BATI'DA BÝR NAKÞÎ CEMAATÝ Þeyh Nâzým Kýbrýsî Örneði
11 Eylül 2014 15:28 / 4866 kez okundu!
Sosyal bilimci Tayfun Atay “BATI’DA BÝR NAKÞÎ CEMAATÝ Þeyh Nâzým Kýbrýsî Örneði” kitabýnda, Londra merkez olmak üzere Ýngiltere’de faaliyet gösteren ve geniþ bir alana yayýlma imkâný bulan Kýbrýslý Þeyh Nâzým’a baðlý Nakþibendî hareketinin “kendilerine ve kendi dýþýnda kalan (Müslüman ve gayri-Müslim) ötekilerine yönelik düþünce, tutum ve davranýþ biçimlerini ilgi odaðý yapmakta ve tartýþmaya açmaktadýr”. Bir yýlý aþkýn bir alan çalýþmasýnýn ürünü olan bu çalýþmada yazar, Þeyh Nazým’ý, Ýslam’ý tüm dünyada ve özellikle Batý’da yaymayý kendine misyon edinmiþ, bu amaçla dünyanýn bir ucundan bir ucuna sürekli hareket halinde olan bir tarikat þeyhi olarak tanýmlamaktadýr. Bu baðlamda yazar, Þeyh Nazým’ý, klasik tarikat anlayýþýný devam ettirenlerin aksine, “irþad amacýyla müridlerinin ayaðýna kendisi giden bir ‘Þeyh üs-Seyyah’” olarak nitelemektedir.
Yazar tarafýndan kitabýn giriþ bölümünde, batý toplumlarýnda Ýslam’a bakýþ açýsýna dair birtakým deðerlendirmeler yer almaktadýr. Özellikle 1979 Ýran Ýslam Devrimi’nden sonra kendini Müslüman kimliðiyle tanýmlayanlarýn kamuoyundaki ideolojik ve siyasal çýkýþlarý, “Ýslamî fundamentalizm”, “Ýslami yeniden-canlanma”, veya “Ýslami yeniden-diriliþ” olarak ele alýnmýþ ya da bu þekilde tanýmlanmaya çalýþýlmýþtýr. Yazar bu tür deðerlendirmelerin yoðun kullanýlmasýnýn basmakalýp ve “özcü” deðerlendirmelere yol açtýðýný, “öte yandan da Ýslami söylem ve pratiðin farklý toplumsal ve kültürel baðlamlardaki çokluk ve çeþitliliðinin” göz ardý edildiðini dile getirmektedir. Modern dünyada Ýslam’a dair yürütülen tartýþmalardaki ortak nokta, Ýslam ile modernite arasýnda bir karþýtlýðýn varlýðýna dair deðerlendirmelerdir. Yazar, bu deðerlendirmeleri yapanlarýn ulaþtýklarý ortak nokta olarak Ýslam’ý, “özellikle insanlýða özgün bir gelenek temelinde yükselen bir dünya görüþü ve yaþam biçimi” olarak ele almalarýnýn neden olduðunu söylemektedir.
Batý toplumlarýnda Ýslamî topluluklara olan merak gittikçe artmakta ve Ýslam’a yönelik çalýþmalarýn giderek arttýðý, ülkemizde de buna paralel Ýslam’a ilginin arttýðý bilinen bir olgudur. Özellikle Ýslam vurgusu üzerinden bazý kavramlarýn hayatýmýza girdiði yazar tarafýndan özellikle vurgulanmaktadýr. “Radikal Ýslam”, “Ýslamî”, “Ýslamcý”, “Ýslamî fundamentalizm”, “Siyasal Ýslam” vb. kavramlarýn, bu kavramlar arasýndaki iliþkilerin, bu kavramlara taraftarlarýnýn yüklediði anlamlar gibi konularda çalýþmalar yapýlmaktadýr. Yazar, “global” sorulardan, daha özel alanlara yani daha spesifik sorulara aðýrlýk vererek yeni açýlýmlar yapmanýn faydalý olacaðýný iddia etmektedir. Bu çalýþmayý da bu tür bir çabanýn ürünü olarak deðerlendirmekte ve Ýslam üzerine makro düzeyde yapýlan çalýþmalarýn yanýnda, mikro düzeyde örnek-olay ve etnografi çalýþmalarýnýn da yapýlarak bir anlamda Ýslam’a dair üretilen tezlerin geçerliliklerini test etmenin gerekli olduðunu vurgulamaktadýr.
