Katliamlar üzerine kurulan bir cumhuriyet

29 Ekim 2013 22:16 / 1467 kez okundu!

 


29 Ekim’de ilan edilen Cumhuriyeti anlamak için öncelikle Büyük Millet Meclisinin açılışını ve devrimlerin niçin yapıldığını bilmek gerek.

23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi toplanarak, Mustafa Kemal'in 'Meclis Başkanı' seçilmesiyle kanlı bir tarih başladı. M.Kemal ilk iş olarak, savaş suçlusu Malta sürgünlerinin 30.04.1921'de 33 kişinin salıverilmesi ile ilgili bir süreç başlatmıştır. Bu süreç, savaş esirlerinin İngiliz’lerle değişim antlaşmasına ve davanın bitmesine neden olmuştur.

Bu antlaşma İstanbul'daki Sadrazamla değil, temsilcileri olan Bekir Sami Bey aracılığında Ankara hükümeti ile yapılmıştır.

Ardından da 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılarak dini ve siyasi yetkiler birbirinden ayrıldı. Saltanatın kaldırılmasının ana nedeni; ülke yönetiminde ve barış görüşmelerinde iki ayrı hükümetin bulunmasının uygun olmamasından ötürü çift başlılığı ortadan kaldırmak, TBMM’ni Türkiye’de tek yasal güç haline getirmek, yapılacak İnkılâplara zemin hazırlamak ve Ekonomiyi millileştirmektir.

20 Kasım 1922 tarihinde başlayan Lozan Barış Konferansı, aslında yeni Türkiye Devleti’nin sınırlarının çizilmesi içindir. 24 Temmuz 1923’de Lozan Barış Konferansında ağırlıklı olarak siyasal, mali- ekonomik konular ve mübadele görüşülmüştür. Mübadele Sözleşmesi Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanmıştır. Türk-Yunan nüfus mübadelesi, her iki ülke için de “ulus devlet” oluşturmaya yönelik 2 milyon insanı ilgilendiren tarihsel bir trajedidir.

TBMM Hükümeti’nin mübadele isteğinin başlıca iki nedeni vardı. Öncelikli amaç, Batı’nın müdahalesine gerekçe oluşturan azınlıklardan tamamen kurtulmak, İkincisi ise Müslüman unsurların kolayca uyum sağlayabileceği düşüncesiyle, Misakı Milli sınırları içinde “ulus devlete giden yolu açabilmektir.

Azınlıklar açısından Sevr'den daha kötü haklara sahip olan Lozan antlaşmasına göre III. Bölümü (Madde 37- 45) bu hakları düzenlemektedir. Anlaşma’nın 40. Maddesi şöyledir; “Gayrimüslim azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı muamele ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Bunlar özellikle giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla, dinsel ya da sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.”

Antlaşmanın 41. maddesi ise “gayrimüslim azınlıklara mensup Türk vatandaşlarının, önemli oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklara devlet bütçesi, belediye ya da diğer bütçelerce, eğitim, din ya da hayır için ayrılan tutarlardan, hakkaniyete uygun ölçülerde pay ayrılacaktır” demektedir.

Lozan antlaşmasından günümüze değin bu hakların hiç biri hayata geçirilmedi. Oysaki Sevr antlaşması Kürtlere ve Ermenilere daha geniş imtiyazlar veriyordu. Süryani halkı ise Sevr’de de yoktu. Sevr’de olmayan Süryani halkının Lozan antlaşmasındaki (Azınlık) hakları ise bu güne değin keyfi olarak uygulanmadı. Süryanilerin diğer azınlıklar gibi okul açma ve vakıf kurma hakları gasp edilerek, Türkleştirme politikalarını en acı yaşayanlardı.

29 Ekim’de M. Kemal, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan "Cumhuriyet" önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne vermesiyle teokratik bir sistemden, kanla inşa edilen cumhuriyete geçilmiştir. TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu(1921 Anayasası)’nda yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini 29 Ekim 1923'de cumhuriyet olarak ilan edilince, Kemalist cumhuriyetin ilk cumhurbaşkanı da Atatürk olmuştur.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra sıra, ülke içersinde Sünni Türk olmayan unsurları yani Kürtleri eğitim yoluyla asimile etmeye gelmişti. Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası), TBMM tarafından, 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilerek bir genelge ile mahalle mektepleri – medreseler keyfi olarak kapatılmıştır. Öğretim Birliği Yasasıyla, Misyoner ve azınlık okulları Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetimine girmiş; dinsel ve siyasal amaçlı eğitim yasaklanmış; ders programlarına tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, Türkçe dersleri eklenmiştir. Bu dönemde azınlık okullarında okutulan kitaplardan aziz resimleri çıkarılıp, okul binalarındaki haçların indirilmesi istenmiştir. Din esaslarına dayalı eğitim ve din propagandası yapma yasaklarına uymayan yabancı okullar ise kapatıldı.

Bu kanunla Kürtçe eğitimin de önü kesilerek, 1925’de gizlice hazırlanıp uygulamaya konan "şark ıslahat planı" ile de Kürtçe konuşulması yasaklanıp, konuşanların cezalandırılması kararlaştırılmıştır.

