Kör olmayın; “Gösteriler”e iyi gözle bakın... - Cengiz Çandar

23 Ekim 2009 14:27  

 

Kör olmayın; “Gösteriler”e iyi gözle bakın... - Cengiz Çandar

Bu kadarı da olmaz!”

Ne olmaz?

Habur’dan Türkiye’ye giren ve serbest bırakılan 34 “PKK’lı” için Silopi’den Diyarbakır’a giden yolda Cizre’de, Nusaybin’de, Kızıltepe’de ve son durak Diyarbakır’da ve ülkenin çeşitli köşelerinde havai fişekler de atarak yapılan sevinç gösterileri.

Niye olmaz?

Çünkü bunlar nereden baksanız “PKK’lı teröristler”, dolayısıyla bunlara böylesine aşırı, taşkın sevinç gösterileriyle “Kahramanların Dönüşü” muamelesi yapılırsa, ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan “Türkler”in tepkisine yol açılır, “Demokratik Açılım” süreci tehlikeye düşer. “Ateşle oynuyorlar”.

Kim? Kimi sorumlu tutmalıyız bu “densizlik”ten?

Adres belli, Kürt sorununa ilişkin erişilebilir “günah keçisi” arandığında, fazla arama gerektirmeden “elimizin kolaylıkla erişebileceği” adres, DTP.

Yani, DTP ayağını denk almalıdır. Bu kadarı da olmaz. Yanlış yapıyorlar.

Toplumun bir bölümünde esmeye başlayan havayı göz önüne alan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de “bir şeyler” demeyi gerekli görmüş ki, dün şu “uyarı” ve “tepki”yi dile getirdi:

“... Görüntüler hoş görüntüler değil. Açık söyleyeyim; ben de bunları tasvip etmiyorum. Bunlar provokatif görüntülerdir. Bir tarafta huzur olsun, bir sürü kanlı işler bitsin diye uğraşılırken, bu acılar bitsin ve Türkiye bütün enerjisini ülkesinin kalkınmasına, bölgeleri arasındaki gelir dağılımındaki dengesizilikler gitsin ve enerjisini tüm bunlara harcasın diye uğraşırken ve iyi niyetini gösterirken, sanki bunlar kesilsin dercesine bir davranış içerisinde bulunmayı yakıştıramıyorum. Bu tip gösteriler, bu tip işin ölçüsünü kaçırıcı davranışlarda bulunmayı tasvip etmem mümkün değildir. Bunun altını açıkça çiziyorum ve bu bakımdan da herkesin şöyle bir kendine gelmesini ve yapılan bu büyük işler karşısında ölçüsüz davranışlardan kaçınmasını da buradan açıkça tavsiye ediyorum.”

Bu sözler “Açılım”ın başını çekenlerin başında gelen Cumhurbaşkanı’ndan geldiği için önemle not edelim.

Ancak, bu “gösteriler”i de anlamaya çalışalım ve “basiretimizi” de kaybetmiyelim.

*** *** ***

Bu ülkede Kürt sorununa ilişkin “sorunlar”ın başında işin “psikolojik boyutu” geliyor ve ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan, benim de bir parçası olduğum “Türkler”, ne yazık ki, Kürt vatandaşlarımızın “duygu iklimi”ni iyi anlayamıyor ve değerlendiremiyorlar.

Bunca yıl ülkemizin “Kürtleri”ne karşı sürdürülen amansız asimilasyonist, kimliklerini “inkar politikası”, ülkemizin o bölgelerinde sönen ocaklar, kayıplar, yüzlerce yıl yaşadıkları topraklardan sökülenler, topraklarını terketmek zorunda kalanlar, “faili meçhuller”, her gün her saat tanık oldukları aşağılanmalar... Bütün bunların yüzbinlerce, milyonlarca insanın “ruhi iklimi”nde yarattığı ağır travmalar, kopuş duygusu...

Bunları anlamadan, en önemlisi “beyine başvurma”dan önce “vicdanlar”ı harekete geçirmeden, Kürtleri bilmek ve anlamak mümkün değildir ve bu nedenle çok kişiyi allak bullak eden ve hatta “gazap” duyulan şu 34 kişiye yönelik “sevinç gösterileri”ni kavramak da imkansızdır.

Onyıllardır ve özellikle son 10-15 yıl içinde Kürtlerin başına gelenlere–insan ve toplum bazında- karşı gerekli duyarlılığı harekete geçirmediyseniz, bu “gösteriler”e karşı “öfke duyma hakkı”nı da kaybedersiniz ya da kullanamazsınız.

