Ýnsan deðil, insanlýk ölüyor

04 Þubat 2016 17:31 / 1616 kez okundu!

 

 

Sýrtýný bize dönüp insanlýða küskün yüzünü denize karþý kuma gömen Suriyeli Aylan bebeðin fotoðrafýný gördüðüm an sarsýldým, bir daha dönüp bakamadým. Unutmuþ olduðum bir söz gaipten gelen bir kâhin uyarýsý gibi aklýma düþtü o an. Alman filozof Adorno söylemiþti, galiba þöyleydi: 

“Auschwitz’den  sonra þiir ölmüþtür”…

Son aylarda bu ruh hali kuþatmýþtý beni; deðil yazmak, konuþmak ve hatta mümkün olsa düþünmek bile istemiyor insan, berbat bir hal…

Sokaða çýkma yasaklarý nedeniyle ölen kýzýný gömme imkâný bile bulamayýp yanýbaþýnda buzdolabýnda saklayan acýlý ananýn haberi düþtüðünde ayný söz yine çýnladý, sarsýldým, bu kadar da olmaz artýk dedim ama olmazlar bitmiyordu. Ardýndan Cizre’in Cudi mahallesinde bir evin bodrumuna sýðýnmýþ, içlerinde aðýr yaralýlarýn olduðu 28 insanýn feryadý geldi, top atýþlarý altýnda kan kaybýndan ölenler olduðunu duyuyorduk, tek bir þey istiyorlardý, bir ambulans. Çalýnmadýk kapý býrakýlmamýþtý ama on gündür bir ambulans þu saatler itibariyle ulaþmýþ deðildi onlara. Soramadan edemedim, bir yanda 28 insan öte yanda koskoca devlet…

 Acaba diyorsunuz Cizre, sýnýrlarýmýzýn ötesinde düþman topraklarýnda mý, neden kimsenin eli oraya uzanamýyor?

Uygarlýk krizi,

2000’li yýllara girerken Doðulu, Batýlý aydýnlar geçen yüzyýlý masaya yatýrýp kritik etmiþlerdi; biten yüzyýl için sýkça kullanýlan tanýmlama, “uygarlýk krizi” olmuþtu. Geleceðe dair hayli güçlü umutlar da besleniyordu. Maalesef görülüyor ki bu taným bugünü de açýklayýcý olma gücünü koruyor ve daha da koruyacaðý anlaþýlýyor; baksanýza gericilik dalgasý dünyamýzýn dört bir yanýný sardý. Öyle olmasaydý Aylan bebek insanlýða küsmezdi.

Tarihte insanlýk sayýsýz felaketler gördü, savaþlar, açlýk, salgýn hastalýklar, doðal felaketler, ama bunlara uygarlýk krizi denemez, uygarlýk krizi muazzam maddi zenginlik birikimi içinde, tanrý parçacýðýný dahi bulmaya soyunmuþ modern zamanlarýn, ufacýk bir parçayý,” insaný” , somut insaný unutmuþ olmasýnýn adýdýr. Adorno’nun yukarýdaki sözü bu durumun çok güçlü ifadesidir.

Akýllý telefonlara” bu unutkanlýk neden” diye sorsak acaba bir yanýt alabilir miyiz?

Bütün dünya için de geçerli ama, geçmiþte medeniyetin beþiði olan, otuzdan fazla kadim medeniyetin doðup hüküm sürdüðü, tarihte “Altýn Hilal” denilen mümbit, doðurgan Mezopotamya havzasýnýn ve Anadolu’nun günümüzdeki periþan hali, yaþam tarzý bu tanýmýn bugün de geçerliliðini keskin bir dille doðruluyor. Milyonlarca insan,  doðduklarý topraklardan kopup, çoluk çocuk açlýk, yoksulluk, sefalet içinde göç yollarýna düþmüþ, ama ne yazýk ki dünyada gidecek bir yer de yok. Tarihimizde bu ilk deðildi ama son aylarda, kýþ kýyamet altýnda zoraki göç manzaralarýnýn bizim ülkemizde de görülür olmasý insana tarihin donduðu duygusunu veriyor.    

