Seçimlerden sonra: Ne yapmalı, nasıl yapmalı? - Murat Yılmaz

28 Nisan 2019 17:29  

 

Seçimlerden sonra: Ne yapmalı, nasıl yapmalı? - Murat Yılmaz

Türkiye, 31 Mart 2019 seçimleriyle, 2013’teki Gezi kalkışmasıyla başlayan altı yıllık sürekli türbülans, istikrarsızlık ve kriz döneminden nihayet çıkabilecek bir siyasi kompozisyon ele geçirebildi. Bu sert mücadele döneminde krizin içerideki gayrımeşru aktörlerinin bel kemikleri kırıldı. Onların siyasi ortakları ise hem ortakları ağır bir şekilde yenildiği hem de yeni sistemin ittifaklar modelinin verdiği imkanla demokratik yollarla kazanma umuduyla demokratik siyasi mücadeleye ikna edilmiş durumda. 31 Mart seçimleri Cumhur ittifakının aldığı yüzde 52 oy ve Doğu/ Güneydoğu Anadolu’daki HDP’nin yenilgisiyle siyasi istikrar ve güvenlik politikasının başarısı, Türkiye’nin önüne 4,5 yıllık seçimsiz bir süre açmıştır. Bu 4,5 yıllık süre, geçen altı yıllık sert mücadele döneminin her türlü tahribatı aşmaya yetecek altın kıymetinde bir süredir. Bu 4,5 yıl, aynı zamanda Türkiye’ye içerideki istikrarın verdiği imkanla dış politika problemleriyle mücadele edebilecek bir süre ve iradeyi de veriyor. Şimdi gelelim iktidar ve muhalefetiyle siyasetin bu 4,5 yıllık süreyi nasıl kullanabileceğine: Zafere giderken yaşanan hasarlar nasıl giderilmeli? Ne yapmalı? Ne yapmamalı? Nasıl Yapmalı? 

‘Hasarsız zafer olmaz’  

Geçtiğimiz altı yılda Gezi sokak kalkışması, 17/25 Aralık yargı darbesi teşebbüsü, PKK’nın hendek terörü ve büyükşehirlerde PKK/ DEAŞ bombaları, 15 Temmuz darbe teşebbüsü, olağanüstü hal uygulaması ve Suriye ve Irak’ta halen devam eden askeri operasyonlar yaşanırken Türkiye yedi defa sandığa gitti. Genel seçimler, yerel seçimler, referandumla beraber vesayet sisteminin tasfiyesi parlamenter bir tür yarı başkanlık sisteminden başkanlık sisteminin Türkiye modeli olarak ortaya çıkan Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişte yaşananlar siyasi söylemi fevkalade serleştirdi ve taraflar arasındaki mesafeyi açtı ve diyalog yollarını tıkadı. Buna rağmen, Türkiye bütün bu problemleri demokratik bir rejim içinde aşmayı başardı. Bu Türkiye’nin hanesine yazılması gereken fevkalade bir başarıdır. Ancak her başarı veya zafer, çok ciddi bir hasar ve bedelle birlikte gelir. Türkiye, şimdi bu başarıyla beraber hasarın da muhasebesini yaparak, gündelik mücadele içerisinde neredeyse yitirdiği gelecek perspektifine yönelmelidir. Sert mücadele dönemindeki sertleşmenin nispeten yumuşatılması, mesafelerin kapatılması ve diyalog yollarının açılması elzemdir. 

Meşruiyet ve merkez esas olmalı 

Hemen baştan hemen söylemek lazım ki, bu ancak meşru aktörlerle mümkündür. Dolayısıyla FETÖ ve PKK’nın tasfiyesi ve marjinalleşmesi kaçınılmazdır. Bu gayrımeşru aktörlerin sisteme yeniden dahil edilmesi, Türkiye’nin demokratik mücadele ve başarısını anlamsız hale getirecektir. Bu vadide iktidara düşen bu tür gayrımeşru aktörlerle mücadeleyi kararlılıkla devam ettirirken, hukuka özenle riayet edilmesi ve aynı zamanda bu aktörlerin toplumsal tabanlarından tecrit edileceği bir rehabilitasyon sürecinin hayata geçirilmesidir. Bu konuda tarafsızlık ve adalet hissinin zedelenmesi sadece bu örgütlere ve onların işbirlikçilerine propaganda malzemesi verecektir. 

