MURAD AKINCILAR SERBEST BIRAKILSIN!

07 Şubat 2010 21:30  

 

MURAD AKINCILAR SERBEST BIRAKILSIN!

“Demokratikleşiyoruz”,”artık kimse düşüncelerinden, yazıp-çizdiklerinden dolayı yargılanmayacak”,”tabular yıkılıyor”,”putları kırıyoruz” v.b. söylemler ortalığı kapladıkça, tam tersi gelişmelerin yaşanıyor oluşu gözlerden kaçmıyor.
Devrimci sosyalist çevrelere, devrimci sosyalist yayın organlarına sık sık yapılan ve onlarca kişinin gözaltına alınması ve tutuklanmasıyla son bulan “operasyon”ların gerekçesi malum; ”terörle mücadele”!..
Sisteme muhalif düşünceler taşıyan, bu konuda yazan-çizen-söz söyleyen aydınların, entelektüellerin, egemenlerin dilindeki kod adı “terörist”!...
Bunun son örneklerinden biri de Murad AKINCILAR!...
Aylardır tutuklu, daha kaç ay mahkemeye çıkarılmadan tutuklu kalacağı da bilinmiyor.
O bir entelektüel, sosyalist bir yazar, Marksist bir akademisyen, Özgür Üniversite’nin öğretim üyesi, sendika uzmanı, siyasetçi, Kürt olmamasına rağmen HADEP Parti Meclisi üyeliği yapmıştı, Çatı Partisi tartışmaları ve Demokrasi için Birlik Hareketi Koordinasyonu içinde yer alıyordu. Demokratik Dönüşüm adlı derginin de yazarları arasındadır. Murad AKINCILAR’ın bir başka özelliği de hem Türkiye’deki değişik sosyalist çevrelerin birlikte mücadele etmesi, hem de Türkiye Sosyalist hareketiyle Kürt Halkı’nın eşitlik ve özgürlük mücadelesinin birlikteliği yönünde çaba harcamasıdır.
Onun hedef haline getirilmesi de muhtemelen bu özelliklerinden dolayıdır. Yoksa “terör” ve “terörizm” iddiaları onu tanıyan hiç kimseye inandırıcı gelmemektedir.
“Devrimci Karargah” örgütü ile ilişkili olduğuna dair iddialar da dayanaktan yoksun.
Zaten bu dava ile ilgili olarak basına yansıyan iddialar evlere şenlik!.. İstanbul’da çatışmada öldürülen “Devrimci Karargah Örgütü”nden Orhan Yılmazkaya’nın neredeyse ilkokul arkadaşları bile “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklanmış durumda. Üniversite yıllarından arkadaşları, sanat tarihi üzerine, yemek kültürü üzerine sohbet ettiği, selam verdiği, çay içtiği, evine gittiği herkes tutuklanmış durumda.
Mücadele yöntemi, anlayışı, bizim tartışmamızın konusu değil ama öyle görünüyor ki, Mahir’lerden bu yana ilk kez bu kadar net, bu kadar açık bir cesaretle güpegündüz, İstanbul’un orta yerinde; “ben bugün burada savaşarak öleceğim” diyen Orhan Yılmazkaya’nın bu cesareti sistemin efendilerini panik ve dehşete uğratmış durumda. Öyle ki bu dehşet ve panikle bu örgüt ismi etrafında da tam bir terör havası estirmek istiyorlar. İlgili-ilgisiz herkesin toparlanması başka nasıl açıklanabilir.
Bu “müthiş örgüt operasyonu”nun mağdurlarından biri de Orhan Yılmazkaya ile iki kez çay içmek “gafletinde” bulunan, aylardır sorgusuz sualsiz hapiste tutulan “hidrosefali” hastası Mehmet YEŞİLTEPE.
“Aylardır adım adım takibimiz altındaydı” dedikleri bir örgüt elemanı için “yargısız infaz” kararının 1 Mayıs arifesine, “Taksim” tartışmalarının en yoğun anına denk getirilmesi sırıtan bir Vali GÜLER – Müdür CERRAH imalatını gösteriyor.
Eskiden “İnsan Hakları Bakanları” eşliğinde yapılan bu tür “yargısız infaz” operasyonlarında bu kez hedefteki “av” la birlikte bir polis bir de yoldan geçen bir vatandaş da hayatını kaybetmiş, “CERRAH” fenersiz yakalanmıştır; “Kanını yerde bırakmadık” sözleri, Orhan YILMAZKAYA’yı sağ yakalama niyetleri olmadığının çıplak itirafından başka bir şey olmamıştır.
Bu dehşet ve “terör” havasında Murat AKINCILAR gibi entelektüel, akademisyen, sendika uzmanı, aydın ve yazarların da fırsattan istifade tutuklular arasına katılması her zaman rastlanan sıradan vakalardandır.
Her dönemde soyalistleri, aydın, yazar ve sanatçıları, ‘devletin istediği gibi düşünmeyenleri”, susturmak, TC’nin iflah olmaz bir saplantısı ve yönetim üslûbudur. Şimdilerde demokratikleşmeden çok söz ediliyor ve hiçbir dönemde olmadığı kadar insan düşüncelerinden dolayı yargılanıyor-cezalandırılıyor, hapisanelere atılıyor... Dolayısıyla söylenenle yapılan arasında bâriz bir çelişki söz konusu... Biz aşağıda imzası bulunan Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi aktivistleri, Murad Akıncıların ivedilikle serbest bırakılmasını, keyfiliğe ve haksızlığa son verilmesini talep ediyoruz. Akıncıların terörist olduğuna inanmıyoruz ama onun devlet terörüne maruz kaldığı konusunda bir kuşku taşımıyoruz. Özgürlük, eşitlik ve demokrasiden yana olan, düşüncenin hiçbir koşulda suç kelimesiyle yan yana getirilmemesi gerektiğine inanan herkesi de bize katılmaya davet ediyoruz...
Murad AKINCILAR’ın tutuklanması, emekten, ezilenden yana yazan-çizen-söz söyleyen herkes için bir tehdittir.
Murad AKINCILAR biran önce serbest bırakılmalıdır.
Murad AKINCILAR’a özgürlük!..

ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ
Fikret Başkaya,İsmail Beşikçi, Sait Çetinoğlu,Mahmut Konuk,Sibel Özbudun,Temel Demirer,Fatime Akalın,Nalan Temeltaş,Ülkü Uzun Çevik,Mustafa Kahya,Özgür Başkaya,Ayhan Çınar,Tayfun İşçi ,Faysal Özcift ,Hüseyin Ayyıldız,İhsan Kandemir ,Mihdi Perinçek, Necmettin Salaz,İsmet Erdoğan,Paşa Öztürk,Engin Selim Bayramoğlu,Merdan Özüdoğru, Aydın Ördek, Babür Pınar, Oktay Etiman

DESTEKLEYENLER
Cemil Gündoğan,Ragıp Zarakolu,Yücel Demirer,Tülay Hatimogulları,Hüseyin Gevher, Ahmet Saymadı,Erol Çıtak,Haluk Ağabeyoğlu,İsmail Aydın,Hamit Demir,Serpil Köksal,İlhan Turhan Yıldırım,Hakan Tahmaz,Mehmet Gültekin, Fırat Atalay, Ebru Orhan,Kudret Köksal,Cevdet Bakın, Hasan Gürkan,Mehmet Kesim, ...

gercekinatcidir@gmail.com

GAZETECİ MEHMET YEŞİLTEPE “TANIK DAHİ” OLAMAYACAĞI BOSTANCI DAVASINDAN 278 GÜNDÜR İÇERDE!



27 Nisan 2009’da Bostancı da gerçekleşen operasyonun ardından hukuksuz bir şekilde tutuklanan Gazeteci Mehmet Yeşiltepe ile ilgili olarak birçok demokratik kurum, aydın, sanatçı ve yazarlar tarafından bir basın toplantısı düzenlendi.