Büyük felaketlerin at koþturduðu zamanlarda toplumlar travma geçirir, þoklar yaþanýr. Bir kýsým insanlar görmemeyi, duymamayý seçip üç maymunlarý oynar; duyarlý insanlarý ise genelde “hüzünlü bir kayýtsýzlýk” hali sarar, çaresizlikle uzaktan bakar, iç çekmeyle yetinirler…

Ama bazen de gökyüzünü saran karanlýk bulutlarý yýrtmak istercesine, býçaðýn kemiðe dayandýðý zamanlarda çýkan, insanlýðýn ölmediðini hatýrlatan, vicdanýn sesi olan keskin bir çýðlýk duyulur:

                                                                          I

“Bu Suça Ortak Olmayacaðýz”

Munch’un  taþbaskýsý “Çýðlýk” deseni 1895’te yayýmlandýðýnda  hem resmin müthiþ çarpýcý oluþuyla hem de bu çarpýcýlýðý alýþýlmýþ resim anlayýþýnýn, ifade tarzýnýn dýþýna çýkarak vermesiyle sanat dünyasýnda þaþkýnlýk ve tepki doðurmuþtu. Týpký onun gibi Barýþ Ýçin Akademisyenler Çaðrýsý da benzer bir sarsýntý yarattý. Genellikle akademisyenlerin ifade tarzýnda görülen hem nalýna hem mýhýna vurma hali bu bildiride yoktu; eþyayý adýyla çaðýrmýþlardý. Bildirideki ifade keskinliklerine katýlmayabilirsiniz, eleþtirebilirsiniz ama bu bildirin bir çýðlýk olduðu unutulmamalý ve hakký verilmeli.  

Duyulur duyulmaz iktidar basýný bildiriyi hafife almak istediyse de Cumhurbaþkaný’nýn ardýndan Baþbakan’ýn akýllara durgunluk veren orantýsýz tepkisi onlarý yalanladý, görüldü ki bu bildiri barýþ isteyen her hangi bir bildiriden farklýydý.

Yakýþýksýz ifadeler yetmedi, savcýlar, yargý, YÖK göreve çaðrýldý, akademisyenlerden gözaltýna alýnanlar, iþlerine son verilenler oldu, can güvenliklerine yönelik tehditler geldi. Ama baský ve tehditler ters tepti. Bu kez de akademik özgürlükler ve ifade özgürlüðünün ülkemizde yerlerde sürünen hali yerli ve yabancý kamuoyu önünde gün ýþýðýna çýktý, mercek altýna alýndý ve eleþtirici yeni bildiriler geldi. Medyadan öðrendiðime göre bu kez de Düzce’de haklarýnda soruþturma açýlan akademisyenleri savunan avukatlar hakkýnda da kovuþturma açýlmýþ. Baskýlar böyle devam ederse yeni demokratik tepkilerin doðacaðýna kuþku yok.

Akademik özgürlüklerin ve fikir özgürlüðünün çiðnenmesine karþý gösterilen tepkiler hiç þüphe yok çok yerindedir, bununla birlikte Barýþ Ýçin Akademisyenler bildirisinin mesajý gözden kaçýrýlmamalý, istemeyerek olsa unutturulmamalýdýr. Zira karþýmýzda yalnýzca fikir ve ifade özgürlüðünün ihlali deðil evrensel insan haklarýnýn en baþýnda gelen “yaþam hakký” ihlalleri vardýr.

Söylenene deðil söyletene bakýn,

Altýnda 2000’den fazla yerli ve yabancý bilim insanýnýn imzasý bulunan Barýþ Ýçin Akademisyenler bildirisinde þimdiye dek dile getirilmemiþ bir fikir ve talep yoktu. O halde neden bu metin tanrýlarýn, AKP iktidarýnýn gazabýný bu denli üstüne çekmiþti?

