İşkence ve kötü muamele "iş"i ne durumda?

21 Ocak 2009 13:13 / 2129 kez okundu!

 

300'e yakın hukukçunun desteklediği ancak sonradan Baro yönetimince kaldırılmış olan İşkenceyi Önleme Grubu üyesi avukat, hukukçu, aktivist. Yakında özgün yazılarıyla bizlerle olacak. Bu yazısı eski yazılarından birinin özeti niteliğinde...

Son yıllarda Avrupa Birliği’ne uyum yasalarıyla başlayan yasal iyileştirmeler ve hükümetin “işkenceye sıfır tolerans” söylemi, işkence ve kötü muamelenin pratikte, nitelik ve nicelik olarak görece azalmasına yol açmıştı. İşkence vakalarının sayısındaki azalmanın yanı sıra uygulanan yöntemlerde de bir değişim meydana gelmiştir. Elektrik işkencesi, falaka, filistin askısı, tecavüz gibi ağır işkence yöntemlerinin sayısı azalırken, bunun yerine kaba dayak, tehdit, hakaret, soyarak ıslatma gibi yöntemler yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Tutulma mekânlarındaki işkence ve kötü muamele azalırken, güvenlik güçlerinin aşırı şiddet uygulamaları bu kez ifade özgürlüğü kapsamında yapılan toplumsal gösterilerde yaygınlaşmıştır. Ağır işkence ve kötü muamele sayısındaki azalmaya karşın faillerin cezasızlığında bir değişim olmamış, yine işkence davalarındaki cezalandırma oranı, her zaman olduğu gibi, genel ceza davalarındaki cezalandırma oranının çok altında kalmıştır. Davalar çoğunlukla beraat ile sonuçlanmış ya da zamanaşımına uğramış, cezalandırmayla sonuçlanan davalarda da işkence suçundan değil kötü muameleden ceza verilmesi ve verilen cezanın para cezasına çevrilerek ertelenmesi yöntemi yaygın olarak uygulanmıştır.

Adalet Bakanlığı istatistiklerinin ve mahkemelerdeki dosyaların incelenmesiyle görülen bir başka çarpıcı gerçek de memura mukavemet davalarındaki artış olmuştur. Kayıtlar incelendiğinde her bir işkence iddiasına karşılık, işkence mağdurunun sanık olduğu bir memura mukavemet davası açıldığı görülmektedir.

Hükümetin işkenceye sıfır tolerans söyleminin sürdüğü 2002–2004 döneminde, bazı yerel mahkemelerin işkenceden dolayı verdiği kararlarda uluslararası sözleşmelere atıf yaptığı görülmüştür. Yargıtay Ceza Daireleri ve özellikle de Ceza Genel Kurulu kararlarında, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, BM İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme ve Avrupa İşkenceye Karşı Sözleşme’ye atıfta bulunulduğu, hatta bazı karar gerekçelerinin sözleşme maddeleri ile gerekçelendirildiği görülmüştür. Yargıtay’ın bu tutumu yerel mahkemelerin, avukatlarca ileri sürülen uluslararası sözleşmeleri ve AİHM içtihatlarını, kısmen de olsa, dikkate almaya başlamasına yol açmıştır.

Bir başka olumlu gelişme de 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu ile kapsamı genişletilen zorunlu avukat uygulaması olmuştur. Yasanın ilk halinde 18 yaşından küçükler, sağır, dilsizler ve kendini savunamayacak durumda olanlar, hakkında tutuklama isteminde bulunulanlar ile üst sınırı beş yıldan fazla cezayı gerektiren suçlarla suçlanan kimseler de avukat bulundurma zorunluluğu kapsamında tutulmuştur. Zorunlu avukat uygulamasının kapsamının bu şekilde genişletilmesi, işkence ve kötü muamele iddialarının azalması sonucunu doğurmuştur.

Ancak tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, Haziran 2006’da 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın 9.maddesinde yapılan değişikliklerle haklar geri alınmaya başlanmış, yakalanan terör zanlılarının ilk 24 saat için avukat yardımından hâkim kararıyla yoksun bırakılmasına, tüm gözaltı süresince yalnız bir tek avukatla görüşebilmesine ve ifade almada sadece bir avukatın bulunabilmesine ilişkin kısıtlayıcı düzenlemeler yapılmıştır. Sonraki süreçte ise, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) yapılan değişikliklerle, ceza üst sınırı beş yılı aşan suçlara ilişkin avukat bulundurma zorunluluğu, “ceza alt sınırı beş yılı aşan suçlar” şeklinde değiştirilmiş ve böylelikle zorunlu avukat uygulaması tümden daraltılmış, neredeyse ortadan kaldırılmıştır. Anılan değişiklikler gözaltı süreçlerinde avukatların süreç dışında tutulmaları sonucunu doğurmuş, böylece keyfi gözaltıların sorgulanması, işkence ve kötü muamele uygulamalarının, görece de olsa, engellenmesi olanağı yok edilmiştir.

Bu sürece paralel olarak 2007 yılında Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişikliklerle, polisin silah kullanma yetkisinin kapsamı genişletilmiş ve polise, önleme görevleri sırasında aşırı güç kullanma yetkileri verilmiş, işkence ve kötü muamelenin önü açılmıştır. 

Nalan Erkem

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.