On asırlık çınar ve kunduracının oğlu

16 Şubat 2013 02:40 / 2396 kez okundu!

 


Nif Dağı'nın yamacında boy veren çam, selvi, çınar ve zeytin ağaçlarının arasında çağıldayan su kaynaklarından beslenerek çiçekleniyor doğa. Ormanın kuytuluklarında keklik, sincap, sansar, kelebek, tavşan gibi her biri diğerinin yaşama sebebi olan yüzlerce canlı barınıyor.

İzmir'in yanıbaşındaki 140 bin metrekarelik rekreasyon alanında, 30 bin metrekarelik göletin etrafında, dağcıların tırmandığı kaya bloklarında ve trekkingcilerin dört mevsim yürüdüğü patika yollarda doğal bir yaşam sürüyor.

Nif Dağı'ndan doğan ve Gürlek'te suyu çoğalan Tahtalı Çayı'nın geçtiği Kaynaklar Köyü meydanında, 'hayatın belleğini korumak için dünyanın bütün çınarları birleşin' dercesine bir arada yaşıyor çınar ağaçları.



Betondan ormanlar yaratmayı ve börtü böceğin hayatına kastetmeyi iş edinen rantiyecilerin şerrinden bütün bu güzellikleri korumaya çalışıyor köyün ortak bilinci. Bölgedeki yeşil ağaç denizinde taş ocağı açmaya heveslenenleri de, katı atık (çöp) tesisi kurmayı aklından geçirenleri de, kaynak sularını şişeleyip satmaya niyet edenleri de yanında yöresinde görmek istemiyor.

Sırf bu yüzden, sincapların ağaçtan ağaca geçerek Anadolu'yu dolaşabildiği günlerin tanığı olan Kunduracı Çınarı, on asırdır kol kanat geriyor çevresine.

Onun belleğindeki kalabalığa karışmak ve ömrü boyunca biriktirdiği hikayeleri dinleyebilmek için, soğuk bir kış sabahında yanında alıyorum soluğu.

Kunduracı Ahmet Onbaşı

Yağmur başlıyor. Tenhalaşıyor yollar. Ağaçların altındaki plastik masa ve sandalyeler yalnızlaşıyor. Meraklı kediler dolaşıyor ortalıkta.

Mersin'in Gülnar kazasının İshaklar Köyü'nden yola çıkarak askere gelen ve memleketine geri dönmeyen, yoksul, çalışkan ve umutlu adamı anlatarak başlıyor söze Çınar.

Yemene giden kocasını on dört sene bekleyen kadına gönderilen 'ölüm kağıdı'nın taşıdığı kimsesizlik, keder ve çaresizlik duygularını aktararak devam ediyor.

"Burada yaşayanlar evlendirdi ikisini. İki kız ve bir oğulları oldu. Ömrü boyunca çalışıp didindi Ahmet Balcı, nam_ı diğer Ahmet Onbaşı. Her sabah bıkıp usanmadan yeniden başladığı hayatı boyunca yoktan var etti ihtiyacı olan her şeyi. Dalıma asılan lambanın altında kundura yapardı akşamları. Ondan hatıra kaldı bana, 'Kunduracı' adı.”

“Köye 1932'de okul yapıldığında, muhtarın kızı 'bir' numara olarak kaydedildi, Ahmet Onbaşı'nın oğlu 'iki' numara. Üç yıllık ilkokulu bitirip, birkaç sene koyun güttü oğlan. Sonra ne yapıp etti baba, İzmir'de bir tanıdığının yanına gönderdiği oğluna beşinci sınıfı bitirtti. 1940 senesinde yağmurluk çamurluk bir havada onu eşeğin arkasına bindirip, dağ yolundan Kızılçullu Köy Enstitüsüne götürdü..."

1945 senesinde öğretmen olarak geri dönen Mustafa Balcı, sözü çınardan alıp devam ediyor anlatmaya.

"Babam buraya geldiğinde, civardaki beş köy tifüs hastalığından dağılmış, ölmüşler. Sağ kalanlar aşağı mahallede tahtadan evler yapmışlar, oradan köyün adı Tahtalı kalmış. Daha eskiden de Dambeli derlermiş. Şimdi Kaynaklar oldu ve Buca'nın mahallesi olarak kayıtlı artık.

Öğrenciyken İsmail Hakkı Tonguç'u gördüm de Hasan Ali Yücel'i görmedim. Ben köyde öğretmenliğe başladığımda çocukların durumu çok perişandı. Silgisi yoktu, kalemi yoktu, defteri yamuk yumuktu. Çanta diye bir şey yoktu, ellerinde bezden torbalarla gelirlerdi.

