Solun şiddetle sınavı... - Oral Çalışlar

19 Kasım 2011 10:31  

 

Solun şiddetle sınavı... - Oral Çalışlar

Solun şiddetle 'helalleşmesi' artık şart. Birçok Kürt siyasetçi, PKK şiddetinin olumsuz rol oynadığı görüşünde.

Karl Marx’ın, dünyadaki değişimi yorumlarken söylediği şu sözler, sol içi tartışmalarda en çok kullanılan cümleler arasındadır: “Zor, yeni topluma gebe her eski toplumun ebesidir.”
1960’lı yıllarda Türkiye solu içindeki ayrılıklarda önemli bir rol oynayan şiddet -büyük ölçüde silahlı eylem- konusu hâlâ çözülememiş bir sorun olarak karşımızda.
Şiddet yoluyla sosyalizme ve devrime ulaşılabileceği düşüncesi, dönemin devrimci gençliğinin ‘yol göstericisi’ durumundaydı. Tabii bu kültür gökten zembille inmemişti.
1960 yılında Küba’da dağa çıkan Fidel Castro ve arkadaşlarının yönetimi ele geçirmesi, Vietnam’da ABD işgaline direnen Ho Chi Minh önderliğindeki savaş, Filistin’de İsrail işgaline direnen El Fetih ve diğer silahlı örgütler, Latin Amerika’nın dört bir yanındaki silahlı gerilla direnişleri ülkemizdeki gençleri etkilemişti.
Deniz Gezmiş’ler, Mahir Çayan’lar ve İbrahim Kaypakkaya’ların -1970’li yıllarda silaha sarılması, Türkiye’deki sol hareketin önemli bir bölümünün bu çizgiyi sürdürme çabasına zemin oluşturdu. Onlarca genç, başarı şansı olmayan eylemlerde yaşamını yitirdi.
Şiddetin içselleştirilmesi, yalnızca sisteme karşı silah çekme ile sınırlı kalmadı. Sol gruplar kendi iç ayrılıklarında da şiddeti kullandılar. Sol gruplar arasında ve sol grupların kendi içlerindeki ayrılıklar nedeniyle sayısız cinayet işlendi. Bunların hemen hepsi ideolojik açıklamalarla savunulmaya çalışıldı.

PKK’nın çıkışı
1970’lerin sonlarına doğru sol içi cinayetler iyice çığırından çıktı. Bu açıdan en ‘etkili’ gruplardan birisi PKK idi. PKK, sol örgütlerden çok insan öldürerek öne geçti.
12 Eylül 1980’e gelinirken, solun şiddetle ilişkisi ciddi tartışmalara konu oluyordu. Darbe, bir anlamda ‘her şeyi temizledi’... Darbenin acımasızlığı, Türk solunu ve Kürtleri ‘şiddet’e kışkırttı.
Devletin şiddete başvurması, PKK’nın şiddete şiddetle karşılık vermesiyle başlayan süreç, barışçı mücadele yöntemlerinin tasfiyesini getirdi.
Türk solu, 12 Eylül’de büyük bir yenilgiye uğradı. Silahlı eylemi savunan örgütlenmelerin çoğu unufak olurken PKK sivrildi. Bölgedeki çelişmelerden, Kürtlerin çaresizliğinden, devletlerin bölgesel hesaplarından güç alarak yaygınlık ve etkinlik kazandı. Türk solunun şiddeti bir ‘siyasi yöntem’ olarak gören kesimleri, PKK’ya hayranlıkla baktılar.
Öcalan’la 1993 yılındaki basın toplantısı öncesi yaptığım röportajda söylediği şu sözler ilginçti: “Biz Deniz Gezmiş’lerin, Mahir Çayan’ların, İbrahim Kaypakkaya’ların yolundan gittik...” ‘Silaha sarılmak’ bağlamında söylediği doğruydu. Türk solunun bir kesimi de bunu böyle benimsediği için Türk solu içinden PKK’ya yönelimler oldu.

