Devlet zenginden katkı alsın eğitimde reform yapsın

14 Nisan 2011 12:53  

 

Devlet zenginden katkı alsın eğitimde reform yapsın

BANKACILIĞI BIRAKIP EĞİTİM GÖNÜLLÜSÜ OLAN İBRAHİM BETİL

Betil: Anayasada eşitlik adına ‘eğitim herkes için ücretsizdir’ deniliyor ama bu da bir tür eşitsizlik yaratıyor. Burada asıl adalet, devletin zenginlerden katkı alıp eğitime büyük yatırımlar yapmasıyla sağlanır.

YGS nedeniyle hafta boyu süren tartışmalar, sınav üzerine düşen kuşku kadar, eğitim sistemimizin sorunlarına da yöneldi. Merkezi sistemle öğrencileri sınava tabi tutan ve başarılarına göre okullara yerleştiren “devlet”in asıl sorumluluğu, ülkenin tüm çocuklarına eşit imkanlar, fırsatlar ve eğitim hizmeti sunması. Ve fakat bunun bir ‘makbul vatandaş’ formatlaması olmaması. Peki durum ne? Başarılı bir sanayici ve bankacı iken elini ‘para’dan çekip ‘insan’a uzatan ‘eğitim gönüllüsü’ İbrahim Betil ile konuştuk. Betil, Eğitim Gönüllüleri ve Toplum Gönüllüleri Vakfı ile Enka Okullarının kurucusu.

Bir milyon yedi yüz bin öğrenci girdi bu yıl YGS sınavına ve sınavda şifre kuşkusu sürüyor hala. Çözüm şart ancak bu arızi bir şey, bunun dışında, en temeldeki yanlış ne eğitim sistemimizde?

Olay özelinde yorum yapmak istemem ama bu sorunun temelinde başka bir kaygının yattığını düşünüyorum. Toplumda devlete karşı bir güvensizlik var. Ortaya çıkan herhangi bir soru işareti, o güvensizlikten etkilenerek büyümeye başlıyor. Devlet görevlileri çıkıp bir açıklama yaptıklarında da o kişiye ve söylediklerine değil, devlete güvensizliklerinden dolayı, o güvensizlik dalgası büyüyor. Bunu giderebilmenin yolu devletin, şeffaf ve hesap verebilir olmasında, bu algıyı oluşturmasında.

“Hikmetinden sual olunamaz devlet” algısı anlayışı asırlardır var ve değişmesi zaman alacak.

Çünkü bizdeki “devlet baba” duruşudur, “ben devletim bana güven biat et” duruşu. Ama gelişmiş demokrasilerde, devlet görevlisi vatandaşının hizmetkârıdır. “Vatandaşının hizmetkârı olmak” ile “efendisi olmak” arasında fark vardır. Ve bizim bunu sorgulamamız lazım.

Merkezi müfredat bir formattır

Üniversite eğitimi almak isteyen öğrencinin çok, üniversitenin az olduğu bir ülkede merkezi bir ‘seçme’ sınavının yapılması adil gibi ama öğrenciler bu sınavlara ne kadar eşit şartlarda giriyor ki, asıl sorunumuz bu değil mi?

Sorunlardan biri bu. Daha geniş anlamda ilköğretimden başlayan sorun, devletin eğitimi merkezi sistemle yürütmesi. Devlet şunu tercih etmiş: “Tasarladığım müfredata Türkiye’deki milyonlarca çocuğun uyması”. Bu, milyonlarca çocuğa format atmaktır. Bu yüzden çocukların meraklanma, araştırma, sorgulama duygusunu erken yaşta öldürüyoruz. Devlet “Kars’taki ya da Edirne’deki mesela tüm 4. sınıf öğrencileri aynı hafta aynı saatte aynı dersi işleyecek” demiş. Bu merkezi eğitim tasarısı yerel ihtiyaçlara yönelik olmaktan uzak. Farklı müfredatlar olursa Türkiye’nin bütünlüğü yok olur, kaygısı var arkasında.

Seçme ve bir kısmını dışlama sistemi

Farklı müfredatların “bilgide eşitlenme hakkı”nda eşitsizlikler yaratma riski de yok mu?

Devlet ilkeler koyacak, denetleyecek ama. Takipçisi olduğunda sorun olmaz. Zaten lise ve üniversite girişlerinde tayin edici olan okullar değil dershaneler. Devletimizin eğitim yöntemi, ezbere yönelik, çoktan seçmeli testlerle, doğru yanlışlarla oluşturulan bir cevaplama modeli. Oysa hepimiz biliyoruz ki yaşamın içinde bir sorunun doğru ve yanlıştan oluşan iki cevabı yok. Bu anlayış devam ettiği sürece amaç, üniversiteye girmek ve mezun olmak oluyor, sonra da iş bulmak. Ama sonuç ihtiyacı karşılamıyor. Dünyanın 16. büyük ekonomisine, Avrupa’nın en büyük genç nüfusuna sahipken genç nüfusun yüzde 24’ü işsiz.

