Bütün çağlarda buz devrinde yaşayan kadınlar

09 Mart 2014 14:15 / 1778 kez okundu!

 

 

Beni kimin öldürdüğünü görmedim. Kalabalıktılar. Kadınlar için bütün çağlarda karanlıktı sokaklar. İlk kez yalnızlıktan öldüğümü düşünüyorum bu yüzden. Sonrasında ise, başka coğrafyalarda, başka bedenlerde, başka sebeplerle binlerce kez öldürüldüm.

Ataerkilliğin ve kapitalizmin erkekler lehine besleyip büyüttüğü erkek zihniyetiydi asıl katilim. Gelmiş geçmiş bütün vakitler suskundu cinayetler işlenirken. Kaneviçe gergeflerinde boy veren çiçeklerin rengine çok yakışan “işlemek” yüklemini “cinayet” sözcüğünün yanına kim iliştirdi bilmiyorum.

Kurbağayı öperek sevgiliye çevirmek

Aslına bakarsanız, yalnızlıktan da önce masallarda kaybettim ben sevinçlerimi. Kırmızı başlıklı kız olup kurda yem oldum, Külkedisi olup beni ayakkabı numaramdan tanıyacak kral oğluna uygun bulundum. Ya saçlarıma asılarak kuleye tırmanıp beni kurtaracak adamı beklemeye ya da kurbağayı öperek kendime yar etme fikrine mecbur kılındım.

Hal böyle olunca da, Ferhat dağları delerken Şirin’in evde oturmasına, Mecnun çölleri aşarken Leyla’nın parmağını bile oynatmamasına şaşırmadığım gibi, masalları kimlerin yazdığına da kafa yormadım. Mecnun Leyla’ya "firkatin bana kafidir, vuslata takatim yok”diye seslendiğinde bile, onunyüksek egosunun farkına varamadım. Ev bark çoluk çocuk koca kahrı derken, soru işaretiyle biten cümleler kuracak mecali kendimde bulamadım. 

Seyrettiğim Yeşilçam filmlerindeki eline erkek eli değmemiş ve dolayısıyla “kirlenmemiş” kızların tek emeli ve arzusu, esas oğlanla evlenerek evinin kadını olmaktı. Medya endüstrisinin ürettiği TV dizilerinde ise; yenmeyip de yanında yatılacak kadar lezzetli yemekler yapabilen, çamaşırlardaki en inatçı kir ve lekeleri çıkarabilen, her daim genç ve güzel kalabilen ve eninde sonunda esas oğlanla evlendirilen kadınlar vardı.

Yaşadığım hayatlarda ben de, bir erkeğin kızı olarak doğdum, bir diğerinin karısı olarak yaşadım, bir başkasının annesi olarak öldüm.  Eş, anne, yenge, fedakar, cefakar, sadık, titiz, tutumlu, becerikli, anlayışlı, ağırbaşlı, hamarat sayıldığımda övüldüm.Zilli, cadı, çaçaron, eksik etek, kaşık düşmanı, yarım akıllı, saçı uzun aklı kısa, evde kalmış, dul, fahişe sözleriyle yerildim.

Öldürülmek suçunu işlemek

Ne ki her zaman uzun ömürlü değildim. Kiminde çocukluğum, kiminde yaşama sevincim, kiminde de bedenimi yok eden cinayetlerle öldürüldüğüm hayatlarım öyle çoktu ki.

Bu ülkede, sadece gazetelere yansıyan sayılara* bakarsak, 2010 yılında 217 kez, 2011 yılında 257 kez, 2012 yılında 165 kez, 2013 yılında 214 kez başka yaşlarda ve başka isimlerde bedenen öldürüldüm.

Ne zaman öldürülsem, suçlu olduğum algısını yaratan ayrıntılar bezendi haberlerin içine. Orada ve o saatte ne işim olduğu soruldu da, saldırganın orada ve o saatte ne işi olduğu merak edilmedi. Annemin, babamın, kardeşlerimin, akrabalarımın, arkadaşlarımın yaşamları didik didik edildi de, kimsenin aklına düşürülmedi katilin katilliğinin hangi süreçlerde şekillendiği.

Erkeğin bir anlık öfkesinden dem vuruldu çoğu kere ve o öfkenin kurbanı olduğuma karar verildi. Ne ki, ölüm bir anda olup biten bir şey ya da bedenin sustuğu an değil ki. Çok öldüğümden biliyorum bu gerçeği, uzun sürüyor bir insanın ölümü. Ve aslında ölen sadece öldürülen değil, hepimizin “insan olma hakkı” değil mi?

Yazana da okuyana da zor geliyor ölümden söz etmek bunu da biliyorum. Biraz da bu yüzden, en mutlu olmam gerektiği varsayılan günlerde çekilen fotoğraflarımla veriliyor bütün öldürüldüğüm haberleri. Yaşım küçükse eğer gözlerime bant çekilip, adım iki harfe dönüştürülüyor. Öldürülmek bir suçmuş ve ben bu suçu işlemişim gibi bütün kişisel bilgilerim hoyratça ortalığa saçılıyor. Toplumsal cinsiyet kalıplarına dökülerek yok edilen benliğim, böyle gelen sistemin böyle gitmesini isteyen zihniyete armağan ediliyor.

Aynı haberlerde, katilimin tanınmasını sağlayacak fotoğrafına yer verilmiyor çoğu kez ve namusunu temizlediğinden, ağır şekilde tahrik edildiğinden, mahkemede taktığı kravat ve giydiği ceketiyle büründüğü iyi halinden söz ediliyor. Bütün olumsuzluklar “kadın” sözcüğüne yüklenip ölümü hak ettiğim düşüncesi sızdırılıyor cümlelere.  O yüzden yolda görseniz tanımazsınız katillerimi, komşuda rastlasanız ürpermezsiniz, çoğunluğunun baba, abi, kardeş, akraba, sevgili, koca olmalarına şaşırmazsınız.