Solun şiddeti savunmayanları
Kürtler içinde de, Türkiye’deki sol hareket içinde de, başından beri siyasette şiddeti reddeden siyasetçiler ve örgütler oldu. TİP liderleri, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Sadun Aren, gençliğin şiddete yönelmesine karşı çıkmışlardı.
O dönemde Kürt sosyalistleri de TİP içindeydi ve şiddeti bir siyasi yöntem olarak benimsemediklerini belirtiyorlardı. Tarık Ziya Ekinci, Kemal Burkay, Ahmet Aras, İhsan Aksoy aklıma gelen ilk isimler.
Diyarbakır ve Ağrı’da siyasi mücadelede ısrar eden sosyalist Kürtler, belediye başkanlıklarını kazanmışlardı. Yani Kürt sosyalistleri barışçı mücadele yoluyla ciddi bir etki alanı yaratmışlardı.
12 Eylül, barışçı yöntemleri savunanları saf dışı bırakırken, PKK büyümeye ve Kürtler üzerindeki etkisini arttırmaya devam etti.
Koşullar değişti, yasal mücadele olanakları gelişti. PKK gücünü pekiştirirken bir yandan da Kürt siyasal akımları yasal siyaset sahnesine çıktılar.
Türk solu ise tam anlamıyla bir dağılma ve yok olma sürecindeydi. Toplum üzerinde ciddi bir etkisinin kalmadığı dikkat çekiyor, yükselen Kürt hareketi bir umut kapısı gibi görünüyordu.
1980’lerde ve 1990’larda devletin Kürtlerin kimlik talebine şiddetle karşılık vermesi, PKK şiddetinin göz ardı edilmesinde etkili oldu. Eleştirel davranan Kemal Burkay gibi isimlerin sesi pek duyulmuyordu. Koşulları yoktu.

PKK’yı güvence olarak görmek
2010’lara gelindiğinde PKK’nın etki alanı içindeki Kürt hareketi yasal alanda çok önemli mesafeler kat etmişti. 100’ün üzerinde belediye başkanlığı ve baraj engellerine rağmen 36 milletvekilliği kazanılmıştı.
PKK silahlı bir örgüt olarak yasal Kürt hareketi üzerindeki hegemonyasını sürdürüyor. ‘Yasal’ ve ‘barışçı’ olanla ‘silahlı olan’ yan yana yaşıyor.
Kürtlerin önemli bir kesimi içinde şöyle düşüncelerin yaygın olduğunu görebiliyoruz: “PKK olmasaydı biz bu noktaya gelemezdik. PKK olmasa devlet bizi bütün kazandığımız mevzilerden geri atabilir...” Böyle düşünenlerin, PKK’nın silah bırakmasına sıcak bakmadıkları bir gerçek.
PKK şiddetinin hangi ‘mevziler’in kazanılmasında ne rol oynamış olduğu uzun uzun tartışılabilir. Bu, geçmişe ait bir mesele. Asıl soru ise şu: PKK şiddeti, hâlâ Kürt haklarının savunulmasında bir etken olarak görülebilir mi?
Türk solu içinde de, Kürtlerin içinde de böyle düşünenler var. Bu düşünce Türk solcuları arasında geçmiş tartışmaları ve eski söylemleri yeniden üretiyor: “Zor, siyasette zorunludur. Şiddetin belli durumlarda sağaltıcı bir etkisi vardır.”
Kendi adıma konuşmam gerekirse siyasete şiddetin bir şey getirebileceğini düşünmüyorum… Solun şiddetle ‘helalleşmesi’ artık şart. Kemal Burkay ve birçok Kürt siyasetçi, PKK şiddetinin Kürt haklarının kazanılmasında olumsuz bir rol oynadığı görüşünde.
Şiddetin geleneksel toplum içindeki yaygınlığını da göz önünde bulundurursak şiddeti kaçınılmaz bir araç sayan yaklaşımın ‘geriliğe teslim olan’ bir yaklaşım olduğunu görebiliriz. Daha ileri, daha eşitlikçi, daha özgürlükçü, daha çok renkli, daha keyifli bir dünyayı, ancak şiddeti her alanda dışlayan bir kültür ile var edebiliriz.
Böyle bir kültüre şu an özellikle solun ihtiyaç duyduğu bir gerçek...

Radikal

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0