Kendi payıma söz konusu “gösteriler” beni hiç şaşırtmadı ve bunları “yakın çevrem”den çok farklı okudum. Özellikle son ayların önemli bölümünü “bölge”de her an “sıradan insanlar”la birlikte geçirdiğim için.

Televizyon ekranlarından tüm Türkiye’ye (ve dünyaya) yansıyan “görüntüler”, çoklarının Ankara’da sandıklarının tam tersine, Türkiye Kürtlerinin “silahlara veda” kutlamalarından başka bir şey değil.

Güneydoğu’da hiç kimseyi gecenin bir saatinde onbinler halinde evlerinden, köylerinden ve mezralarından böyle çılgınca bir kutlamaya, “savaş bitti” duygusu
taşımadan hiç kimse çıkartamazdı.

Olan-biten Türkiye halkının bir bölümünün, ama önemli bir bölümünün, bu ülkede yaşayan herkesten daha fazla duyduğu “barış ve huzur özlemi”nin gerçekleşmekte olduğuna duyduğu “sevinç”in dışa vurumudur.

Coşku, milyonlarca insanın onyıllardır çektiği acılarla “doğru orantılı” olduğu için böylesine “taşkın” görüntüler vermiştir ve herkes ortaya yansıyan görüntülerden “doğru mesajı” almalıdır. O “Doğru Mesaj” ise Kürtlerin barış özleminin ve “savaş bitti” duygusuna varmalarından ne denli güçlü bir “sevinç” duyduklarıdır.

Bu “duygu patlaması”nı mümkün kılan ve “savaş bitti” kanaatini pekiştiren 34’ünün birden serbest kalmasıdır. O “serbest kalma” hali, Kandil’den iniş ve Mahmur’dan yurda dönüşün bir “güvencesi” haline gelmiştir.

Bu bakımdan, o “gösteriler”den, “milli birlik” ve “ülkede barış ve huzur” açısından “mutluluk” üretmek de pekala mümkündür.

Ortadaki manzara, DTP’yi de, PKK’yı da aşıyor. Bu, izafe edildiği gibi şunun bunun “show”undan daha ötede bir şey. Onu-bunu kınamayı suçlamayı bırakıp,
“Türkiye Kürtleri”nin “silahlara veda”yı, “ülkede barış ve huzur”u ve “milli birlik”i ne kadar kuvvetli biçimde arzuladığını görmek ve anlamak, tüm ülkemiz ve vatandaşlarımız için daha hayırlıdır.

*** *** ***

Bu “gözlem”den hareketle Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bu konudaki algılamasının ve doğrultusunun “isabeti”nden ferahlık da üretebiliriz.

Tayyip Erdoğan, bunca patırtı, demagoji ve “kutuplaşma söylemi”nin toz bulutu arasından çok basit, doğru ve can alıcı soruyu sordu dün:

“Kendimize çok net bir soruyu sormamız gerekiyor. Herkesin vicdanına bu soruyu sorması gerekiyor. Dağdan inişi eleştirmek, silahların bırakılmasını eleştirmek, terörün son bulmasını eleştirmek ne kadar doğrudur? Eli silahlı insanların dağda dolaşması, ülke için, millet için, anne-babalarımız için daha iyi bir durum mudur?”

Herkes, kelime kelime bu soruları kendisine sorsun. Vicdan ve akıl sahibi hiç kimse Başbakan’ın şu cevabında birleşmezlik edemez: “Hayır. Bu tabloyu daha fazla sürdüremeyiz, sürdürmemeliyiz. Hiçbir masum yavrunun babası ölmesin. Hiçbir hanım kardeşimin nişanlısı ölmesin. Hiç kimsenin kocası, yavrusu, evladı ölmesin. Arzumuz da, hedefimiz de, niyetimiz de budur.”

Tayyip Erdoğan’ın ne yaptığının gayet iyi farkında olduğunu, özgüvenini ve çıktığı yoldaki hedeften sapmasının söz konusu olmayacağını Cemal Süreya’dan aktardığı şu dizelerde işitip, benim içim ferahladı:

“Sizin hiç babanız öldü mü?

Benim bir kere öldü kör oldum.

Yıkadılar aldılar götürdüler.

Babamdan ummazdım bunu.

Kör oldum.”

Kör olmayın. Açın gözünüzü. “Gösteriler”den “umut” ve “iyimserlik” üretin. 


Posta

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0