Mücadele özgürlükler için yapılmalı... - Korhan Gümüş

13 Aralık 2013 20:08  

 

Mücadele özgürlükler için yapılmalı... - Korhan Gümüş

İktidarın yerel seçimler öncesi sergilediği patronaj görüntüsü ürkütücü. Başbakan Erdoğan kentsel dönüşüm projeleri, tüneller, kavşaklar vs. görüntüleri eşliğinde Kadir Topbaş’ın 3. Dönem İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adaylığı’nı açıklıyor. İstanbul’un giderek içinden çıkılmaz hâle gelen yönetim sorunları karşısında neler düşündükleri, nasıl bir yönetim yapılanması öngördükleri, nasıl bir programları olduğu, aralarında hangi farklar bulunduğuna dair en ufak bir ipucu yok. Sanki bir siyasal parti değil, bir inşaat şirketinin tanıtım toplantısı. Açıklamanın tam yapıldığı anda insana “ne oluyoruz” dedirten bir kampanya start alıyor. Belediye şirketleri patronlarına nasıl tapındıklarını göstermek için sosyal medyada yarışıyorlar. Yanlış duymadınız, kamu kurumlarının adıyla!

Bu “düğün dernek” havasındaki kampanya görüntülerini eğlenceli bulabilirsiniz. Diğer taraftan da kamunun ne hâlde olduğunu göstermesi açısından endişe verici. Kamu ile siyasal yapıların iç içe geçmesi, yerel siyasete dair fikirlerin, amaçların yerini projelerin alması, sivil toplumun siyasetten dışlandığının da önemli bir göstergesi. Kamu gücünün, imkânlarının siyasal faaliyetler için kullanılması, toplum için neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar vermeye kadar uzanıyor. Söylenmek istenen sanki şu: “Siz yönetime karışmayın, karnınızı doyurmaya çalışın.” Yerel seçimlere doğru giderken partilerin, adayların hangi iddialarla bu işe giriştiklerini, neler yapmak istediklerini bilemiyoruz. Bizden yalnızca seçilen adayları onaylamamız isteniyor.

 

KAMU İLE SİVİL TOPLUM İÇ İÇE GEÇİYOR

Radikal ’deki haberin başlığı “Beyoğlu’nda ortak aday arayışı” (2 Aralık). Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odaları Birliği’nin (TMMOB) ve platformun bileşenlerinin girişimiyle “ortak adayları belirlemek amacıyla” CHP ile görüşmeler yapılıyormuş. Kişilerin, siyasal ve sivil toplulukların, kuruluşların biraraya gelmeleri, ortak aday belirlemek için ittifak arayışında olmaları çok olumlu bir gelişme. Yerel seçimler öncesinde defalarca STK’lar bunu gerçekleştirmek için uğraştılar. Ancak haberde bir tuhaflık var. Meslek kuruluşları, yönetimleri seçimle de gelse sivil kuruluşlar değildir. Kamu kuruluşlarının yönetiminde yer alan kişiler elbette ki siyasal faaliyetlere, partilere katılabilirler. Ancak yönetiminde bulundukları kuruluşlar adına herhangi bir siyasal partiyi, ya da adayı desteklemeleri sözkonusu olamaz. Her türlü sivil toplum kesimine, görüşe açık olmaları gerekir. Yoksa kamusal alanda ayrımcılık yapmış olurlar, siyasal kararları müzakereye açamazlar, işlevlerini yerine getiremezler. Bu topluluklar bir sivil toplum kesimi gibi hareket ettikleri takdirde piyasa odaklı dönüşüme karşı çıkarken (buna neden olan) devlet-sivil toplum ilişkilerini sorgulayamazlar. Aynı ilişki biçimini korumuş olurlar. Neoliberal siyasetin can çekişen meşruiyetine, kamusal alanı tahakküm altına alma girişimine karşı sol açısından bundan daha sorunlu bir şey olabilir mi?
 

DEVLETÇİ “SOL”UN SINIFSAL BİR BAKIŞ AÇISI YOK

Binaları, mekânları, şehirleri var eden, yaratan iş gücünü, insani beceriyi, bu alanda çalışan insanların hayata tutunma, zenginleşme özlemlerini ihmal ediyor. İktidara karşı çıkarken iş bulma, hayata tutunma fırsatı arayanları, toplulukları karşısına alıyor. İktidarla birlikte “kötülük çevresi” gibi algıladığı sivil toplum kesimlerini hedef alıyor. İktidarın şehirlerde sınıfsal yapıyı nasıl yeniden ürettiğini, uzlaşmaları nasıl sağladığını dikkate almıyor, görmezden geliyor. İktidarla toplumu bir bütünmüş gibi birlikte karşısına alan, siyasetçiler ile sivil toplumu birbirine karıştıran bu yaklaşımın sınıfsal bir bakış açısı yok.

Merkeziyetçi siyasetin yarattığı rantın bölüşümünde popülist siyasetçiler kamu alanından dışlandığını düşünen topluluklara sesleniyorlar. Mevcut konumlarını, ayrıcalıklarını korumak isteyenler de itiraz ediyorlar. Çoğu zaman kişisel çıkarlarından bağımsız olarak yeşil alanları, doğal kaynakları, kültürel mirası korumak isteyen, bunun için karar süreçlerinin demokratikleşmesini isteyenlerle, statükoyu korumak isteyen, bunun için kamu gücünü kullanan gruplar birbirine karışıyor. Sonuçta halk adına karar verme yetkisine sahip olduklarını düşünen seçkinler kamusal alanı sivil topluma kapatıyorlar. Şehirlerde üretilen sınıfsal sorunları karşıtlıklarla gizliyorlar. Toplulukları kutuplaştırıyor ve sorunları merkezdeki mücadele ile çözülebileceğine inandırıyorlar. Sonuçta İstanbul’un kıyılarına, kamusal alanlarının nasıl kullanılacağına merkezî otorite kendi başına karar veriyor. Şehrin en değerli alanlarını satarak kendisine kaynak temin ediyor. Ulaşım ihtiyacından bile kendisine gelir yaratıyor.

 

ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR SİYASET İÇİN SEÇİMLER BİR FIRSAT OLUŞTURABİLİR

Yerel seçimlerde mücadele oy aritmetiği için değil, merkeziyetçi politikalara karşı özgürlükleri ve yerel kamusal alanı genişletmek için yapılmalı. Aramızdaki görüş farklılıkları, siyasal tercihlerimiz kararların merkezî otorite tarafından alınmasına gerekçe oluşturmamalı. Halk adına neyin doğru olduğunu, ne yapılması gerektiğini bilen bu siyasetin krizi açık bir biçimde ortaya çıktı. Otoriter, merkeziyetçi siyasetin yerini farklı önceliklerle iletişim kuran, herkesin haklılık algısının, kamu yararı anlayışının ayrım yapmadan, eşitlik içinde temsilini sağlayan, özgürlükçü yeni bir siyasetin alması için yerel seçimler bu nedenle bir fırsat oluşturabilir. Kamu gücünü kullananlar eğer böyle bir gelişmeyi engelliyorlarsa, bu özgürlükçü siyaset gene de hiç yapılamaz değildir. Yalnızca yapılma biçimi farklıdır. Bu siyaset yapılmayı bekliyor.


krhngms@gmail.com

Taraf

10.12.2013

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0