Araþtýrmacý bu çalýþmayla bazý özel sorulara cevap bulma amacýndadýr. Yazar bu sorularý þu þekilde sýralamaktadýr: “Topluluk üyeleri nasýl ve hangi þekillerde kendi Ýslami kimliklerini inþa etmekte ve kendilerini diðer Ýslami guruplardan ayýrt etmektedirler? Bir baþka deyiþle, sahip olduklarý dünya görüþünün ve pratiðin ayýrt edici boyutlarý nelerdir? Ne þekilde ve ne dereceye kadar kendilerini çevreleyen modern-Batý toplumuna uyum saðlamaktadýrlar? Bu topluluk tarafýndan temsil ve takdim edilen “geleneksel” Nakþibendî söylemi hangi bakýmlardan modern dünyanýn hâkim deðerler düþünceler sistemine karþý bir alternatif ya da meydan okuma olarak belirlemektedir? Topluluk-içi rekabet ve çatýþma süreçlerinin boyutlarý nelerdir ve bunlar pratikte nasýl ortaya çýkmaktadýr? Ýslam’ýn birbirine rakip yorumlarý nasýl yaþama geçirilmektedir?”
TARÝHSEL VE KAVRAMSAL TEMELLER
Yazar çalýþmaya dair kavramsal çerçeveyi “Tarihsel ve Kavramsal Temeller” bölümünde vermektedir. Tasavvuf sözcüðünün ayrýntýlý tanýmlarý ve Ýslami yaþam içinde nasýl meydana geldiðini, bu sözcüðün yerli ve bayancý kaynaklarca nasýl ele alýndýðýný ayrýntýlý bir þekilde açýklamaktadýr.
Tasavvufu kýsaca “Ýslam mistisizmi” olarak tanýmlayan yazar, mistik kavramýnýn tanýmlanmasý zor bir kavram olduðunu, dini açýdan “insanýn ilahi olanla iliþkiye girme onunla birleþme, ‘bir olma’ deneyimine iþaret eden bir terim” olarak tanýmlamaktadýr. Ýslam coðrafyasý içerisinde ya da çevresinde var olan diðer mistik geleneklerin tasavvufa etkileri sürekli bir tartýþma konusu edildiði ifade edilmektedir. Yazara göre tasavvufun Ýslam’da ortaya çýkýþý birbirine baðlý iki etkenle iliþkilidir. Bunlardan birincisi, “bazý Müslümanlarýn, özellikle de Arap olmayanlarýn dönemin yöneticileri olan Emeviler’in lüks yaþama olan tutkularýndan duyulan rahatsýzlýk ve bununla baðlantýlý olan ikinci neden ise, kendilerini Emevi sarayý ile özdeþleþtirmiþ olan dönemin ulemasý tarafýndan temsil edilen fýkhî ve normatif Ýslam anlayýþýnýn hâkimiyetine karþý duyulan tepki idi.”