Muhalefet ise, hukuk adalet ve eşitliğe sahip çıkarak iktidarı eleştirmekle gayrımeşru aktörlere sahip çıkmak arasındaki farka dikkat etmelidir. Bu gayrımeşru aktörlerin belli bir toplumsal zemine sahip olmaları ve seçimlerde küçük oylarla sonucun tayin edilebileceği bir siteme geçmiş olmamız bu grupların oylarının hesaba katılması gibi yanlış bir yolun kapısını aralayabilmektedir. Ancak bu yol çıkmaz sokaktır. Çünkü bu aktörlerin tesir ettikleri bütün zemin ve aktörleri sadece suiistimal ettikleri geçmiş örneklerden malumdur. Ayrıca seçmenin ezici bir çoğunluğu bu yapılardan nefret edecek düzeyde mesafelidir. Bu bakımdan yaşanabilecek tepkiler gayrımeşru aktörlere propaganda imkanı verirken, meşru siyasi aktörlere öngörülmeyen maliyetler getirebilir. Son tahlilde Cumhurbaşkanlığı sisteminde yüzde 50 oy alma mecburiyeti siyasi parti ve liderleri marjinallikten uzak bir merkez siyaseti yürütmeye zorlamaktadır. Siyasi aktör ve liderlerin merkez yerine, merkezkaç güçlere ve söylemlere yönelmesi çok ciddi bir siyasi risk anlamına gelmektedir. Cumhurbaşkanlığı sisteminin uzun vadeli olumlu etkilerinden biri bu tür merkezkaç güçleri ve kimlikleri törpülemesi olacaktır. Bu tür grupların, sisteme girebilmesi ancak meşruiyete riayet ederek merkez aktörlerle yapacakları pazarlık ve müzakerelerle mümkün olabilecektir. 

Merkez parti ve liderler burada ölçüyü kaçırırlarsa, sistemin bu tür gruplara büyük tavizler vererek siyasi merkezin zayıflamasına ve merkezkaç güçlerin ağırlık kazanmalarına yol açması da sistemin barındırdığı potansiyel tehlikelerden biridir. 31 Mart seçimlerinde Millet İttifakının bu açıdan eleştirildiği hatırlardadır. Millet İttifakı şimdi kazandığı yerlerde kadrolaşma, söylem ve uygulamalarıyla bu eleştirilerin yerinde olup olmadığını gösterme imkanına sahiptir. Bu konuda yapılacak hataların, merkez siyasi parti ve liderleri bir anda marjinalleştirmesi ihtimal dahilindedir. 

Tehdit eden dip dalga  

İktidar ve muhalefet, ülkemizde, bölgemizde ve dünyada kimlik politikalarının ve radikalleşmenin arttığı bir dönemde siyasi iklimi bu tür marjinal ve merkezkaç güçlerin tasallutundan koruyabilirse bu başlı başına büyük bir başarı anlamına gelecektir. Bu dalganın iktidar ve muhalefet partilerinin tamamını tehdit eden bir dip dalga olduğunun altını çizelim. Türkiye siyaset sınıfının önümüzdeki dönemde en büyük imtihanı bu alanda olacaktır. FETÖ, PKK’nın yanında etnik kimlik, mezhepçilik, cemaatçilik, hayat tarzı, hemşehricilik, bölgecilik Türkiye demokrasisini ve siyasi patilerini tehdit eden problemler olarak ortaya çıkmaktadır. 

