‘Dedemin İnsanları’: Giritli Mehmet Bey’in hikâyesi - Ayhan Aktar

28 Kasım 2011 12:17  

 

‘Dedemin İnsanları’: Giritli Mehmet Bey’in hikâyesi - Ayhan Aktar

Lozan Barış Konferansı zabıtlarına göre, 13 Aralık 1922 günkü oturumda İngiliz Hariciye Vekili Lord Curzon, Türkiye ve Yunanistan arasında nüfus mübadelesi yapılması teklifi ile ilgili olarak şunları söylüyordu:

“Lord Curzon, düşünülmekte olan çözüm yolunun zorunlu nüfus mübadelesi olmasından kendi hesabına çok üzülmektedir; bu çözüm, baştan aşağı sakat bir yoldur. Dünya gelecek yüz yıl boyunca bunun acısını çekecektir. Lord Curzon, böyle bir çözümden tiksinmektedir.”

Lozan’da İsmet Paşa ve Venizelos mecburi nüfus mübadelesini istemektedir. İki taraf da, ülkelerinin dinî bakımdan homojen ve tek tip insanlardan oluşmasını arzu etmektedir. Lozan Konferansı’na gözlemci olarak katılan Amerikalı diplomat Richard W. Child, 12 Aralık 1922 tarihli oturumda dayanamayıp şunları söyler:

“Bizler, ulus-devletlere kendi vatandaşları içinden büyük kitleleri başka ulus-devletlerin kucağına atarak, sınırdışı etme hakkını veren yeni hukuki örnekler yaratılması işine onay vermeden önce –devletler hukukunun ve adaletin hiçe sayıldığı yeni ve ahlâka mugayir bir ilkenin kabul edilmesini önlemek amacıyla– iyice düşünülmesi gerektiğine inanıyoruz.”

Bu konuşmaların üzerinden neredeyse doksan yıl geçti. Lozan’da atılan imzalar sonucunda yaklaşık 1.200.000 Anadolu Rum’u Yunanistan’a; 400.000 civarındaki Rumeli Müslüman’ı da Türkiye’ye yollandılar. İnsanlar doğup büyüdükleri topraklardan kopartıldılar. Mallarını ve mülklerini geride bıraktılar.

Yunanistan’a giden Anadolu Rumları çok sıkıntı çektiler. Doğup büyüdükleri yerleri terk eden mübadiller bir kopuş duygusu içindeydiler. Aralarında Türkçe konuştukları için Yunanlılar onları aşağıladılar. Anadolu geleneklerini sürdürdükleri için onlara “Türk tohumu” dediler.

Aynı durum, Türkiye’ye gelen mübadiller için de geçerlidir. Yerli halk, onlara da “gâvur” veya “Yunan tohumu” diyerek aşağılamıştır. Çağan Irmak’ın Dedemin İnsanları filminde, Türkiye’ye gelen mübadillerin acı hikâyesi anlatılıyor. Çağan Irmak’ın çocukluğunun İzmir’in Seferihisar ilçesinde geçtiğini biliyoruz. Dedemin İnsanları bu bakımdan otobiyografik ögeler taşıyor. Zaten filmi, dedesi Mehmet Bey’in anısına ithaf etmiş.

Film Ege’de bir sahil kasabasında geçiyor. Dede Mehmet Bey, yedi yaşında Girit’in Resmo kasabasından mübadil olarak İzmir’e gelmiştir. Sürekli olarak doğduğu yeri bir daha görme özlemi içinde yaşamaktadır. Kızınca, Rumca konuşur. Kasabanın sevilen bir insanıdır, tuhafiyeci dükkânı vardır. Dede Mehmet Bey rolünde Çetin Tekindor’un oyunculuğu gerçekten göz kamaştırıyor. Hatırlarsanız, Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum filminde de Çetin Tekindor yine döktürüyordu.

Torun Ozan ise okulda aldığı Kemalist terbiyenin sonucu olarak “yabancı düşmanı” bir anlayışla yetişmektedir. Arkadaşları onun “gâvur” veya “sünnetsiz” olduğunu iddia ederler, donunu indirip göstermek zorunda kalır. Ozan, toplumdan dışlanma korkusuyla ailesinin Giritli geçmişinden nefret etmektedir. Ailede Girit lafı açıldıkça, zavallı çocuk “Biz Türk’üz; gâvur değiliz” diye ağlamaktadır. Kasabanın yerli ahalisi ile mübadiller arasında bir gerginlik vardır. Kasabanın yerlileri, çocuklarına mübadillerin ve muhacirlerin evlerinin camlarını taşlatırlar, kızlarını taciz ettirirler. Filmde, kasabalarımızda yeşeren faşizan kültürün net bir anlatımı var. Çağan Irmak, küçük adamların şiddeti yücelten banal milliyetçiliğini iyi biliyor. Filmin sonuna doğru, Mehmet Bey ailesiyle Girit’e gitmek için pasaport çıkartır. Fakat birkaç gün sonra 12 Eylül darbesi olur. Ozan’ın İlçe Belediye Başkan Yardımcısı olan solcu babası tutuklanır ve her şey karışır.

Bu hazin hikâyeyi bu kadar sıcak ve sevgi dolu bir sinema diliyle anlattığı için Çağan Irmak’ı kutluyorum. Sinemadan çıkarken, muhtemelen siz de benim gibi nemlenen gözlerinizi sileceksiniz. Adına mübadele dediğimiz bu “baştan aşağı sakat” ve “ahlak dışı” politikanın hayata geçmesine sebep olan milliyetçiliklere küfrü basacaksınız. Ege’nin iki yakasında tek dinli ve homojen nüfusa sahip birer ulus-devlet kurmak adına, kendi vatandaşlarını aynen “mal gibi” takas eden diplomatlardan ve siyasal seçkinlerden tiksineceksiniz.

Geçtiğimiz hafta benim gündemimde iki torun vardı: Birincisi, 1937’de idam edilen dedesi Dersimli Seyit Rıza’nın mezarını arayan torun Rüstem Polat. İkincisi ise, yaptığı filmle dedesi Giritli Mehmet Bey’in hikâyesini ölümsüz kılan torun Çağan Irmak. İkisini de saygıyla selamlıyorum...


ayhanaktar@gmail.com

Taraf

Son Güncelleme Tarihi: 28 Kasım 2011 13:55

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0