Ulemanýn, Müslümanlarýn tavýr ve davranýþlarýný Ýslam’a uygun hale getirmek için üstlendiði görev, yazara göre maneviyatýn göz edilmesine neden olmakta ve “Müslümanlarýn Allah’a ve ümmete karþý davranýþlarýný düzenlemekle uðraþan ulemanýn formel Ýslami bilgisi olan ‘þeriat’a adeta bir alternatif olarak” þekillenmiþtir. Buna göre tasavvuf evliyalarý üretmiþ ve yazara göre “her ne kadar Peygamber’in üstünlüðünü ve öncelikli pozisyonunu reddetmeseler de, pratikte Allah’a Peygamber kadar yakýn olduklarý izlenimini vermekteydiler.” Bu noktada, kitapta (Gilsenan 1973: 11 ve ayrýca Brinner 1987: 37) yazarlardan yapýlan alýntýlar dikkat çekicidir, þöyle ki; tasavvuf sayesinde “Peygamberlik kapýsý kapandýysa da evliyalýk yolu açýlmýþ oldu” denilmektedir.
Bu noktadan itibaren ulema ile sûfiler arasýnda yaþanan, Allah’a ulaþmada yöntemler üzerine ciddi ayrýlýklarýn yaþandýðý, bunun doruk noktalarýndan birinin de 9. yüzyýlýn sonuna doðru Hallac-ý Mansur hakkýnda devrin ulemasý tarafýndan verilen ölüm fetvasýyla radikal bir çekiþmeye kadar gittiði özelikle vurgulanmaktadýr. Ne var ki, 11. yüzyýlýn sonuna doðru “ulemanýn legalist ve normatif þeriat Ýslam’ý ile sûfilerin mistik Ýslam’ý arasýnda bir yumuþama ve yakýnlaþma giriþimleri, özellikle Ýmam Gazali’nin büyük çabasýyla baþarýlý bir sonuca ulaþtýrýldý.” Gazali’nin hem âlim hem de sûfi oluþu, yazara göre entelektüel bir çaba olarak, tasavvuf ulemanýn þer’i Ýslam’ýna karþýt deðil, onu tamamlayýcý bir konum kazandý. Yazar bu noktada, Ýslam inancýnýn bu iki ana kolu arasýndaki farký sadece inancýn farklý bileþenlerine vurgu yapma meselesi olarak deðerlendirmektedir. Yazar Gazali’den sonra þer’i ve tasavvufi Ýslam’ýn yani ulema ile sufiler arasýnda yoðun bir etkileþmenin olduðunu, hatta sufi üstatlar Ýslam dünyasýnýn pek çok bölgesinde ulemanýn da görevini yaptýklarýný belirtmektedir.
12. yüzyýlýn sonralarýna doðru Anadolu’nun pek çok yerinde tasavvufi merkez, manevi olarak “Ýlahi Hakikate” varmayý amaçlayan okullara dönüþmeye baþladý. Böylece Allah’a ulaþmak için farklý tarikatlar, yollar, dergâhlar vb. mistik ortamlar giderek çoðaldý. Tarikat etkinlikleri usta-çýrak (mürþit-mürit) iliþkisi ekseninde doktrinlerin kuþaktan kuþaða ulaþmasýný saðlamýþtýr. Böylece tekkeler, dergâhlar, zaviyeler giderek iþlev dýþýndaki bazý durumlarda da söz sahibi olmaya baþladýlar. Yerel düzeyde toplumsal, siyasal ve ekonomik etkinliklerin gerçekleþtiði merkezler haline geldiler.
Yazar detaylý olarak “Þeyh” kavramýný etimolojik açýdan ele almakta, Þeyh’lerin toplumsal yönlerinin analizlerini yapmakta, yüklendikleri toplumsal görevleri, insanlar üzerindeki etkilerini, manevi açýdan otoriter kimliði nasýl kazandýklarý gibi konularda geniþ açýklamalar yaparak ve kaynakçalarla literatürü oldukça geniþ bir açýdan ele almaktadýr.