Bunu anlamak için bildiriyi metnin dýþýna çýkarak okumak, mesajýný yakalamak gerekir. Her etki tepkisiyle anlam bütünlüðü kazanýr. “Bir düþüncenin gerçeðe yönelmesi yetmez gerçeðin de o düþünceye yönelmesi gerekir” demiþti Marx. O nedenle bildiri metnini okurken yukarýda verdiðim yürek yakan fotoðraflarý unutmayýn, metni onlarý önünüze koyarak okuyun derim.

Ýktidar kanadýndan gelen tepkiler hem bir þaþkýnlýk hem de öfkeyi yansýtýyordu. Þaþkýnlýk vardý, zira gösterdikleri anormal tepkinin, tehditlerin, bu bildiriyi doðrulayacaðýný bile hesap edememiþlerdi. Bu þaþkýnlýðýn hayal kýrýklýðýnýn bir ürünü olduðunu sanýyorum. Bu kadar çok bilim insanýndan bu denli keskin eleþtiri beklemedikleri anlaþýlýyor.

Beklemiyorlardý zira, özellikle taþrada açtýklarý bir dizi üniversiteyi, YÖK üstünden yaptýklarý operasyonlarla kontrol ettiklerini sanýyorlardý ama gördüler ki fena halde ki yanýlmýþlar; Týpký Sultan Abdülhamid’in yanýlgýsý gibi.  Abdülhamid  Bab-ý Alî’nin elinde toplanan siyasi erki oradan alýp Sarayda kendi etrafýnda toplayarak, merkezi devleti güçlendirmek için, taþrayý fethetme programý kapsamýnda, medreselerin ve Trakya’da ve payitahtta Jön Türk’lerin yükselen muhalefetine karþý taþrada kendi iktidarýna destek olacak muhafazakâr bir okumuþlar kadrosu yaratmak amacýyla okullar açmýþtý, ama kendi açtýðý okullara sansürü sokmuþ olmasý beklediðinin aksine bu okullardan istibdat rejimine karþý, Jön Türkçü de olmayan bir muhalefet çýkmasýna neden olmuþtu.  

Olaðandýþý öfkenin nedeni ise bildirinin söylediklerinden çok söylemediðinde gizliydi. Metinde PKK’ye dair bir laf yoktu. Bu durum hemen dikkat çekti. Neden yoktu? Unutulmuþ muydu? Bazýlarý öyle düþündüler. Oysa PKK gibi hassas bir konuyu onca bilim insanýnýn atlamýþ olduðu düþünülemez. Ýktidar kanadý ise bu durumu PKK yandaþlýðý ve terör destekçiliðiyle açýklamayý denedi ama bu abesle iþtigaldi. Bildiride imzasý olanlar içinde PKK’ye eleþtiri yöneltmiþ, yeniden silaha sarýlmanýn yanlýþ olduðunu, silahýn çözüm olmadýðýný, þiddetin devletin demokratik deðil otoriter siyasetlerini güçlendirdiðini haklý olarak yazmýþ, söylemiþ isimler bilebildiðimiz kadarýyla hiç de az deðildi. O halde bildiride neden PKK yoktu?

Yeni bir durum var,

Bildirinin mesajý tam da bu sorunun yanýtýnda gizlidir. Bildiri dikkatimizi Kasým seçimleri sonrasýnda Diyarbakýr Sur, Nusaybin, Silopi Cizre baþta olmak üzere bölgenin askeri kuþatma altýna alýnmasý ve bu kuþatmanýn aylarca sürmesi,  uzayýp giden sokaða çýkma yasaklarý, yerleþim mahallerinde güvenlik bölgelerinin ihdasý, giriþ çýkýþlarýn yasaklanmasý ve haber alma özgürlüklerinin engellenmesiyle yeni bir durumun doðmuþ olduðuna dikkat çekiyor.