Toplantıya katılan kurumlar, aydın ve sanatçıların isimleri şöyle; İHD, TTB, TİHV, EMO, ÖDP, TGDP, ÇHD, PEN Yazarlar Derneği, Yazarlar Sendikası, SODEV, TGS, ÇGD, Hayat TV adına Aydın Çubukçu, ÖDP İstanbul İl Başkanı Hüseyin Yeşil, ÖDP Avukatı Nermin Kaplan, Sorun Kolektifi adına Sırrı Öztürk, Tayfun Mater, Memik Horoz, Kemal Aytaç, Sabri Kuşkonmaz, Bülent Aydın, Hakan Pişkin, Serhad Raşa, Gül Göker, İlkay Akkaya.

Basın toplantısında Mehmet Yeşiltepe ile ilgili kampanyanın tanıtımı yapıldı. Basın toplantısında söz alana Devrimci Hareket Dergisi Yazı İşleri Müdürü Fehmi KILIÇ şunları söyledi:“27 klasör olarak hazırlanan dava dosyasının, dergi çalışanımız Mehmet YEŞİLTEPE ile ilgili bölümlerinin tamamı, Devrimci Hareket dergisine ait 13 yıllık arşivden oluşmaktadır… Egemen güçler arasında yaşanmakta olan hegemonya kavgasına yargı da alet edilmektedir. Ne AKP, ne Genelkurmay ne de başka egemen temsilcisi yapı, adil bir yargıdan yana değildir. Bu kesimlerin hiç biri demokratikleşme istememektedir. İktidar kavgası yürüten bu kesimler, kendi yandaş yargısını yapılandırmaya çalışmaktadır. Bu kapışmada asıl ezilen emekçi halk kitleleri olmaktadır. Demokratikleşme veya sivil yargı söylemleriyle örülmekte olan süreç, söylendiğinin aksine halk karşıtı bir karaktere sahiptir. Örneğin son dönemlerde sık sık işkence kalktı, artık sanıktan delile gidilme yöntemi terk edildi deniliyor. Oysa bunun yerini bir başka işkence yöntemi almıştır. Tutuklatılmak istenen herkese uygun bir delil üretme mekanizması oluşturulmuştur. Böylelikle tutuklama bir önlem olmaktan çıkmış, cezanın ve işkencenin kendisi olmuştur… Böylesi bir süreçte tutuklanan Mehmet YEŞİLTEPE’nin durumu, “bir insanın evinde üzüm bulup, rakı kaçakçılığından” yargılanmasına benzemektedir. Bir gazetecinin evinde yazı ve haber arşivinden başka ne bulunabilir? Bu anlayışla yarın herkesin sanık sandalyesine oturma olasılığı vardır.”



İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri; “Bu kampanyayı destekliyoruz. Çünkü insanların keyfi olarak alıkonulması hiçbir şekilde kabul edilemez. Türkiye’de hukuk hiçbir şekilde uygun işlemiyor. Bu baskı bugün başka bir boyuta vardırıldı. Bir korku toplumu yaratılıyor. Biriyle sohbet etmenin, çay içmenin, yemek yemenin ve sosyal ilişki kurmanın dahi suç unsuru oluşturabileceği bir duruma gelindi” dedi.



ÇHD temsilcisi Güray Dağ; “bugün 12 Eylül hukukunu aşan yaşamın tüm kılcal damarlarına sirayet eden ölçekte kişi hak ve özgürlüklerine yönelik hukuksuzluklar yaşanmakta, insanların özel yaşamları mercek altına alınmakta ve muhalif kişiler Mehmet Yeşiltepe örneğinde oldu gibi gerekçesiz şekilde tutuklanarak mağdur edilmektedir.” dedi.



ÖDP Genel Başkanı Alper Taş; “bugün Türkiye’de filler tepişmesi var iktidar kavgası var ve bu iktidar kavgasının ana odağı yargı olmuş durumda. Yargı üzerinden tepişenlerin ülkenin, yargının demokratikleşmesi ile uzaktan yakından alakası yok. İktidar yargısının saldırı muhatabı her zaman olduğu gibi işçiler, emekçiler ve devrimciler olmuştur. 12 Eylül hukuksuzluğu devam ediyor. Mehmet Yeşiltepe örneğinde de bunu görüyoruz. Bununla mücadele etmek bir demokrasi mücadelesidir. Bu konuda yürütülen kampanyanın yanındayız.” dedi.