Kitabýn “Tasavvufa Antropolojik Yaklaþýmlar” alt baþlýðýnda, Din Antropolojisi kapsamýnda Batý dünyasýnda hem oryantalist, hem de oryantalizm sonrasýný araþtýrmacýlarýn ilgisini Ýslami gelenek içerisinde en fazla çeken konunun tasavvuf olduðunu ve pek çok Batý üniversitesi kütüphanesinde tasavvuf ve Ýslam mistisizmi konularýnda sayýsýz kitabýn ve çalýþmanýn olduðunu dile getirmektedir. Ayrýca ülkemizde antropolog kimliði bulunan araþtýrmacýlarýn, özellikle kýrsal kesimde tasavvuf ehli kiþilerin toplum üzerindeki etkileri, bu etkinin meydana getirdiði ya da þekillendirdiði toplumsal yapý, birey-din-devlet iliþkisi üzerine yapýlan çalýþmalarýndan da örnekler vermektedir.
Nakþibendî Tarikatý
“Nakþibendî Tarikatý” alt baþlýðýnda, yazar tarikatýn kuruluþunu, tarihçesini ve genel karakteristiðini uzun uzun tahlil etmekte, Nakþibendîliðin dünya coðrafyasýndaki etkinliðini, sýnýrlarýný belirtmeye gayret göstermektedir. Özellikle bu tarikatýn kuruluþunda adý geçen þahsiyetler üzerinden dönemin koþullarý irdelenmekte, tarikat liderlerinin özellikleri ayrýntýlý biçimde tasvir edilmektedir. Yazar, Nakþibendî tarikatýnýn ayýrt edici en önemli özelliklerini þu þekilde sýralamaktadýr: “orta yol bir tasavvuf anlayýþý, þeriat kural ve ilkelerine verilen azami önem, siyasete olan duyarlýlýk ve son olarak, bir yandan temel ilkelerini gözetmeyi sürdürürken öte yandan yerel/yöresel sosyo-kültürel ortamlara ve deðiþen þartlara uyum gösterme yeteneði.”
Nakþîliðin Hindistan ve Osmanlý topraklarýnda yayýlma serüveni, sosyal-kültürel ve politik ortam yazar tarafýndan titizlikle açýklanmaya çalýþýlmýþtýr. Nakþibendî tarikatýnýn Osmanlý’nýn son dönemde siyasal ortamdaki etkileri, Osmanlý’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiþle birlikte tarikatýn nasýl bir dönüþüm geçirdiði, günümüzde Türkiye’nin farklý bölgelerinde varlýðýný devam ettiren tarikat mensuplarýnýn moderniteye iliþkin farklý algýlarý deðerlendirme olarak kitaptaki bu bölümde yer almaktadýr.
Nakþibendîlikteki silsile ve Ortodoksi-Heterodoksi tartýþmasý yazar tarafýndan ayrýntýlý bir þekilde okuyucuya sunulmaktadýr. Farklý coðrafyalara yayýlma imkâný bulan Nakþibendî tarikatýnda, “birbiri ardý sýra geçmiþe doðru giden, yani farklý tarihsel dönemlerde yaþamýþ olan þeyhler aracýlýðýyla Ýslam Peygamberine, onun aracýlýðýyla da Allah’a baðlayan ruhani hattýr. Silsile bir tarikat lideri ya da þeyhinin, dini otoritesi sorgulanamaz olan kutsi pozisyonun meþruiyet kaynaðýdýr; çünkü o Allah’tan baþlamýþ olan bir hattýn yaþanan andaki en uç noktasýnda durmaktadýr.” Yazar silsilenin önemi hakkýnda, “silsile, ayný zamanda, Ýslam’da bir “þeyhin” bir “âlim” den neden daha üstün olduðunu açýklamak amacýyla tasavvuf erbabý tarafýndan sýklýkla söz konusu edilen bir kavramdýr” demektedir. Bu anlamda Nakþibendîlikte farklý coðrafyalarda devam ettirilen bir tarikatýn farklý silsileler halinde devam etmesi gayet doðaldýr. Yazar, Nakþibendî tarikatýnda orijinal olarak birbirinden farklý üç silsile olduðunu, bunlarýn ikisinin Hz. Ali’ye, diðerinin ise Hz. Ebu Bekir’e çýktýðýný ifade etmektedir. Yazar burada Hz. Ali’ye çýkan silsile ile Hz. Ebu Bekir’e çýkan silsile müritleri arasýndaki farklara da deðinmektedir. Bir anlamda Hz. Ebu Bekir’in Sünni Ýslam’ýn en büyük þahsiyeti olduðu için Nakþibendî geleneðinde Sünni etkisi olduðunu iddia etmektedir. Bunu da zikir törenlerinde Sünni ve Alevi etkisinin müritler üzerindeki etkisine dikkat çekmektedir.
