt coğrafyası başta olmak üzere, geri kalmış bölgelerin ekonomik potansiyelinin açığa çıkarılması gibi faktörler ancak şimdi boğuştuğumuz siyasi sorunlar aşıldıktan sonra hak ettikleri ciddiyetle ele alınabilir. Askerî vesayet devam ettiği ve siyasi istikrar askerî-bürokratik seçkinlerin rehinesi olmayı sürdürdüğü sürece, kimse Türkiye’den ekonomik sıçrama beklemesin.


Taraf
04.01.2010

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0