Ermeni, Rum ve Yahudiler devlet denetiminde de olsa okulları ve eğitim kurumları olmasına rağmen bu haktan Süryaniler hiç yararlandırılmamıştır. Bu yüzden anavatanında yabancı muamelesi gören bir halktır Süryaniler.

Tevhid-i Tedrisat kanunu ile başlangıçta isteğe bağlı bir ders haline getirilmiş olan din dersi; ortaokullarda 1930’da, öğretmen okullarında 1931’de, şehir ilkokullarında 1933’de, köy ilkokullarında 1939’da tamamen müfredattan çıkarıldı. 1939-1948 yılları arasında din derslerinin hiç yer almadığı bir örgün eğitim deneyimi de yaşanmıştır. Bu yasayla Radikal İslamcılar yer altı örgütlenmesine gitmiştir.

M.Kemal, Şeyh Sait İsyanını gerekçe göstererek 5 Haziran 1925’te İ.İnönü’nün başbakanlığında Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarıldı. Parti ileri gelenleri İstiklal Mahkemelerince yargılandılar Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun kapsamı genişletilerek İstiklal Mahkemeleri yeniden kuruldu. Malta sürgünlerinin yargılaması sırasında çalışmayan/yargılamadan uzak olan mahkeme; konu Kemalist rejimin diktatörlüğüne karşı çıkanlar için olunca, işlevsel hale getirildi. Atatürk'e suikast girişimine adları karışan birçok rejim karşıtı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti eski üyesi İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak cezalandırıldı.

25 Kasım 1925'te “Şapka Giyilmesi Hakkındaki Kanun” çıkarılıp, Türkiye sınırları içersinde dinsel giysilerle sokakta gezilmesi yasaklanarak inanç özgürlükleri yok edildi. Bu yasayla Papazların sakallarına, kıyafetlerine, hocaların, şeyhlerin, dedelerin, kılık kıyafetine müdahale edilmiştir.

1925’de çıkarılan şark ıslahat planı, Fırat’ın batısında ve kuzeyinde bulunan Kızılbaş/Alevi Kürtleri öncelikle asimilasyona tabi tutmuştur.1925’ten sonra Kürt/Nakşibendî tekkelerinin yanı sıra Alevi tekkeleri de kapatılmış; ancak 1927’de Bektaşi tekkeleri üzerindeki baskı göreceli olarak yumuşatılırken; Alevi/ Kürt kimlikli Dersim ve çevre dergâhları ve de tekkeleri süresiz kapatılmıştır.

Kemalist devrim dedikleri şey aslında, kadim halklara karşı yapılan sosyal ve kültürel soykırımdır. Antidemokratik yasalarla kılıflanan yasakların ve farklı dilleri yok sayan anlayışların devrimle hiçbir ilgisi yoktur. Kemalist devrimler, az sayıda kalan azınlıklara, Radikal İslamcılara, Kürtlere ve Alevilere karşı yapılmıştır. M.Kemal’de tıpkı 1915 soykırımın mimarları Talat-Cemal-Enver üçlüsü gibi diktatörlük kurarak; Kürtleri, Alevileri, komünistleri ve İslamcıları katletmiştir.

Tek tipçilik (Tek millet, Tek Bayrak, Tek din) bitmedi, sürüyor...

1 Kasım 1928'de, Türk alfabesinin kabulü; çok dillicilikten, tek dilliciliğe geçişin miladıdır. Kemalist hükümet, Eğitimde tek tipçiliği yasalarla zorunlu hale getirip, Ana dilde eğitim hakkını, Türk olmayan halklara vermediği gibi Süryanilere, azınlık olmasına rağmen yasaklayarak 1928’de Süryani okullarını kapatmıştır.

Bu ülkenin kadim halkları olan azınlıklar ve anadili Türkçe olmayan halklar, "Türkçe konuş vatandaş" kampanyaları ile psikolojik ve kültürel baskılar sonucu anadillerinde isim koymaya bile korktular, dahası ana dillerini kullanamaz hale geldiler. Süryaniler ise Lozan haklarından yararlandırılmadığı gibi çocuklarına çoğunlukla Türkçe isim vermek zorunda kaldılar.

Bu ülkede Hıristiyan halklara katliamlar 1914’de başlamadı elbet. 1915’i baz alırsak 1924 Süryani/Nasturi katliamına kadar sistematik olarak genocid devam etmiştir. Azınlıklara yapılan katliamlar üzerine kurulan cumhuriyet, daha sonra da Kürt ve alevi katliamları ile varlığını idame ettirmiştir. 1915’den, Cumhuriyete ve günümüze değin soykırım şekil değiştirse de devam ediyor. 1.5 milyon insanın kanı üzerine kurulan cumhuriyet, bu ülkenin en kadim halklarını ya yasalarla asimile etmeye ya da korkutup ülkeyi terk etmeye zorladı.

Cumhuriyet, işte bu ahval ve şartlarda kuruldu. 1915’den günümüze değin yaşatılan tüm katliamlar; vicdani ve hukuksal olarak bu ülkede yargılanmadığı, eşit yurttaşlık hakkı hayata geçirilmediği sürece bizler ‘’Bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime’’ türküsünü daha çok söyleyeceğiz.


Zeynep TOZDUMAN

29.10.2013

Son Güncelleme Tarihi: 31 Ekim 2013 15:08

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.