Özcesi diyor ki, bu geniþ askeri-idari-siyasi operasyonun kapsam alaný artýk PKK olmaktan çýkmýþ, baþta Kürt halký olmak üzere bütün bir bölge halkýný içine almýþtýr. Oysa bölgedeki Kürtlerin hepsi de PKK’li olmadýðý gibi buralarda Kürt olmayanlar, Türkler ve baþkalarý da yaþamaktadýr. Dolayýsýyla maðdur olanlar, zarar görenler bu bölgede yaþayan tüm sivil yurttaþlardýr.

Bu duruma artýk kýrk yýldýr süren “asker-PKK mevzi çatýþmalarý” gözüyle bakýlamaz, “topyekün bir savaþ hali” vardýr ve bu durum yeni sorumluluklarý davet eden yeni bir askeri-idari-siyasi durumdur. Bu yeni durumda ortaya çýkan sorumluluk sivil yurttaþ haklarýnýn ihlaliyle ilgilidir. Aylarca süren böylesine kapsamlý askeri operasyonda sivillerin zarar görmeyeceði düþünülemezdi.

Bu durumlarda baþta yaþam hakký olmak üzere insan haklarýnýn ihlalinden, evrensel insan haklarý hukuku, uluslararasý insan haklarý sözleþmeleri devletleri sorumlu tutmaktadýr.  Hiçbir devlet karþý taraf ne yaparsa yapsýn orantýsýz güç kullanamayacaðý gibi, terörle mücadele için bile olsa sivillerin can ve mal kaybýna yol açacak tasarruflarda bulunamaz. Bu ihlallerin önlenmesi, zararlarýnýn giderilmesi de devletlerin yükümlülüðüdür ve dolayýsýyla þikâyetçi yurttaþlarýn muhatabý da devlettir. Öyleyse kuþatmayý kaldýracak, sivil yurttaþlarýn can ve mal güvenliklerini fiili-yasal ve idari yönden garanti altýna alacak, zararlarý tazmin edecek olan her halde PKK deðildi ve dolayýsýyla bu bildirinin muhatabý, ya da muhataplarýndan biri de PKK olamazdý.

Bildiri yine diyor ki, bu yeni durumda barýþa giden yolun açýlabilmesi için askeri kuþatmanýn, sokaða çýkma yasaklarýnýn kaldýrýlarak bölgede yaþamýn normalleþmenin saðlanmasý, zararlarýn tazmini ve müzakere koþullarýnýn hazýrlanmasý gerek.

Kýsacasý bu bildiri gördüðümüz kadarýyla Kürt sorununun bütün artý ve eksilerinin muhasebesini yapmayý amaçlamýyor, Güneydoðu’da yeni duruma ve bu yeni durumun yarattýðý yangýna odaklanýyor.

 Öte yandan bildiri “Bu suça ortak olmayacaðýz” sözüyle bir durum tespiti yapmanýn da ötesine geçiyor ve vatandaþ olmanýn etik sorumluluðunu da hatýrlatýyordu bizlere. Yalnýz bugünümüzle sýnýrla da olmayan tarih önündeki sorumluluklarýmýzý…

“28 Kanunisanî’yi unutma-Nazým Hikmet”,

Ocak 28, TKP yöneticileri olan Mustafa Suphi ve 15 yoldaþýnýn canice, zalimce katledilmesinin yýldönümüydü (28 Ocak 1921).  Bu cinayet Cumhuriyet dönemi içinde siyasi cinayetlerin baþlangýcý sayýlacak kertede önemdedir. Faili meçhul deðildir ama gerisindeki eller, bilenler bilse de ortaya çýkarýlamamýþtýr. Böyle baþlayan siyasi cinayetler ne yazýk ki bununla kalmadý peþi sýra bu vahim olayla baðlantýlý olarak baþka cinayetler de iþlendi. Bitmedi yýllar sonra 1948’de Sabahattin Ali yine hunharca iþlenmiþ bir cinayetin kurbaný oldu. Aslýnda tarihimizin çok karanlýk çok trajik sayfalarýný karýþtýrmaya daha öncesinden, 1915 Ermeni katliamý/soykýrýmýndan baþlamak gerek. Günah doðurgandýr zira. Ardýndan Þeyh Said, Seyyid Rýza Dersim katliamý, ardýndan 6-7 Eylül provokasyonu, Taksim-Kanlý Pazar, Taksim- 1 Mayýs 77 katliamý, Uður Mumcu’nun katli,  Kahramanmaraþ, Sivas Madýmak Oteli kýyýmlarý, ardýndan 17 bin faili meçhul cinayet, Musa Anter’in katli, Hrant Dink’in plânlý katlediliþi,“Hayata Dönüþ” operasyonunda, Roboski’de, Gezi’de yitirilen canlar ve henüz acýsý çok taze olan Tahir Elçi’nin katli…

