Tarihin içinde - Ahmet Altan

17 Ekim 2009 12:46  

 

Tarihin içinde - Ahmet Altan

Tarihin içinde Türkiye'nin değişmeme konusundaki direnciyle, değişebilme sürati arasındaki çelişki beni hep şaşırtmıştır.
Hem değişimden bu kadar korkan, hem de bu kadar kolay değişebilen toplumun bir sırrı olmalı.
On yıl önceyi düşünün. Güneydoğu'da Kürt savaşı sürüyordu, "Kurdistan" adı elektrikli titreşimler yaratıyordu, Suriye sınırında "savaş tehdidi" sayılabilecek askerî manevralar yapılıyordu, "soykırım" sözcüğünün yarattığı dehşetli korku nedeniyle Ermeniler düşman sayılıyordu.
Bugün Kürt açılımı yaparak savaşı durdurmanın yolunu arıyoruz, devlet görevlileri gizlice PKK ile görüşüyor, İçişleri Bakanımız havaalanında "Kürdistan'a hoş geldiniz" yazan Erbil’e gidiyor, Suriye ile aramızdaki sınırı kaldırdık, Ermenistan Cumhurbaşkanı'nı Bursa'da ağırlıyoruz.
Cumhuriyet tarihi boyunca "tabu" sayılan "sözler" günlük hayatımızın parçası haline geldi.
Seksen yıllık "tehditler" birden yok oldu.
Nasıl oldu bu?
Eğer bunlar, seksen yıl boyunca konuşulması bile haram olan tehlikeli konularsa, iki ayda nasıl çözüm aşamasına geldik?
İki ayda çözülebilecek meselelerse neden seksen yıl boyunca hiçbirini çözmedik?
Seksen yıl, iki ayda nasıl değişiyor?
Bu çelişkinin arkasında ne var?
Sanırım, Türkiye'nin içinde boğulduğu "meseleler' aslında "gerçek" meseleler değildi, devletin uydurduğu ve konuşulmasını yasakladığı meselelerdi.
Sağlam bir kökü yoktu.
Bunun daha önceki örneklerini biz Turgut Özal zamanında da yaşamıştık.
Özal, iktidarının ilk kırk gününde Cumhuriyet'in neredeyse bütün "ekonomik" yasaklarını kaldırıp atmıştı.
"Türkiye'de dövizin serbest bırakılmasının" ülke ekonomisini batıracağı söyleniyordu.
İthalatın önündeki yasakların kalkmasının ekonomiyi altüst edeceği iddia ediliyordu.
"Telsiz kanunu" değişirse ülke casusların eline geçecek sanılıyordu.
Yasaklar kalktı, ekonomi kanatlanıp uçtu.
Hepsinin "devletin ve bürokrasinin" gereksiz korkularının yarattığı anlamsız yasaklar olduğu anlaşıldı.
Şimdi de, "savaş halinden çıkarsak bölünürüz, parçalanırız, topraklarımız elimizden gider" korkusu piyasadan çekiliyor.
Barışın bu ülkede yaşayan herkes için daha kârlı olduğu fark ediliyor.
Cumhuriyet, korkular üzerine kuruldu.
Cumhuriyet'i kuranlar kendi halklarından korkuyordu her şeyden önce.
Bir devleti kurmak ve o devleti yönetenlerin "meşruiyetini" o ülkenin insanlarına kabul ettirmek, altı yüz yıl boyunca imparatorluğu yöneten ailenin elinden iktidarı almak, "hilafeti" ortadan kaldırmak, yeni bir lideri yönetimin başına getirmek kolay iş değildir.
Cumhuriyet halkına güvenemediği için ordusuna güvendi.
Orduyu, yönetimin merkezine yerleştirdi.
Bunu haklı göstermek için "iç ve dış" düşmanlar "anlayışını" pompaladıkça pompaladı.
Tarihî gerçekleri kendine göre çarpıttı, İttihatçıların günahlarını sakladı.
O günün koşulları içinde belki başka çareleri yoktu.
Bu, anlaşılabilir bir durum.
Ama "halkından korkmayı", orduyu yönetimin merkezine koymayı, tarihi gerçekleri çarpıtmayı, herkesi düşman ilan etmeyi, ülkenin kapılarını dış dünyaya kapamaya çalışmayı "seksen yıl boyunca" sürdürmenin anlaşılabilir bir yanı yok.
"Kuruluş" korkularının bunca yıl sürdürülmesinin gerçeklerin "yalanların" arkasına saklanmasının, dini ve Türklerin dışındaki ırkları düşman görmenin tek nedeni, o dönemdeki "ordu ve bürokrasi iktidarının" ilanihaye sürdürülmek istenmesiydi.
Şimdi, çok uzun süren "kuruluş" aşamasını tamamlıyoruz.
Sahte korkular ortadan kalkıyor.
Değişen dünyanın da zorlamasıyla Türkiye normalleşiyor.
Kendi halkıyla, tarihiyle, komşularıyla barışıyor.
Tarihin önemli dönemeçlerinden birinden geçiyoruz.
Sahte korkularımızdan kurtuluyoruz.
Dindarlar dinlerini özgürce yaşayınca, Kürtler eşit vatandaş sayılınca, 1915’te Ermenilere yapılanlar açıkça konuşulunca, solcu ve sağcı aydınlar fikirlerini rahatça söyleyince ülkenin batmayacağını kavramaya başlıyoruz.
Bizim ömrümüz bir türlü "kuruluşunu" tamamlayamayan bir devletin saçma sapan korkularının yarattığı dehşet ve düşmanlığın karanlığında geçti, yalanlarla boğulduk.
Gelecek kuşaklar özgür ve normal bir ülkede yaşayacaklar.
Yalanlar bitecek, baskılar bitecek, korkular bitecek.
Tarih diye bu tür değişimlere diyorlar işte.
Ve siz bugün yeniden yazılan bir tarihin içinde geziniyorsunuz.
Uzun süre denizlerde dolaşmış kayıp bir gemide, "kara göründü" diye bağıran gözcüyü duyan denizciler gibisiniz.
Kara göründü… Bunun tadını çıkarın. 

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0