Yazar Þeyh Nâzým’ýn, Halidi-Nakþibendî geleneðinin bir kolunun lideri olarak konumlandýðýný silsilesi Hazreti Peygambere Hazreti Ebu Bekir ile ulaþtýðýný, kendisinin de bu silsilede kýrkýncý ve müritlerinin iddiasýna göre, sonuncu þeyh olarak yer aldýðýný ifade etmektedir.
Þeyh Nâzým el-Hakkanî el-Kýbrisî
Kitaptaki Þeyh Nazým’a ait biyografi, yazar tarafýndan, daha çok müritler tarafýndan verilen bilgiler, daha önce þeyhin sohbetlerinden derlenen kitaplar ve diðer yazýlý kaynaklardan elde edilmiþtir. Þeyh Nâzým özellikle biyografisinin öðrenilmesi için sorulan sorulara ayrýntýlý cevaplar vermemiþ, özellikle tasavvufi geçmiþi ile ilgili sorulara basitçe “Takdir-i Ýlahi” þeklinde kaçamak cevaplar vermiþtir. Yazar, þeyhin özgeçmiþ bilgilerini bu bölümde geniþ biçimde vermeye çalýþmýþtýr. Kýsaca buraya aktarýrsak; Þeyh Nâzým (Nâzým Adil) 1922 yýlýnda Kýbrýs’ta doðdu, ilk ve orta öðrenimi Kýbrýs’ta tamamladýktan sonra Kimya eðitimi için Ýstanbul’a gelir ve Ýstanbul Üniversitesi’ne kayýt olur. Burada ilk defa tasavvuf çevresiyle tanýþýr. Aðabeyi Ýstanbul Üniversitesi Týp Fakültesi öðrencisidir. Onun vasýtasýyla burada ilime öðrenmeye baþlar. Hatta ilk mürþidi, Erzurumî Süleyman Efendi’dir.
Þeyh Nâzým’ýn aðabeyinin ani ölümü, onu derin düþüncelere iter. Baþkalarýnýn hayatlarýna deva olmak için uðraþan aðabeyi bilinmedik bir hastalýktan hayatýný kaybeder. Þeyh Nâzým henüz ikinci sýnýf talebesidir. Bu olay üzerine dünyayý ciddiye almanýn gereksiz olduðu düþüncesine kapýlýr, okulu býrakýr ve kendini Süleyman Efendi çevresinin uhreviyatýna kaptýrýr. Süleyman Efendi, Nâzým’daki isteði keþfeder ve onun Ýstanbul’da daha fazla kalmasýnýn faydalý olmayacaðýný düþünerek, Nakþibendîlik açýsýndan çok önemli bir yer olan Þam’a gönderir. Burada Þeyh Abdullah Daðýstanî tarafýndan teslim alýnan Þeyh Nazým artýk gerçek bir mürit olmuþtur.
Yazar, Þeyh Abdullah Daðýstanî hakkýnda ayrýntýlý bilgiler de vermektedir. Kafkaslarýn henüz Osmanlý topraklara ait olduðu bir dönemde, henüz çocuk yaþlardayken evlatlýk olarak Anadolu’ya getirilmiþ, Çanakkale savaþýnda asker olarak görev almýþ, daha sonra tekkelerin kapatýlmasý ve tasavvufi çalýþmalarýn yasaklanmasýndan ötürü Þam’a gitmiþ, orada 115 yaþýna kadar yaþamýþ, birçok talebe yetiþtirmiþ ve büyük bir âlim olarak bilinip orada vefat etmiþtir. Kitabýn bu bölümünde Þeyh Nâzým’ýn ilim çalýþmalarý, ailesi, Londra’ya gidiþi hakkýnda da bilgiler verilmektedir. Ayrýca silsilenin Þeyh Nâzým’a nasýl geçtiði, Þeyh Nâzým ile birilikte silsilede yer alan ve farklý coðrafyalarda ilim hizmeti veren diðer þeyhler hakkýnda da bilgiler verilmektedir.
