MU mu?
12 Ağustos 2009 12:32 / 1486 kez okundu!
Yaş kemale erince insanlar eskilere ve geçmişine merak salar. Bir nevi, "neden, niçin, nasıl ve nereye doğru"nun arayışı. Eh artık türümüzün favorileri; karşı cins peşinde, top peşinde koşma, mevki, para pul zamanı geçince na’psın insanoğlu?
Tabii cinsler arasında farklar var; bu top peşinde koşma mesela erkek milletine has bir tutku.
Burada dönüp dolaşıp iş yıldızlara gelir. (Cinsi latifte daha erken yaşlarda yıldız merakı başlar) Sonra aile seceresine merak falan derken eskiden bir Nuh Tufanı mitolojisi vardı ki bilim epeyce çözdü bu efsaneyi, bir de her daim favori; kayıp Mu kıtası efsanesi.
Buz çağı sonunda denizlerin seviyesi 100 küsur metre yükselince tektonik hareketlerle de deniz suları eskiden göl olan Karadeniz’e bilim insanlarının tahminlerine göre Niagara şelalelerinin birkaç yüz misli bir şiddetle bu günkü İstanbul boğazında akmaya başlamış. Bu bugünden yaklaşık 7600 yıl öncesi. Sır denizin altındaki katmanlarda. Jeologlar bunu açıklığa kavuşturdular.
Zaten Karadeniz’deki Marmara ve Akdeniz’deki tuz oranları da hala süren bu değişimin bir göstergesi.
Önce bundan yaklaşık 4700 yıl önce Gılgamış destanında yazmışlar insanlar bu olayı. Tabii o zaman algıladıkları biçimde. Sonra çeşitli kültürler ve dinler birbirlerinden duyduklarını farklı farklı yorumlayarak, süsleyerek yazmışlar.
Coğrafya’ya bakınca hep merak etmişimdir neden Amerikalı meraklı hemcinslerimiz Nuh’un gemisini Ağrı dağında ararlar diye. Muhtemelen bire bin katıp abartmak türümüzün bir özelliği olduğu için. İlla Nuh’un gemisini aramak istesem ben Karadeniz dağlarında arardım.
Kayıp kıta MU’ya gelince: Bu tufan ve seller esnasında epey medeniyet kaybolmuş. Eskiden insanlar arası dengeleri nasıl sağlamışlar? Bu hep merak konusu, ileriye ve önümüzdeki felaketlere ışık tutar umuduyla doğal olarak.
Bu medeniyeti de belki Karadeniz’de, Ege veya gene bir zamanlar ova olan Akdeniz’in bazı bölümlerinde aramak mümkün.
Bir diğer düşünce ise şimdi çöl olan kuruyan orta Asya gölleri civarında Issık kurganında bulunan Altın elbiseli adam (ki bir kadın olduğunu düşünen bilimciler de var) veya Küçük Irmak Prensesi gibi arkeolojik bulgular bu nedenle ilginç.
Üçüncü ihtimal ise coğrafya’ya bakınca, ve Thor Heyerdahl in 1947 Kon-Tiki Salı ile seyahat etmesi gibi çarpıcı deneylerden yola çıkarak tabii Pasifik’te veya Behring kanalından geçişin bir zamanlar buz çağında mümkün olduğunu düşününce o civarlarda. Türümüz bundan 60 bin yıl kadar önce Avustralya’ya kadar yayılmış. Belki 40 bin yıl kadar önce de Amerika kıta’sına. Bilimsel kanıtlar bu muammaları bulgularla önümüzdeki on yıllarda çözeceklerdir. Son derece heyecanlı ve zevkli bir çağda yaşıyoruz.
Son 40 yılda bilim o denli dev adımlar attı ki eski bir filmden bulunan yarım, çeyrek resimlerle bile tüm insanlık öyküsünü güvenilir bir şekilde (resimlerin sayısı hergün arttığı için) tekrardan anlamak mümkün olacak.
Bildiğim bir şey de bu ilk kültürlerin Koreli mi? Yunan mı? Çinli mi? Türk mü? olduğunun önemli olmadığı, türümüzün ortak mirası oldukları.
Bizim önümüzdeki çevresel ve neticesinde oluşan ekonomik krizlerden çıkış yolunun birbirimiz ile kavga etmekte değil, nefsimize hakim olmak ve açık gönüllülükle karşıt fikirleri tartışmakta, tüm eksiklerine, ve yavaşlığına rağmen bilimsel olarak aramak gerektiği.
Burada da son derece iyimserim. Giderek daha çok fikir açıkça konuşulabiliyor. Bu fikri sen ilk ortaya attın, ben attım gibi türümüze has itiş kakışı da aşacak dirayette çok sayıda insan var. Mesele fikir alışverişi - ticareti yapabilmekte (bezirganlık) ki zaten rızkın onda dokuzu da ticarettedir dememiş mi atalarımız?
Dr. Mahmut Tolon
12.08.2009