Toplantıya katılan tüm kurum ve aydınların vurgu yaptığı ortak nokta, Mehmet Yeşiltepe’nin ilgisinin olmadığı bu davayla kasıtlı bir şekilde ilişkilendirilip özgürlüğünün elinden alınması oldu. Toplumun üzerinde hukuk yoluyla bir korku atmosferi oluşturulduğu ve en demokratik hakların dahi suç olarak yansıtıldığı vurgulandı. İnsanların arkadaşlık ilişkilerinden kaynaklı suçlu olarak damgalanmasının çağ dışı olduğu ve bu noktada toplantı katılımcılarının hepsi kampanya süresince Mehmet Yeşiltepe’nin özgürlüğüne kavuşması için destek ve katkı koyacaklarını belirterek; Yargı üzerinden Polis gölgesi kalksın, Mehmet Yeşiltepe serbest bırakılsın dediler.

ŞEYH BEDREDDİN’LE BİRLİKTE NASIL ÖRGÜT KURDUK?

SİBEL ÖZBUDUN

“Kötülüğün egemen olması için tek koşul,
iyilerin hiçbirşey yapmamalarıdır.”[1]

Mehmet Yeşiltepe adını çoğunuz belki hatırlamıyorsunuz dahi. Hatta şu hızlı değişen gündemler ülkesinde adını kamuoyuna duyuran olay bile silindi belleklerinizden. Hatırlatalım: 2009 yılının 27 Nisanı’nda İstanbul Emniyeti’ne bağlı polisler, sabaha doğru Bostancı’da bir apartman dairesine bir operasyon düzenlemiş, “Devrimci Karargâh” adlı örgütün lideri olduğu öne sürülen Orhan Yılmazkaya, altı saat süren çatışmanın sonucu “ölü olarak ele geçirilmişti”. İstanbul’un orta yerinde, insanların işlerine gittikleri saatlerde, yani sokakların ve “operasyon hedefi” apartmanın tıklım tıklım dolu olduğu bir vakitte, olay yerine salt bir emniyet şeridi çekilerek sürdürülen operasyon, “şans eseri” bir katliamla sonuçlanmamış, olayda Orhan Yılmazkaya’nın yanı sıra, bir polis komiseri ve olayı seyreden genç bir komi yaşamını yitirmişti.
Şaka değil, ortada adı o güne dek pek duyulmamış bir örgüt, kentin göbeğini saatler boyu cehenneme çeviren bir çatışma ve üç ölü vardı. Üstelik hem telefonları dinlendiği anlaşılan, hem de fiziken izlenen, içinde kadın ve çocuk bulunan bir daireye girdiği bildirilen bir “şüpheli”nin,[2] dışarı çıkması beklenip kimsenin burnu kanamadan gözaltına alınması olasılığı ortada dururken!
İstanbul’un sabık Emniyet müdürü Celalettin Cerrah, bir kez daha “fenersiz yakalanmıştı” anlaşılan. Soru dolu bakışlarını Emniyet’e çeviren medyaya “gizli, büyük, amansız, çok tehlikeli” bir “örgüt” servis edilmeliydi acilen…
Ve tutuklamalar başladı… Bir eski fakülte arkadaşı ile yeğeni… Fakülte arkadaşının eski kocası… Eski kocanın sözlüsü… Sözlünün bir başka arkadaşı… Gazeteci bir eski arkadaş… Orhan Yılmazkaya ile birlikte teknik takip altında olan iki kişi… ve onlarla teması olan muhtelif kişiler… Bir internet kafe çalışanı… bir gümrük muhafaza memuru… bir avukat… Ve Mehmet Yeşiltepe. Mühendis… Devrimci Hareket dergisi çalışanı, hidrosefali hastası…
Tutuklanan ve hâlâ yargılanmayı bekleyen “sanıklar”ın çoğu birbirini tanımıyor bile. Her birinin “suç”u ise, yaşamlarının bir döneminde Orhan Yılmazkaya ile tanışmış ve takip altında olduğu süre içerisinde onunla bir şekilde yan yana gelmiş olmak… Birlikte yenilen bir yemek… Onu evinde konuk etmek… Onun tarafından ziyaret edilmiş olmak… Banka hesabını kullandırtmak…