Kitabýn devam eden anlatýmlarýnda Þeyhin Londra’da çevre edinme sürecini de ayrýntýlý olarak aktarýlmaktadýr. Londra’da cemaatin kaldýðý yerler, þeyhin ikamet yerleri, maddi olanaklarý nasýl elde ettikleri, diðer ülkelere gidiþ ve geliþleri gibi ayrýntýlar da yazar tarafýndan okuyucuya aktarýlmaktadýr. Yazarýn araþtýrma esnasýnda elde ettiði bulgular da bu bölümde okuyucuyla paylaþýlmaktadýr. Müritlerin þeyhi tanýmlama cümleleri de ilginçtir. Örneðin bir mürid þeyhi “Peygamber’in manevi mirasçýsý” olarak tanýmlamaktadýr. Yazar, þeyhin müridlerinin, “Ýslami baðlamda tam ve herkesin üstünde bir otorite sahip olduðunu onun bereket ve keramet sahibi olmasý iddiasýyla meþrulaþtýrýrlar” demektedirler. Yazara göre þeyhe baðlý müritlerin þeyhe atfettikleri sayýsýz keramet örnekleri vardýr.
Yazar alan çalýþmasý boyunca tespit edebildiði 56 farklý ülkeden insanýn tarikat ehli olduðunu, bu sayýnýn sadece kendi belirlemeleri olduðunu ve sayýnýn fazla olma ihtimalinin yüksek olduðunu dile getirmektedir. Özellikle her yýl Ramazan ayýnda þeyhi görmek için insanlarýn Londra’ya akýn ettiðini, dünyanýn farklý bölgelerinden sayýsýz insanýn þeyhi görmek için yollara düþtüðünü dile getirmektedir. Yazar bu bölümde ayrýca, zikir toplantýlarýnýn belli gruplar halinde haftanýn belli günlerinde düzenli olarak yapýldýðýný, genel olarak yaþ, cinsiyet, etnisite, bölge gibi kategorilerde belirlenen cemaatin guruplar halinde sohbetler ve zikir törenleri düzenlediðini ifade etmektedir. Ayrýca topluluðu oluþturan bireyler köken olarak çok çeþitli olsalar da, “müritlerin büyük çoðunluðunun üç ana alt-gruba mensup olduðu gözlemlenmektedir. Bunlar sýrasýyla, Türkler, Güney Asyalýlar ve (çoðunluðu Ýngiliz) Batýlý mühtedîlerdir.” Yazar bu guruplarý ayrý baþlýklar halinde de analiz etmekte, alan çalýþmasýndan elde ettiði bilgileri okuyucuyla paylaþmaktadýr.