Normal eğitim yapardım ben, üç ders öğleye kadar, iki ders öğleden sonra. Hatta ve hatta ben tek kişi de çalıştım burada. Sonra bir öğretmen daha verdiler. 1. 2. 3. sınıfları birimiz, 4. 5. sınıfları birimiz alırdı, öyle çalışırdık.

Ben uzun süre başöğretmenlik yaptım. Dokuz sene kaldım burada. Erzurum'da askerlik yapıp, dönüşte Cumaovası'nın Oğlananası Köyü'nde altı sene öğretmenlik yaptım. Sonrası İzmir Gültepe'den emekli oldum. Benim babam o fakir haliyle beni bu hale getirdi ya, ben o adamcağızı nasıl sırtımda taşımayayım? Ama hani nerde?

Eskiden tütüncülük ve bağcılık vardı. Çok çalışırdık. Köylü de çok çalıştı, uykusuz, tütün tarlalarında. Gençliğimde zehir gibiydim, yakışıklıydım, bir giydiğimi bir daha giymezdim. İsmet Hanım'la burada evlendim. Babamla beraber oturduk on, on beş sene. Zeytin toplamak için bir oda yaptık, işte onu biraz geliştirip burada oturuyorduk. Benim kayınpederim muhacirdi, dokuz yaşında gelmiş Yunanistan Serez'den."

Evinin duvarında asılı fotoğraflara bakarak hüzünle mırıldanıyor Mustafa Bey; "Bu annem, beyaz atın üzerindeki babam, şu fotoğraftaki de eşimle ben. Benim hanımım melek gibi bir kadındı, beraber altmış üç sene geçirdik. Altmış üç sene ne demek!"

Buraya gelmek bize ayıp düşüyordu

'Öğretmen Mustafa Balcı Sokağı'ndan yürüyerek meydana iniyoruz. Çınar ağaçlarını seyrederek ve eski zamanlardan söz ederek içiyoruz kahvelerimizi.



Sohbetimize katılan muhtar Erhan Şen, "25 Nisan'da yöresel yemek yarışması festivali yaptık ilk kez" diyor. "Üç yıldır köy pazarı var burada. Yöresel otlar, zeytin, zeytinyağı, bardacık inciri, ebegümeci, domates, biber, göbelek mantarı, salça, tarhana, erişte, bulgur, keçi peyniri... Keşkek olmazsa olmazımız bizim. Şehir ve köy hayatının birlikte yaşandığı bir yer Kaynaklar. Ulaşım sorunu yok. Otobandan Bornova, Balçova, Karşıyaka, Çiğli ya da havaalanına gitmek çok kolay" sözleriyle sürdürüyor konuşmasını.

Çınarın yakınında iki senedir tezgah açan Nebahat Tatar; "Önceden evimizle meşguldük, buraya gelmek bize ayıp düşüyordu, biz buradan geçerken kafayı eğip de geçiyorduk" dedikten sonra şöyle özetliyor hayatındaki değişimi...

"Okulda bir tarih öğretmenimiz vardı. Köyü geriletmeyin, dedi. Bizi Meryem Ana'ya, Şirince'ye götürüp gezdirdi. Oraların satıcılarını gösterdi. Elinizde ne varsa, ne üretiyorsanız çıkarın satın, dedi. Herkes kendi başladı. Önceden sadece yiyeceğimiz kadar yapıyorduk, şimdi satmak için de yapıyoruz. Tarhana, sütlü yumurtalı erişte, turşu, salça, yemiş pastırması, yaprak, kantaron yağı, hepsi kendimizin üretimi."

Köyde kimlerin yaşadığına gelince söz; "Serez'den gelme Selanik göçmeni genelde. Daha önceden de üç dört köyün yerlileri var. Onlar da Giritli'ymiş herhalde..." diye aktarıyor bildiklerini.

Gün akşama dönüyor. İnsanlar evlerine çekiliyor. Kuruyan içi her geçen gün daha da boşalan çınarın dallarından düşen ve rüzgarın peşi sıra sürüklenen yapraklarını seyrediyorum.

Otuz metre boyunda, dört metre çapında tabiat anıtı olarak 1994'de tescillenen Kunduracı Çınarı, şimdi dokuz yüz doksan dokuz yaşında... Kunduracının oğlu seksen dokuz... Yaşı belirsiz bir yağmur yağıyor üstümüze...


Gönül İLHAN

16.02.2013


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.