Komşuya gitmek...

22 Eylül 2012 14:17 / 1701 kez okundu!

 


“Ne güzeldir yollarda olmak şimdi” dizesi aklıma düştüğünde sırt çantamı kapıp, soluğu komşuda aldım.

Kimi yerde çadır kurarak, kimi yerde otelde kalarak, zaman zaman da şehirlerarası otobüslerde ve gemi güvertelerinde uyuyarak otuz iki gün boyunca Yunanistan anakarasını ve adalarını dolaştım.

Yolculuğum boyunca karşılaştığım insanlarda, gezdiğim kentlerde ve adaların mavi yollarında kendimi yeniden tanıdım.

Delos adasından kalkıp Atina Arkeoloji müzesine gelen tanrıça Afrodit’in, keçi ayaklı tanrı Pan’ın tacizinden korunmak için ayağından çıkarıp eline aldığı terliğine hem güldüm hem hüzünlendim.

Akropolün suskun güzelliğinde geçmişin izlerini sürdüm. Parlamento binasına gidip, Meçhul Asker anıtına bakarken, insan hayatından daha kıymetli hiçbir şey olamayacağını düşündüm bir kez daha.

Sintagma meydanında oturup güvercinleri seyrettim. Örgülü uzun saçları beline kadar inen Hintli delikanlının sitarla yaptığı müziği dinledim.

Antik çağlarda Monastraki Meydanı'nın ortasından akan ve şimdi yeraltına çekilen Eridanos Nehri'nin mitolojik hikayesini ve aynı meydandaki Voyvoda (Dizdar Mustafa Ağa) Camisi'nin askeri kamp, hapishane ve depoluktan seramik müzesi olmaya dek uzanan serüvenini öğrendim.

Girit Adası'nda; ada halkının sadece tanrıçalara tapındığı eski zamanları düşündüm, Knossos Sarayı'nı gezdim, sarayın labirentinden kaçarken balmumu kanatları güneşte eriyen İkarus'a hüzünlendim.

Kazancakis’in “hiçbir şey ummuyorum/ hiçbir şeyden korkmuyorum/ ben özgürüm” sözlerinin yazılı olduğu mezarını ziyaret ettim. Govez’de gün batımlarının tadını çıkardım.

Hanya’da; “Armenis” adlı bıçakçı dükkanında, Ortaköylü Mikalis’le Ayvalık’lı Sakiridi’nin torunu olan Mikalis’le tanıştım, dedesinin İstanbul’da öğrendiği tırtıklı bağ bıçağını burada yapmasının öyküsünü dinledim.

Bir tarafından çan kulesi, diğer tarafından minaresi yükselen St Nickolas kilisesinden derin anlamlar çıkarttım, Kipos yazlık sinemasının sigaralı bölümünde oturup film seyrettim. Eski Türk yerleşimi Kumkapı’da dolaşıp, Venedik tersanesinde bir güvercinle yarenlik ettim ve Hanya’yı görmekle bir eksiğimi daha tamamladığıma karar verdim.

Kar beyazı evlerin sıralandığı taş sokaklarını adımladım Santorini’nin, begonvilli kapı önlerini fotoğrafladım.

Pişirdiği kahveyi Artemis amcayla birlikte yudumlarken, altı yaşındaki Stelyo’nun çaldığı akordeonun ezgisiyle batıyordu güneş ve sevgiliden gelen zarftan usulca çıkarılan mektup güzelliğinde doğuyordu ay Kaldera’da.

Megalohori’nin sokaklarını yürüdüm, begonvil gölgesindeki Rakı Restorant'ta Takis Barbas’in İstanbul işi neyinden üflediği ortak ezgilerimizi dinledim.

İos Adası'nda Homeros’un izlerini aradım, Paros Adası'nda Yüz Kapı Kilisesi'ni dolaştım.

Pelikan Petros’un peşine düşüp Mikanos’u gezerken, yel değirmenlerinin rüzgarında savrulup gitti yol yorgunluğum. Sahilde dolaşan Laternacı Rambo’nun çaldığı İstanbul şarkılarında, tümüyle terk etti beni memleketten uzakta olma duygum.

Otobüs şoförü Stefano, Sivrihisar’dan göçen dedesinin sık sık “dünya dünya yalan dünya” dediğini anlattı.

Annesinin televizyonda Türk dizisi izlerken evdeki herkesi susturduğunu söyleyen kamp görevlisi Kostiş, geçmişte yaşananların politik olduğunu, Türk ve Yunan insanlarının bir sorunu olamayacağını anlatırken “komşu” sözcüğünü hiç düşürmedi dilinden.

Ano Mera’da Vardaris Tavernayı işleten Mihalis, ülkesindeki ekonomik krizden duyduğu kaygıyı paylaştı, Yunan insanının Türk insanına olan sevgisini anlattı.

Devasa gemiler demir atmıştı Pire’nin büyük limanına. Paşa Limanı'nın göğsünde yelkenliler, tekneler, sandallar uyuyordu, Türk Limanı'nda fesleğen kokuyordu lokantalar.

"Pazarları Asla" filminin İrma’sının* şarkısı çınlayıp durdu kulaklarımda; “Bütün dünyayı baştan başa dolaşsam/ Benim Pire Limanım gibi büyülüsünü bulamam …”

Meryem’in göğe yükseldiği tarih olarak kabul edilen 15 ağustosta Parga semaları renkten renge nakışlandı havai fişeklerle. Gece geç saatlere dek şarkılar söylenip dans edildi.

Korfu Ada’sının, Venedik mirası evlerinin sıralandığı dar sokaklarını fotoğrafladım. Adalara gittiğim gemi güvertelerinde durup, maviliklerde yunus balıklarını aradım.

Meteora’nın yüksek kayalıklarına yapılan kiliselerinden uçurumlara baktım, Kalambaka ve Kastraki’de devasa kayaların gölgesine sığınan evlerin dizildiği sokakları dolaştım.

Son durağım Samos oldu. Adanın tarihini ve dedesinin aktardığı hikayeleri, rehberlik yapan Stayros’dan dinledim. Ezop’un ve Pisagor’un memleketinde karşılaştığım insanlarla koyulaşan sohbetlerde kurulan bütün cümleler barış ve dostluktan yanaydı.

Gittiğim bütün kentlerdeki dükkan vitrinlerinde yazılı alan % 50 - % 60 indirim ibaresi, ekonomik krizin yaşattığı sıkıntıyı yansıtıyordu.

Komşuda tanıştığım çoğu insanın, nene ya da dedesinden dinlediği kederli bir mübadele öyküsü vardı.

Rüzgar, çan sesleri ve ağustos böcekleri, olmazsa olmazıydı gördüğüm bütün adaların.

Yolculuğum boyunca hangi adaya gitsem, eve gelmiş gibiyim, cümlesi geçti aklımdan…


Gönül İLHAN

22.09.2012


*Melina Mercoury



 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.