Hepsi bu kadar deðil elbette, saymadýklarým beni affetsin,  bunlarý sýralamam bilmeyen gençlerin tarihe bakarken onun karanlýk yüzüyle de ilgilenmeleri için. Bilmemek ayýp deðil ama bilip de susmak vicdani bir suçtur. 

Bütün bu cinayet ve katliamlarýn aydýnlanmýþ olmamasýndan, aydýnlatýlmayý geçelim sürüp gitmesinden devleti deðil de kimi sorumlu tutacaðýz? Suskunluk da bir yanýt deðil midir? Mesele devletse gerisi teferruat mýdýr yoksa?

Ama “teferruatlar” olarak bizler, vatandaþlýk haklarýný kullanarak hesap sormadýðýmýz durumda bu suçlara ortak sayýlýrýz. Dahasý geçmiþle yüzleþemezsek bugünün asli suçlularýný da göremez karanlýða kurþun sýkarýz. Geçmiþe aðlayýp bugüne susmak da olmaz. Bu nedenle bu bildiri, bugün Kürt halkýnýn acýlarýna sessiz kalýrsak gelecek kuþaklar da bizi suçlayacaklardýr, bu suça ortak olmayacaðýz diyor.

Tüm bu nedenlerle Barýþ Ýçin Akademisyenler bildirisini bir barýþ bildirisi olmasýnýn ötesinde “Ýnsan haklarý manifestosu” olarak görüyorum. Týpký 12 Eylül’de diktaya karþý Aziz Nesin’in baþýný çektiði “Aydýnlar Dilekçesi” gibi tarihi deðerde bir manifesto.  

                                                                         II

Ortak vatan,

Ayný günlerde bir önemli olay daha yaþadýk, HDP’nin 2. Olaðan Büyük Kongresi yapýldý. Savaþ gürültüsü içinde üzerinde yeterince durulmadý. Baþlý baþýna ele almak gerek ama yukarýdaki tabloyu tamamlýyor olmasý açýsýndan birkaç noktaya deðinmekle yetineceðim.

Öncelikle TV’den izlerken bile görülebileceði gibi kongre salonunda hissedilen soðukkanlý havanýn altý çizilmeli. Bu havayý insanüstü bir çabanýn ürünü diye niteliyorum. Yeni durumun yarattýðý olaðanüstü baskýlý, acýlý, gergin ortama raðmen öfkeyi bastýrarak kongrede bu soðukkanlý havayý yaratabilmek gerçekten kutlanmasý gereken olaðanüstü bir baþarýdýr.

Oysa kongre öncesinde sertlik ve öfkenin kongreye hâkim olacaðý düþünceleri vardý. Böyle olsaydý dahi bu ortamda kimse bunu yadýrgamazdý. Ama öyle olmadý, bu kongre daha salondaki havasýyla bile HDP’yi sertlik politikalarýna itmek isteyen AKP iktidarýnýn beklentisini boþa çýkardý. Ancak durum daha da aðýrlaþýrsa bu saðduyulu çizginin HDP’de sonsuza kadar korunabileceðinin garantisi korkarým yoktur. Umarým korunur.  

HDP’yi siyaset dýþýna atma çabalarýna karþýn Demirtaþ çözümün ancak siyasetle mümkün olabileceðinin altýný kalýnca çizdi. Görülmeli ki HDP tüm zorluklara, siyasi engellere raðmen siyaset düzleminde kalmak için diþiyle týrnaðýyla olaðanüstü çaba harcýyor.