Penguenlerin hayatının öncelendiği, incir kabuğunu doldurmayan konuların manşetleştirildiği televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında normalleştirilip tüketilir kadınların öldürülme haberleri. İzleyenin/okuyanın bilincine işlenense, kadın, ahlak ve namus kavramlarının bölünmez bütünlüğüdür.

Kavramlar doğru tanımlanmalı

Kadın bedenindeki bir zara endekslenen namus insanın beynindedir ve en büyük ahlaksızlık bir canlıyı öldürmektir oysa.

Oyun çağındaki kız çocuklarını satmak, satın almak ve bu ticarete seyirci kalmakonları gelin edip de babası dedesi yaşında adamlarla aynı yatağa koyarak tecavüzü meşrulaştırmaktır. Tecavüze uğrayan çocuğun kendi rızasından dem vurmak ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığın raporlamaktır. Mahkemelerin yükü azalsın diye kız çocuklarını tecavüzcülerle evlendirmeye kalkışan anlayıştır asıl, toplumun ahlakına aykırı olan.

Asıl ahlaksızlık, elbirliğiyle normalleştirmektir bu anormal kadın düşmanlığını. Canı tehlikede olduğu için koruma isteyen kadınlara aldırmamaktır. Şiddetten kaçan kadınlara sığınacak yeterli mekanları sağlamamaktır. Kadının bedenine ve doğurup doğurmama kararına el koymaya kalkışmaktır. Reklamlarda satışı yapılacak metayla birlikte kadını cinsel obje olarak sunmaktır. Kadınlara dair haberleri erkek bakışıyla yeniden inşa ederek yazmak ve yazdırmaktır.

Kadını değersizleştirerek cinayete yardım ve yataklık etmek

Memleket insanı yokluktan yoksulluktan yarı aç yarı tok yaşamaya çalışırken, kadından en az üç çocuk doğurmasını istemek ve kürtajı fiilen yasaklamak, kadın bedenine müdahale etmektir.

Kadın erkek aynı okulda, aynı merdivende, aynı yurtta, aynı evde oturmasın ve fakat daha lisede okurken evlenip çoluk çocuğa karışsınlar, kredi de veririz, kredi borcunu da sileriz, diyen zihniyettir, kadını hayattan koparıp dört duvar arasına sürgün etmeye çalışan.

"Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum”, "Kadına şiddet abartılıyor" “Dekolte giymek taciz nedenidir”, “Hamile kadının sokaklarda dolaşması terbiyesizliktir”, “Türk kadını evinin süsüdür” yargıları, kadını değersizleştirerek cins ayrımcılığını körüklemektir. Kadın eş olsun, anne olsun, yenge olsun, illa ki erkeğin bir şeyi olsun, yeter ki kendisi olmasın demenin başka bir şeklidir. 

“Cennette tam müminlere günde 100 bakire, en alt derecedekilere günde 72 bakire verilecektir. Kadınlar cinsi münasebetten sonra yine bakire olacaklardır. Cennetlik erkekler 33 yaşına döndürülecek, vücutları kılsız, yüzleri sakalsız, gözleri sürmeli olarak cennete gireceklerdir.** “ diyerek cennete dair seksten başka hayal kuramayanların akıl kıtlığıdır, kadını ikinci sınıf gören. 

Hal böyle olunca da geleneklerle, göreneklerle, alışkanlıklarla, kanıksamalarla, normalleştirmelerle, görmezden gelmelerle, erkeği yüceltip kadını küçümsemelerle, kadını erkeğe tabi yaşamaya boyun eğdirmeye çalışmakla katillere yardım ve yataklık edilmeseydi eğer, kadın olduğum için bu kadar çok öldürülür müydüm?

Öldürüldüğümde Bir Kurbağayı Öpmekten Geliyordum Edip Abi***

2009 senesinde dedem ve babam tarafından erkeklerle konuştuğum gerekçesiyle diri diri toprağa gömüldüğümde 16 yaşındaydım ve Medineadındaydım.

Bütün ölümlerimi anlatsam sağır olursunuz çığlıklarımdan. Yine de, kadınların hayatı bir sayıdan ibaret kalmasın diye ölümlerimden birini daha anlatacağım size.

Adım HG idi, on dokuz yaşındaydım, hamileydim, hayatta kalmak için ailemden kaçıp Diyarbakır’a gittim. Aylar sonra amcamın iki oğlu sığındığım yerde buldular beni. Barıştıracağız dediklerinde onlara inanmak istedim, karnımdaki sekiz buçuk aylık bebeme kıymazlar dedim. Beraber yola çıktık. Köyümüze yaklaşınca durdular. Bir elektrik direğine bağlayıp boğdular, sonra da boynumdaki iple bir kuyuya attılar beni. Yakalanınca işte “namusumuza leke getirdi” demişler. Yeşil örtülü bir tabuta koydular beni ve karnımdaki ölü bebemi. Köyün erkekleri yan yana dizilip cenaze namazımı kıldılar. Köyün namusu temizlendi böylece. Bana soran olsaydı, kimsenin namusu olmak istemezdim… 

*Bianet’in şiddet, taciz, tecavüz çetelesi

** Ali Rıza Demircan, İslama göre cinsel hayat kitabı/ sosyal medyadan alıntı

*** Edip Cansever’in Çağrılmayan Yakup şiiri

 

Gönül İLHAN

08.03.2014

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.