Yazar “Türk Müritler” baþlýðýnda Londra’da tarikata baðlý Türklerin sosyal, kültürel ve ekonomik özelliklerine dair genel analizler yapmaktadýr. Tarikata ne fazla Türklerin hizmet etiðini ifade etmektedir. “Güney Asyalý Müritler” en fazla Pakistan, Hindistan, Bangladeþ, Keþmir ve Mauritius göçmenlerinden oluþmaktadýr. “Batýlý Müritler” üçüncü büyük gurubu oluþtururlar ve diðer gruplara göre daha varlýklý insanlardan oluþurlar. Eðitim seviyeleri yüksektir; akademik ve iþ çeþidi bakýmýndan mevkii sahibi insanlardýr. Bunlar daha çok, Þeyh Nazým’ýn Londra’da bulunduðu esnada kendisiyle görüþmek için Avrupa’nýn çeþitli kentlerinden, ABD ve Kanada gibi ülkelerden ziyarete gelirler. Yazar, tarikat üyelerinin Ýslam’a, tasavvufa, þeyh kavramýna, kendilerini tanýmlama biçimlerine, biat kültürüne dair müritlerle birebir yaptýðý görüþmeleri ve gözlemlerini de aktarmakta ve müritlerin kendilerini nasýl kimliklendirdiklerini ve “öztanýmlama” (self-identification) noktasýnda nelere vurgu yaptýklarýný belirlemeye çalýþmaktadýr. Yazar bu bölümde bir kiþinin nasýl müritliðe geçiþ yaptýðýný da okuyucuyla paylaþmaktadýr. Ayný zamanda tarikat içinde aðýrlýðý olan ve Þeyh Nâzým’dan sonra en etkili kiþiler de yazar tarafýndan analiz edilmektedir. Þeyh Nâzým’dan sonra olasý tarikat liderleri, tarikatýn farklý kollara ayrýlma olasýlýðý, tarikat içi gruplaþmalar gibi durumlar da yazar tarafýndan analiz edilerek okuyucuyla paylaþýlmaktadýr.
Zikir
Yazar kitabýn dördüncü bölümü tamamen zikir törenine ayýrmýþtý. Zikir sözcüðü etimolojik açýdan incelenmekte, Ýslami gelenek içinde zikrin önemi ayrýntýlý biçimde aktarýlmaktadýr. Müritlerin neden zikir törenine katýldýklarý, bu konudaki görüþmeleri, zikir ortamý, zikir öncesi, zikir esnasý ve sonrasý tüm ayrýntýlar yazar tarafýndan detaylandýrýlmaya çalýþýlmýþtýr. Özellikle yazarýn tasavvufi açýdan zikri analizi oldukça baþarýlýdýr.
Yazar zikir yapýlan mekânlarý ayrýntýlý biçimde anlatmaktadýr. Farklý etnik gruplarýn zikir törenlerine bakýþý, bireysel, toplu, ibadet yerinde ya da evlerde yapýlan törenler arasýndaki farklýlýklar da yazar tarafýndan okuyucuyla paylaþýlmaktadýr. Zikir ruhani ve mistik yönü okuyucunun olayý adeta yaþamasý saðlanacak þekilde kaleme alýnmýþtýr ve bu da yazarýn gözlem gücünün ve literatüre hâkim oluþunun göstergesidir. Zikirdeki tüm safhalar ayrýntýlý olarak kitapta yer almaktadýr.
Yazar dördüncü bölümde ayrýca “nefs” kavramýný da açýklamaya çalýþmaktadýr. Arapça “ruh”, “can”, “hayat” gibi anlamlara gelen nefsin, sufilikte yedi mertebesi olduðu dile getirmektedir. Ayrýca bunlar yazar tarafýndan sýralanmakta ve açýklanmaya çalýþýlmaktadýr. Bu bölümde, “nefs ve iktidar”, “nefs, þeytan, ruh ve kalp”, “kulluk, ibadet ve zikir”, “toplumsal pratikte nefs” gibi alt baþlýklarda kavramlarýn dinsel ve sosyal boyutu yazar tarafýndan deðerlendirmektedir.
Yazar elde gözlemlediði Nakþibendî tarikatýna yönelik çalýþmasýna Ýslam ve modernite gibi uzun zamandýr tartýþýlan baþlýklarý da katarak bir tartýþma meydana getirmektedir. “Nakþibendî perspektifinden modern dünya” (bölüm 5) bölümünde genel deðerlendirmelerde bulunmakta, bu konuda yapýlmýþ çalýþmalardan örnekler vererek tarikatýn içinden modern dünyaya iliþkin görüþlere yer vermektedir. Özellikle Türkiye’de yapýlan konuyla ilgili çalýþmalar kitapta ayrýntýlý biçimde yer almaktadýr.
