Sunak

14 Eylül 2013 14:06 / 1290 kez okundu!

 


Güneşin alnında olgunluktan çatlamış siyah incirlerin balına fosfor yeşili renkte böcekler konmuş. Kafaları incirin içinde tamamen ve sanki orada kaybolmak ister gibi bir halleri var. Az ötesindeki Deliktaş Kaya Sunağının içinden geçip ovaya savrulan rüzgar, yaban incirinin dallarında bir süre gezindikten sonra, dağ kekiği ve zeytin kokulu nefesini körfezin üzerine yaymak için yoluna devam ediyor.

Doğanın gücünü bilen, ona inananların kutsal mekanı burası. Kadim Anadolu halkları binlerce yıl önce inandıkları doğayla bütünleşmek için buraya gelmişler. Koca kaya kütlesini oyarak taht yapmışlar, arınma havuzları, alev çukurları, kanallar açmışlar.

M.Ö. 10-11. yüzyıllara kadar uzanan tarihi ile burası, dişiliği, analığı, üremeyi temsil etmiş yüzyıllar boyu. Madra Dağının eteklerine, zeytin ağaçlarının gölgesine dayamış başını. Kuşbakışı gözlemiş Edremit Körfezini. Doğayla bütünleşmek isteyen insanların tapın merkezi olan sunak ne bilsin ki, kendi topraklarının gözleri önünde doğa düşmanlarına sunulacağını!..



İlkin komşu Küçükdere’ye geldiler, 4-5 yıl kadar önceydi. Deliktaştan, Küçükderenin alçacık tepelerine bakanlar garip, yapay bir tepeciğin daha belirdiğini gördüler. Her geçen gün biraz daha büyüdü bu tepe ufukta. Körfezden dağa esen rüzgarın gürlemediği nadir zamanlarda, ya da yelin dağın çamlı havasını denize doğru savurduğu günlerde uzaktan bir uğultu geldiğini duydular bu tepeden. İnleme, uluma, kırılmaya benzeyen sesler. Bazen de toz bulutları yükseliyordu göğe. Rüzgar bu bulutu önüne katıyor Deliktaş’a kadar getiriyordu. Deliktaş’ın yamacındaki Dutluca köylüleri, bu toz bulutunun geldiği zamanlarda yüzlerini buruştururlardı hep. Çocuklar bile oyunlarını yarıda bırakır, bir evin duldasına sığınırlardı bu toz üzerlerinde döndüğünde. Zaman geçti, çıplak tepe yükseldikçe yükseldi. Yanı başındaki diğer tepelerle aynı boya gelince durdu ancak.

Deliktaş’ın gölgesine kurulmuş asmalı çardağa gelen turistlerin de dikkatini çekmeye başladı bu garip, çıplak tepe. Soğuk ayranlarını, karadut şerbetlerini içip, saç üstünden yeni kalkmış el yakan gözlemelerini yerken, sunağın sağındaki ufukta gözlerine çarpan, bu garip yığını sorduklarında ‘maden’ denip geçiliyordu. Daha fazla bir bilgi verilmiyordu, nedense. Zaten bu yığın epeyce uzakta, dikkatli bakan bir göz tarafından ayırt edilebiliyordu sadece.



Bir gün, körfezle kutsal kayanın arasındaki toprak yolda, geniş lastikli arazi araçları dolaşmaya başladı. Deliktaş’ın hemen birkaç yüz metre kadar uzağında dönüp durdular.

Kargalar ürktü, tarla kuşları kaçıştı, yaban domuzları dağa çekildi, araçların gürültüsünden. Dutluca’ya ‘biz altın madencisiyiz’ diye kendini tanıtan takım elbiseli adamlar indi bir başka gün. Köylülere başlarına talih kuşu konduğunu müjdelediler. Arazileri değerlenmiş, işsiz köy gençlerinin ayağına sigortalı iş kapısı gelmişti.

Neyse, ölçüp biçtiler köyün doğusuna düşen yanındaki zeytinlikleri. Ağaçların çapını hesapladılar, sayılarını not ettiler, kalın kaplı defterlerine. 400 dönümlük bir araziyi ederini bastırıp satın aldılar köylülerin elinden. Tel örgülerle çevirdiler hemen bu koca alanı. Ki çok geçmeden elektrikli testerelerle kesilen zeytin ağaçlarının ağıtlarıyla inledi durdu Deliktaş tüm gün. Deliktaş, hemen ötesindeki bu doğa katliamını sessizce izledi.

Kestikleri ağaçların parasını hükümetin kasasına yatırdı madenciler. Hatta köklenen 40-50 yıllık zeytinlerin yerine köyün az ötesine yeni fidanlar dikerek ‘ödeştiler’.



Hoyrat eller tarafından çırılçıplak soyulmuşçasına kalan zeytinliğin bulunduğu alana iş makineleri, kepçeler geldiler. Konteyner binalar, tel örgüler, demirden araç gereçler kapladı zeytin bahçesinin üzerini. Gürültü göğe çıktı, toz - toprak eylim eylim aktı ovaya. Önce zeytin yaprağının yeşilinin üzerine kondu toz. Kirli, boz renkli bir hal aldı yaprak. Sonra Deliktaşın dibindeki yabani incirler toza bulandı. Yaranın irini yayıldı, Madra Dağına. Domates-biber-bamya tarlalarına.

Bu yaranın görünmemesi için Deliktaşın gölgesindeki asmalı çardağı para verip kapattırdı madenci. “Muhtarı gördüler önce” dedi köylüler. Madencinin muhtarın altına araba, kamyon aldığını söylediler. 25 köylü işe girdi madende. Yüzlerce yıldır bu topraktan karınlarını doyuranlar, toprağın karnını yarmaya başladılar, maden için. Bin yıldır köylü idiler, bir gecede madenci oldular. Çıkardıkları cevheri kamyonlara yükleyip Bergama’ya taşıdılar. Tozu, gürültüsü, zehri kaldı köylerinde.

Zamanla, Deliktaş’ın dibindeki asmalı çardak da kapanınca, gelenlere kekikli dağ çayı, yayık ayranı, tulum peynirli gözleme yapan kalmayınca, turistlerin de ayağı kesildi köyden. Ne gelen ne giden, soran eden olmadı Dutlucayı.

Bugün, köyün ıssız sokaklarında, Deliktaşın ıslığı andıran iniltisi ve altın madeninden kalkan tozlar dolaşıyor. Doğanın koruyucusu, kutsalı Deliktaş, bir avuç altın için sunulan topraklarına bakıyor, biraz öteden. Sunak son kurbanına ağlıyor…


Özer AKDEMİR

13.09.2013


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.