Ha tabii, bu arada içlerinden bazıları üniversite yıllarında basın açıklamalarına katılıp slogan atmışlar, bazıları İHD pankartı asmış, birinin evinde Che resimleri bulunmuş, kimi ise 1 Mayıs gösterilerine katılmış…
Örneğin polisin dahi “Devrimci Karargâh” adındaki örgütle ilişkilendirmediği bir derginin, Devrimci Hareket dergisinin çalışanı Mehmet Yeşiltepe’nin “suç”u, üniversiteden tanıdığı Orhan Yılmazkaya ile iki kez çay içmiş olmak… O kadar!
Pek “tatmin edici” değil, değil mi? Hele ki hidrosefali hastası olan “şüpheli”nin, ta Nisan 2009 sonundan bu yana Tekirdağ F Tipi’nde tutuklu olduğu düşünüldüğünde…
İstanbul Emniyeti de öyle düşünmüş olmalı ki, “zehir hafiye”liğini gösterip zanlının “suçluluğu”na hüccet getirtecek “müthiş deliller”i yakalamış.
“Nedir bu deliller” mi diyorsunuz.
İşte Şeyh Bedreddin, Korkut Boratav, Bülent Forta, Mustafa Yalçıner ve biz (Temel Demirer ile ben), burada devreye giriyoruz!
Mehmet Yeşiltepe’ye değin iddianamede gösterilen “suç delilleri” arasında her birimize ait yazılar da yer alıyor. 1978 tarihli bir broşür, 1998 tarihli bir kitap, 8 Mart mitingi resimleri, konser CD’leri ve Şeyh Bedreddin’in hayatına değin bir yazının yanında…
Bitmedi!
İddia mercii “başlamışken bir taşla birkaç kuş vurayım bari,” diye düşünmüş olmalı ki, “yap-tak” (bricolage) yöntemiyle imal edilivermiş bu “örgüt”ü, bir de Ergenekon’la ilişkilendiriyor! Hem de iki koldan… Kollardan biri, Doğu Perinçek’in Silivri cezaevinden bazı subaylara, “Devrimci Karargâh” tutuklularından birini kollamaları konusunda verdiği öne sürülen talimat!
Bir diğeri ise, Yalçın Küçük’ün cezaevinden çıkarken çekilmiş bir fotoğrafı. “Ne alâkâsı var?” diyeceksiniz. Olmaz mı? Medyaya servis edilen fotoğrafta Yalçın Küçük’i çiçekle karşılayan kişi, Mehmet Yeşiltepe olarak sunulmuş… “Devrimci Karargâh”ın bir Ergenekon yapımı olduğuna dair ne müthiş bir kanıt, her iki “örgüt”e de ne öldürücü bir darbe, değil mi? Ta ki, karşılayıcının Mehmet Yeşiltepe değil, Yalçın Küçük’ün oğlu Devrim Küçük olduğu ortaya çıkana dek… Baba-oğul Küçük’lerin haberi yayınlayan gazetelere açtıkları tazminat davalarını kazanmaları da cabası…
“Komedi, hem de absürd bir komedi” diyorsunuz, haklısınız da. Ama unutmayın, Kafka’ya rahmet okutturacak bu iddialar, biri acilen cerrahi müdahale gereksinimindeki hidrosefali hastası onyedi kişinin on ayı aşkın bir süredir cezaevinde tutuklanmasına neden oldu.
Mehmet Yeşiltepe’nin duruşması, 23 Şubat 2010 günü Beşiktaş Adliyesi’nde yapılacak.
Bu duruşmada bulunup onunla ve diğer mağdurlarla dayanışma göstermek, bu mağduriyetin son bulması açısından çok önemli.
Biz (Temel Demirer ile ben) orada olacağız. Sizleri de bekliyoruz…

1 Şubat 2010 22:08:19, Ankara.

N O T L A R
[1] E. Burke.
[2] “Bostancı Operasyonunda İstihbarat Yanlıştı İddiası”, BİA Haber Merkezi, 30 Nisan 2009.

GERÇEK İNATÇIDIR İmza Bloğu için tıklayınız


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0