Osman Can: 'Anayasasız bir ortam içinde hatta keyfi bir ortam içindeyiz'

10 Kasım 2010 12:42  

 

Osman Can: 'Anayasasız bir ortam içinde hatta keyfi bir ortam içindeyiz'

KÜYEREL’ in 6 Kasım 2010 tarihinde düzenlediği, “DEMOKRATİKLEŞEN TÜRKİYE’NİN YENİ ANAYASASI” panelinde Osman Can’ın kapanış konuşması şöyle:

"Bu toplantıdan da ortaya çıktığı gibi, Türkiye’de aslında bir anayasa yok. 1982 Anayasası'na anayasa diyemeyiz, kurucu iktidar diyemeyiz. Beş generalin, cuntanın topluma dayattığı anayasaya anayasa diyemeyiz. Bu anayasa, anayasanın tanımına, anayasanın teorik tanımına, anayasadan beklenti eksenli bir tanıma da hiçbir biçimde uygun değil. Aslında anayasasız bir ortam içinde hatta keyfi bir ortam içindeyiz. Biraz da provokatif bir dille söylemek gerekirse işgal altında yaşıyoruz. Halkın –ulusun temel iradesi işgal edilmiş vaziyette. Kurucu iktidar eğer oraya bağlanıyorsak; hâlihazırda bu anayasaya geçerlilik kazandıran irade zaten orası. Bu temel sorun. İkinci bir sorun daha var. O da şu. Bütün bu darbe anayasalarının hazırlanmasının hukukçular tarafından yapılmış olması. ’62-’82 Anayasası'nın muhteşem hukukçuları vardır.

Hukukçuların hazırladığı anayasa bir ideali yansıtmaya çalışır. Neyin ideali? Politik bir metin ve politik bir metin olduğu için de bunun arkasında güç ilişkileri vardır, o güç ilişkilerinin idealini yansıtan bir metindir ve hukukçular bunu çok iyi yapar. Varsıl buradan öğrenmemiz gereken noktalardan bir tanesi de hukukçuların anayasa yapmaması gerektiğidir. Bunu bir hukukçu olarak kendi adıma gönül rahatlığı içersinde söylüyorum. Çünkü bir hukukçu olarak ne yaptığım çok önemli değil ama bir vatandaş olarak bu topraklarda barış içersinde yaşamak istiyorum. Özgür bir şekilde yaşamak istiyorum.

Bir nokta da şu: Hukukçular toplumun taleplerini okumanın ardından bu talepleri hukuk normu olarak formüle edebilir. Uzmanlıkları burada bir işe yarar. Ama neyin norm haline gelmesi, neyin bir anayasa haline gelmesi gerektiğine ne hukukçular karar verebilir ne bir bürokrat karar verebilir. Böyle yapılan anayasa, Newrot Bobyo’nun “kontrol edilmesi gerektiği ama bir türlü kontrol edilemeyen” o derin yapılanmanın, bürokrasinin anayasası olabilir.

Anayasa toplumun anayasası olmak zorundadır. Toplumun bütün kesitlerinin sürece müdahil olduğu, görüşlerini dile getirdiği, ön şartın, kırmızı çizginin, kutsalın olmadığı, falanca ideolojinin, filanca kurumsal idarenin/iradenin geçerlilik kazanamayacağı bir ortam içerisinde hazırlanmalı. Yeni anayasa böyle bir ortam içinde yapılmalı. Ama bunun düşünsel bir ön hazırlığı olmalı. Mevcut-cari olan anayasaların referansı üstünden tartıştığımız zaman yeni bir anayasa yapamayız.

Yeni Anayasayı vatandaşlık üzerinden tartışıyoruz. Yepyeni bir anayasanın içeriğinde böyle bir “vatandaşlık” tanımının yer alması gerektiğini kim söylüyor ki? Vatandaşlık sorunu anayasal bir sorun mudur, bu bir. Toplum içerisinde bütün sorunların, sosyal, siyasal, hukuksal yaşamımızın bütün sorunlarının yansıtıldığı bir metin mi olmalı anayasa, bu iki. Böyle bir metinse, bu anayasa değil zaten. Bütün sorunların kalem kalem sıralandığı ,çözüm yollarının gösterildiği bir metin anayasa olmaz.

Anayasa toplumun kendi dinamiklerinden hareketle, kendi özgür tercihleriyle sorunlarının çözümünün imkânını yaratan temel metin olmalı. Farklılıkları başka biçimde bir çatı altında barındıramaz.

Bir nokta daha ‘82, ’62 ve ‘24'ün referansları falan filan çerçevesinden hareket edildiğinde yeni bir anayasa yapamayız. Sanki eskinin revizyonu, küçük küçük parçalarla düzeltilmiş yeniden bir forma dönüştürülmüş halinden başka bir şey yapmış olamayız.

Yepyeni bir anayasa toplumun tarihinde ilk defa kendi anayasası demek. Bugüne kadar ki anayasaların referansları toplumun referansları değilse, bu referansları da tarihin çöplüğüne atmamızın zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. Yeni anayasa tartışmasını yaparken bu kabulden hareket etmezsek, açıkçası yeni bir anayasa yapılmış olmayacak.

Bir önemli mesele de “sistem problemi”, kültür üreten, iktidar üreten sistem problemi. Yepyeni bir anayasayı tartışırken, iktidar üreten bu sistem normlarını yeniden dizayn etmezsek bu derin yapılanmayı da çok fazla kontrol etme imkânına sahip olamayız. Kültürü üreten, siyasal çizgileri üreten, kırmızı çizgileri de üreten onlar. Bunlar, ordu, yargısı vs. vs. denen derin unsurlar.

Kürt sorunu, başörtüsü konusunda, toplumun bugün tartıştığı ve neredeyse kimi kesitlerin, çılgının çılgını ya da ötekinin çılgını, neredeyse boğaz boğaza gelecek unsurlar esas itibariyle bu sistem tarafından üretiliyor.

O halde yeni bir anayasa tartışması yaparken bu sistem dönüşümünü de göz önünde bulunduran perspektiften hareket etme zorunluluğu vardır."


Küyerel Düşünce Platformu




Son Güncelleme Tarihi: 10 Kasım 2010 13:54

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0