Sınavlarda eleğin üstünde kalmayı başaranlar, iyi kötü bir eğitim imkanı kazanıyor ama elenenler de bu ülkenin çocukları! Nüfusu ve gelişimi bize benzeyen başka ülkeler ne uyguluyor bu kıyıcı yöntem yerine?

Biz eğitim sistemimizde merkezden gelen doğrular doğrultusunda kendimize göre bir “başarı” tanımı yapmış, testlerden geçenlere “başarılı”, geçemeyenlere “başarısız” demişiz. Ama bu toplumun büyük çoğunluğunu da “başarısızlar” oluşturuyor. Halbuki ilerlemenin, uygarlığın en temel olgularından, kriterlerinden biri başarılıların değil başarısızların dışlanmadığı bir toplum olabilmektir.

OECD’de 7 bin beş yüz, bizde bin beş yüz

Aslında sınav sistemi biteviye mutsuzluk üretiyor. Kazanamayanlar hem mesleksiz, niteliksiz oluyor hem bir başarısızlık, eksiklik hissiyle yaşıyor ömür boyu. Kazananlar da okullardan sonra yine iş sahibi olabilmek için yıllar süren başka başka sınavlara girmeye devam ediyorlar...

155 tane üniversite açmışız, yakında 30 tane daha açılacak. Bu üniversitelerin pek çoğunun niteliği zayıf, kısa vadeli çözümler. Orada üniversitelerin açılıyor olmasının ekonomik sosyal yararları var ama o çocuklara üniversite mezunu olarak ne katıyor, bundan çok emin değilim.

YÖK Başkanı, başlangıç için yetersiz olsa da, bu okullar hızla toplanacak, bugün iyi olan okullar da ilk açıldıklarında emekliyordu, demişti...

Bunun için eğitime ayrılan kaynağın artırılması lazım. Türkiye’nin bir parçası olduğu OECD ile arasında büyük fark var. OECD’de eğitim için bir yılda öğrenci başına ayrılan kaynak ortalama 7 bin beş yüz dolar dolayındadır. Türkiye de ise bin beş yüz dolar. Eğitime kaynak ayırmadan bu sorunu çözemez Türkiye. Öğretim üyesine de yatırım yapılmalı. Meslekte 20 yıl kıdemi olan bir öğretmenin aldığı maaşla, aynı kıdeme sahip bir devlet doktorunun, polisin, hakimin, askerin aldığı maaşları bir karşılaştırın bakalım. Öğretmenin maaşı en alttadır. 47 bin devlet okulunda hala birleştirilmiş, hala 45, 50 kişilik sınıflar var.

Eğitim, zenginlere ücretsiz olmasın

Üstelik eğitime ayrılan pay nihayet bütçede birinci sırada olmasına rağmen.

Cumhuriyet tarihinde ilk defa devlet bütçesinde eğitimin payı arttı. Beş yıl öncesine dek öncelik savunmadaydı. Saygı duyuyorum ama yeterli değil. Öncelik sürmeli, yatırımlar artmalı. İnsanın doğal haklarıyla birlikte geliştirilmesine ortam sağlanacak bir eğitim anlayışını benimsememiz gerek. Oturalım tartışayım nasıl yapacağımızı.

Çocuklar eşit şartlarda aynı sınava giriyor görünseler de ailelerin sosyo-ekonomik, kültürel durumları aldıkları eğitimin seviyesini belirliyor. Ne kadar adil bu sistem?

Ben de bunun bir adaletsizlik olduğuna inanıyor ve şu soruyu soruyorum. Anayasamızda eşitsizlik sağlamak adına “eğitim herkes için ücretsizdir” diyor. Peki, parası olanın bu ücretsiz imkandan yararlanması adaletsizlik değil mi? İmkanı varsa katkıda bulunsun. Gerçek adalet o zaman sağlanır, yoksa parası olana da eğitimi ücretsiz yaparak aslında bir haksızlık yapılıyor. Eğitime katkı yapmaları sağlansın. Buna da yereller kararlaştırsın, kimin imkânı var kimin yok olmadığına. Mahallede herkes bilir bunu.

“Biz çocuklar insan değiliz”

Çocuklar 12 yaşından başlayarak sınavlara giriyor. Ezbercilik, rekabetçilik dışında, kişilikleri nasıl etkiliyor?