Reformlar devam etmeli  

Türkiye’nin geçmiş dönemin sert mücadelelerinin yarattığı tahribatları aşacak hukuki ve siyasi yollar bularak yoluna devam etmesi önemlidir. Bunun yolu da her alanda reformlara devam etmek ve zayıflayan kurumları güçlendirmekten geçmektedir. Özellikle Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş sürecinin getirdiği uyum sorunları, mevzuat, iletişim ve kurumsal kapasite sorunları hızla ve entegre bir şekilde aşılmalıdır. Bu alanda iktidar partisi ve yürütmenin sorumlu olduğu açıktır. Ancak muhalefet ve kamuoyu da bu sürece olumlu katkı ve eleştirel destek vermelidir. Muhalefetin iktidardan gelen her türlü icraata kategorik karşıtlığı yanlış olduğu gibi, iktidarın da bu varsayımla muhalefetle diyalogtan kaçınması yanlış olacaktır. İktidarın temsi ettiği yüzde 50’nin ortak aklını harekete geçirecek bir iç diyalog ve çalışma yöntemini takiben, kendi dışındaki kesimlerle ilişki kurması elzemdir. 

Alternatif aktörler 

Altı yıllık mücadele ve çatışma dönemi en büyük tahribatı hukukta, bürokraside, kurumsal kapasitede ve söylemde yapmıştır. Bugün bu tahribat için suçlu aramak ve geçmişe yönelmek yerine gelecek perspektifiyle bu alanlarda doğru şeyler yapmaya ve bunu da her kesimle diyalogla yapmaya yönelmek isabetli olacaktır. Aksi halde Cumhur İttifakı ve AK Parti içinde bir hesaplaşma mantığıyla yürütülecek tartışmaların hayırlı sonuçlar getirmeyeceği ortadadır. AK Parti ve Erdoğan’ın en büyük başarılarından biri, uzun iktidar dönemi boyunca iç tartışma ve hizipleşmelerin önünü kesecek bir reform ve büyüme perspektifiyle parçalanmanın önüne geçebilmesidir. Cumhur İttifakı ve AK Parti’yi dağıtarak bu 4,5 yıllık istikrar dönemini engellemek isteyenlere fırsat vermemek, bu bakımdan hayati derecede önemlidir. Hesaplaşma mantığıyla hareket edilmemelidir.  Zamana yayılmış ve ne yapacağını bilen bir yenilenme ve değişim iradesi AK Parti, Cumhur İttifakı ve Türkiye’nin önünü açabilecektir. AK Parti “muhafazakar demokrat” tavra uygun bir şekilde tedricen, mutedil ve dengeli bir şekilde istikrarı tahkim eden bir reforma yönelmelidir. AK Parti’nin mühim meziyetlerinden biri de kendi havzasındaki alternatif aktörleri devşirerek bünyesine katabilmesidir. AK Parti bu şekilde şimdiye kadar kendi havzasındaki enerjiyi partiye mal edebilmiştir. AK Parti’nin ehemmiyetli özeliklerinden biri de ittifak kurabilme kabiliyetidir. Geçmiş dönemin mücadelelerinin AK Parti’nin bu iki özelliğini köreltmesine izin verilmemelidir. AK Parti önümüzdeki 4,5 yılı bu istikamette kullanarak parti, ittifaklar ve Türkiye’nin problem ve ihtiyaçlarını birbiriyle uyumlu bir şekilde çözmeye yönelebilirse, bundan sadece Türkiye değil 2023’deki seçimlerde kendisi de istifade edebilir.  AK Parti ve Erdoğan sıkıştığı her anda siyaset ve reform yaparak kendine yeni bir alan yaratarak ilerledi. Bugün de altı yıllık sert mücadele döneminin siyaset ve reform alanlarını daraltmasına teslim olmayarak, yeniden siyaset ve reformlara yönelebilir… 

Dr. Murat Yılmaz - Siyaset Bilimci

@myilmaz_67

star.com.tr

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0