Yüreklerin kulakları sağır - Nabi Yağcı
13 Ağustos 2009 10:38
Muhalefet için söylüyorum, daha doğrusu CHP ve MHP muhalefeti için, Nazım’ın o müthiş dizelerini anımsayarak. Dağda yananların, askerde yananların, yürek yangını anaların feryadını duymayan, bağır bağır bağırsan da yüreklerinin kulakları sağır olanlara. Oysa tam da kurşun eritmeye koşma zamanı. Kürt sorunu, yılların çözümsüzlüğünün doğurduğu kurşun gibi ağır bir sorun çünkü. Şimdi ise, askerde yananların, dağda yananların yürek yangını analarıın ateşiyle bu kurşun gibi ağır sorun eriyor artık. Onlar erittiler. Gerçek kurşunlar da eridikçe bu sorun çözülecek. Onları eritmekse bize düşüyor. Barışı sağlamak bizim işimiz olmalı. Ancak o zaman ölenler boş yere ölmemiş olur.
Şu halimize bakar mısınız? Yıllardır "Kürt" sözcüğünü ağzımıza alamaz, "Kürt sorunu" diye sorunun adını koyamaz, PKK adını ancak lanetlemek için kullanırken özellikle son günlerde Kürt sorunundan başka bir şey yazamaz, konuşamaz hale geldik. Ne iyi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmadan sonra bu mesele daha bir ısınacak, çünkü bu konuşma her şeyden önce "sıcak" bir konuşmaydı. Hem yüreklere hem akıllara seslenen. Esasen çözüm de her adımda bu iki yan birlikte var olmadan mümkün olamaz. Yürek sıcaklığıyla aklın soğukluğunun doğuracağı sıcak çözüm yollarını bulmalıyız. Kurşunu eritebilmek için bu sıcaklık şart.
Devlet bile ezerek, yok ederek, asimile ederek değil, barış ve eşit haklılık temelinde bir çözüme en azından kulağını açmışken, kulakların kiri temizlenirken iki muhalefet partisinin yüreklerinin kulakları sağır. Kraldan daha fazla kralcı, devletten daha devletçiler. Daha kötüsü makasın ağzı giderek açılıyor.
Umalım ki, PKK içinden de yürekleri sağır olanlar çıkmasın.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşması pek çok yönüyle üzerinde dikkatle durmaya değer bir konuşmaydı. Benim altının çizilmesini önemli gördüğüm yan bu konuşmanın devlet adına bir özür anlamı da taşıyor olmasıdır. Bir başkasının değil bir başbakanın ağzından çıkan şu cümleler başka biçimde yorumlanabilir mi?
"Eğer Türkiye enerjisini, bütçesini, kazanımlannı, bütün bunların ötesinde huzurunu, refahını, gencecik fidan gibi delikanlılarını teröre kurban etmeseydi, Türkiye son 25 yılını terörle, çatışmayla olağanüstü hal ile faili meçhullerle, boşaltılan köylerle, üzerine ayyıldızlı bayrağımızın örtüldüğü tabut görüntüleriyle heba etmeseydi bugün nerelerde olurdu? Eğer sorun daha ortaya çıkarken fark edilip gerekil tedbirler alınabilseydi, onbinlerce insanımız hayatını kaybetmeden, onbinlercesi yaralanmadan ve yüzbinlercesi mağdur olmadan bu mesele suhuletle çözülmüş olsaydı bugün Türkiye nerede olurdu?
Aziz milletimizin bu soruları sormasını, bu meseleyi objektif bir şekilde enine boyuna sorgulamasını özellikle rica ediyorum: Ne oldu, nerede yanlış yapıldı? Bizim binlerce yıllık dostluğumuzun, akrabalığımızın, kardeşliğimizin kopacağına, çökeceğine, çürüyüp, bozulabileceğine kim nasıl inanma cüretini gösterdi de aramıza nifak tohumlan ekme gayretine girdi? (…) Cumhuriyeti kuran ve ortak değerler etrafında yücelten bizler değil miydik? (…) Bu ülkede, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği altında yer alan her etnik kökendeki insan (…) bizim kardeşimizdir (…)
Sorunun devam etmesine, çözümün akamete uğramasına çanak tutan anlayışlar, yaşanan acıların vebaline de ortak olur. Sorunu bu hale getiren anlayışlardan medet beklemiyoruz. Ama diyoruz ki gölge etmeyin, engel olmayın.
Ağıtlara tahammülümüz yok (…) Ülkenin bir bölümü üzerine çökmüş karabulutlara tahammülümüz yok. umutsuzluğa tahammülümüz yok (…) Munzur dağlannda hep birlikte kardelen toplayalım. Türkiye'ye yeni ufuklar açmak istiyoruz. Bunun mümkün olduğuna inanıyoruz.
"Başbakan Erdoğan'ın konuşmasında dikkat çeken bîr başka önemli yan, barış için bir önkoşul koymamış olmasıdır. Konuşmanın bütün içeriği barışmak üstüne. Barış, galip tarafın koşullarını kabul ederek tek taraflı da olabilir ama barışmak ancak en az iki tarafı gerektirir. Erdoğan da öyle diyor: "Annenin ideolojisi yoktur, annenin siyaseti yoktur (…) Bu süreçten hiçbir tarafın kazançlı çıkmayacağı aşikârdır. Ama kaybedenin Türkiye olduğu aşikârdır. Kaybedenin şehit anneleri olduğu, babalar olduğu aşikârdır. Şehit anneleri, buyurun, Diyarbakır'da bir araya gelip kucaklaşabiliyor da ama birilerine bakıyorsunuz ki onlar bu buluşmadan rahatsız oluyor.
"Yüreklerinin kulakları sağır olmayan aydınlar da, soruna cesaretle eğilen, çözüm arayan her girişimi desteklediklerini, engellemeye çalışanları da kınadıklannı açıkladılar. Etrafına kulak veren herkes de kabul edebilir ki, çözüm isteyen ve çözüme umutlu bakanlar hızla artıyor.
Yüreğin yerine aklı, aklın yerine yüreği koymadan, "Nerede yanlış yapıldı" sorusunu hep akılda tutarak, Aram Tîgran'nın "eve" dönmesine niye izin verilmediği sorusunu da atlamadan umuda destek vermek gerek.
Taraf