Çocuklar çaresizlikten, mecburiyetten giriyorlar bu yola ama bunun doğru olmadığını da biliyorlar. 10 yaşındaki de biliyor, 15 yaşındaki de. Dershaneye gidip başarılı olmazsam eğitim hayatım devam edemez, mecburen yapacağım diyor. Ama biliyor bunu. Bir örnek vereyim. Dün Yaşar Kemal ile Adapazarı’ndaki Enka okullarına gittik. 10 yaşındaki çocuklar etrafını sardı. O da “Ben çocuk büyük ayrımı yapmam, benim için herkes insandır” dedi. Çocuklardan biri ne dedi biliyor musunuz? “Biz çocuklar insan değiliz” dedi “büyükler bizi seviyor ama insan olsak sevmezlerdi, çünkü insanlar birebirlerini sevmiyorlar!”

Eğitimde reform mu öneriyorsunuz?

Önce standardize edilmiş eğitim anlayışını sorgulamamız, eğitime daha fazla kaynak ayırmamız ve bu sistemi daha evrensel değerlerle, kişisel gelişimi, yetenekleri geliştirebilecek yöntemlerle değiştirmemiz lazım. 21. yüzyılda bu böyle devam etmeyecek. Eğer Türkiye gelişecekse bu işe insan kaynağını değerlendirerek başlaması lazım.

Her sektör kendi meslek lisesini açsın

Avrupa ülkelerinde lise düzeyinden başlayarak, çeşitli mesleklerin ihtiyaçlarına yönelik ve sürekli olarak yenilenen meslek okulları oluşturmuşlar. Oralarda ilgi alanlarına göre yetişen çocuklar liseden mezun olunca iş bulma sorunuyla karşılaşmadıkları için üniversiteye gitme ihtiyacı da duymuyorlar. Bizde meslek okullarındaki teknolojik yatırım çok zayıf. 15 yıl önceki motor teknolojisi anlatılıyor. Çocuklar bunu biliyor, bu okula gitmek istemiyorlar. O yüzden devlet sanayi kuruluşlarına ‘sen bünyende meslek okulu aç, vergi indirimi yapayım, ama okul benim standartlarıma göre gidecek” de. O zaman o kuruluş, okulda teknolojiyi sürekli yenilemek durumunda kalacak, fabrikadaki uzmanlar güncel bilgilerini gençlere aktaracak, o çocuklar iyi yetişecek. Üniversitelere talep azalacak, devletin meslek okullarıyla ilgili sorumluluğu azalacak, sektörün ihtiyacı da buradan karşılanacak.

Taş atan değil top oyunlar çocuklar

Çocuklara fırsat tanımanın öyle güzel örnekleri var ki: Mesela, Hakkâri’de sokakta polise taş atan çocuklara sahip çıkan çok değerli bir kamu görevlisi var; Dilek Yeşilbaş, iki yıl önce bu çocukları spora müziğe yönlendirmeye başladı. Dün telefon etti. Çocuklardan altısı Fenerbahçe ve Beşiktaş kulübünün Antalya’daki alt yapısına seçilmiş. Halbuki bu çocuklar polise taş attı diye dışlanıyorlardı. Gelişmenin yolu, çocuklara fırsat verebilmek, o ortamları yaratabilmek, o merkezden tasarlanan “başarısız” kriteri dışına çıkabilmektir. Maalesef bunu yapmıyor eğitim sistemimiz. Ayrıca bize göre “başarısızlar” aslında yaşamda çok farklı alanlarda başarılı olabilecek potansiyele sahiptirler. Kendi doğrularımızı dayattığımız sürece çocukların doğrularını, yeteneklerini ön plana çıkartmadığımız sürece, onlar başarısız diye dışlanacak. Ve toplumun gelişimine katkı yapacak potansiyeli değerlendiremeyeceğiz.

Yaşadım ve gördüm: Asıl gelişme insanla

Ben gerek sanayicilik, gerek bankacılık dönemimde şunu açık ve net olarak gördüm: Bir kurumun gelişmesi için sermaye de, teknolojik alt yapı da gerekli ama yeterli değil. Bir kurumun gelişmesi için yeterliliğin ötesinde gerekli olan insan kaynağıdır. İnsanınıza yatırım yaptığınız, onun yeteneklerini kurumun hedefleriyle örtüştürebildiğiniz ölçüde o kurumu hiçbir büyük sermaye ya da teknoloji alt edemez. Önemli olan insan kaynağı. Ve gördüm ki Türkiye’de insan kaynağı yeterli değil. Gelişen ekonomik ihtiyaçlara baktığımızda insanımızı yetiştirmede geliştirmede başarılı değiliz. Bunu sadece devlete bırakmanın da bir yanlış, kolaycılık olacağını, gelişmeye çözüm olmayacağını gördüm. Çünkü devlet yıllarca bunu denemiş olmuyor, olmamış işte. Biz sivil toplum olarak bu duyarlılığı nasıl geliştirebiliriz amacıyla yola çıktık, bu yolda ilerlemeye çalışıyorum, değişik yollarla yöntemlerle...

Star

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0