HDP eþ baþkanlarýnýn konuþmalarý da bu atmosferi yansýtýyordu. Figen Yüksekdað 2.Kongre için “Yeni bir umut, yeni bir baþlangýç” derken Selahattin Demirtaþ da konuþmasýnda Haziran ve Kasým seçimlerinde doðan umutlarý, umudu karartmak isteyenlere inat sürdüreceklerini vurguladý.

Kongre öncesinde bir baþka söylenti ise bu yeni durumun Kürtler üstünde yarattýðý tepkiler, derin kýrýlma nedeniyle HDP’nin “Türkiye partisi olma” amaç ve hedefinden ayrýlacaðý, içine kapanacaðý, bütünüyle Kürdî bir siyasete yöneleceði ve hatta parlamentodan çekileceði yönündeydi.

Demirtaþ’ýn kongre konuþmasýnda yer alan net mesajlar bu söylentileri, ya da beklentileri de boþa çýkardý; Travma yaþýyoruz ama HDP’nin savrulmasýna izin veremeyiz, HDP Türkiye’nin þansýdýr dedi; dahasý Anayasa Uzlaþma Komisyonu’na katýlacaklarýný açýklamasý bu söylentilere sözün ötesinde çok somut güçlü bir yanýt oldu. Demirtaþ, yeni demokratik bir anayasa yapýlabilmesi için “yol temizliði yapmak üzere” orada olacaklarýný belirtti. Elbette öyle olmalýydý, savaþ ortamýnda ve akademik özgürlüklerin, ifade özgürlüðünün ayaklar altýna alýndýðý, Can Dündar ve Erdem Gül ve daha birçok gazetecinin tutuklu olduðu bu aðýr baský ve sansür koþullarý deðiþmeden, deðil özyönetim, iktidarýn benimsemediði, devletlülerin hoþlanmadýðý, MGK’nýn icazet vermediði hiçbir farklý görüþ serbestçe tartýþýlamaz. Demokratik bir anayasa ancak demokratik bir ortamda yapýlabilir. Hatta ilerde yol temizliðinin de imkânlarý ellerinden alýnýrsa HDP’nin bu komisyondan çekilmesi kimse için sürpriz olmaz.  

Demirtaþ’ýn konuþmasýndaki þu cümlenin de altý çizilmeli; “Þu eleþtiriyi dinlemeliyiz, özyönetimin hendekle barikatla alakasý yok, normal de deðil, olaðan da deðil, ama hendek, barikat arkasýndaki ana fotoðrafa bakmak gerek”

Söz kaný durdurur mu?

Yazýmý Selahattin Demirtaþ’ýn çok anlamlý bulduðum þu sözlerini aktararak bitireceðim:

"Yaramýz her saniye biraz daha fazla kanarken siyasetçiler olarak kaný durduracak sözü söyleyemiyorsak siyaset bitmiþ demektir" Kaný durduracak söz…çok derin bir ifade. Ve o sözü yine kendisi bulup söylemiþti:

 “Bugün bize düþen karþýmýzda düþman varmýþ gibi deðil aþýlmasý gereken zorluklar varmýþ gibi düþünmektir.”

Ve nihayet son söz:

 “Cesur olmak zorundayýz. Türkiye ortak vatanýmýz. Türkiye’nin felakete sürüklenmesi hepimizin felaketi olur. Kürtlerin de Türklerin de. Felaketi önleyecek biricik þey demokrasimizi güçlendirmektir, tanký topu deðil…”

Söyler misiniz, top sesleri altýnda, can pazarý içinde daha ne densin…

 

Nabi YAÐCI

04.02.2016

 

 

Bu yazýyý Facebook'ta paylaþabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaþ
0
Yorumlar
Uyarý

Yorum yazabilmek için üye olmalý ve oturum açmalýsýnýz.

Eðer sitemize üye deðilseniz buraya týklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eðer üye iseniz oturum açmak için buraya týklayýn.