Yazar modern dünyanýn tarikat mensuplarý tarafýndan nasýl algýlandýðýný sohbetlerden ve kiþisel sorulardan edindiði bilgileri bu çalýþmada okuyucuyla paylaþmaktadýr. Þeyh Nâzým modern uygarlýðýn, insanlýðýn dünya üzerinde ulaþabildiði en iyi/ileri uygarlýk düzeyi olduðu görüþünü þiddetle reddetmektedir. “Batýlýlar uygarlýðýn zirvesine eriþtiklerini iddia ediyorlar. Yanýlýyorlar. Eriþtikleri, vahþetin zirvesidir diyerek tarikatýn modern dünyaya bakýþýný özetlemektedir. Þeyh Nâzým, Müslümanlarý, Batýlýlarýn yaymaya çalýþtýklarý bu vahþeti taklit etme çalýþmalarýný utanç verici olarak deðerlendirmektedir. Yazar modern dünyaya dair birçok farklý konu baþlýðýna iliþkin görüþleri Þeyhin görüþleri olarak okuyucuya sunmaktadýr. Bu konulardan bazýlarý; batýlýlaþma, evlilik-boþanma oranlarý, Müslüman ülkelerin modernleþme durumlarý, teknolojik ilerleme ve bilimsel imkânlar gibi konularda Þeyh Nâzým oldukça katý ve eleþtirel görüþlere sahiptir.
Yazar kitabýn altýncý bölümünü, Nakþibendî müritlerinin Mehdilik üzerine düþüncelerine ayýrmýþtýr. Ýslam inancýnda Mehdi kavramý, Hýristiyan kökenli akýmlardaki milenaryanizm (kurtarýcý fikri) düþüncesi de bu bölümde yer almaktadýr.
Kitabýn yedinci bölümü “Þeyh ve Müritlerin Siyasal Görüþleri” baþlýðýný taþýyor. Genel olarak radikal bir Ýslami anlayýþ çizgisine sahip olan Þeyh Nâzým ve tarikat mensuplarý, Batý dünyasýndaki deðiþim ve dönüþümleri hayra yormamakta, buna baðlý olarak Ýslam dünyasýndaki ülkeleri Batýlýlara özenmekle suçlamakta ve modernizmi yozlaþma olarak deðerlendirmektedirler. Ayrýca Türkiye’deki deðiþim ve dönüþümü de radikal bir þekilde eleþtirmektedirler. Yazar Nakþîliðin Türkiye serüveninin de Osmanlý’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiþle birlikte nasýl bir dönüþüm geçirdiðini diðer çalýþmalardan örnekler vererek okuyucuya sunmaktadýr. Þeyh Nâzým’ýn Ýslam dünyasýnýn geleceði ve Türkiye’nin mevcut etnik ve siyasal problemlerine dair çözüm önerileri ve konuya yaklaþýmý da bu bölümde yer almaktadýr. Ýlerleyen bölümlerde tarikat içinde etkin olan belli baþlý þahsiyetlerin bir anlamda otoriter olma noktasýnda bir mücadeleye girdikleri, ibadet, zikir, temel Ýslam bilimleri gibi konularda ihtilafa düþtüklerini öðrenmekteyiz. Yani tarikatta belli gruplaþmalarýn olduðu gözlerden kaçmamaktadýr. Ayrýca kitabýn bir bölümü de Vahhabilik ile ilgili tarikat mensuplarýnýn tutumlarý ortaya çýkarmaktadýr. Özellikle tarikat içinde Arap Vahhabilere karþý sert muhalefetin olduðu gözlerden kaçmamakta.
Kitabýn en ilginç bölümlerinden biri de onuncu bölüm. Yazar Nakþibendî tarikatýyla ilk tanýþmasýný, cemaate nasýl katýldýðýný, Ýslami ibadet ve kimi pratiklere neredeyse tamamen uzak olmasýna raðmen, araþtýrma boyunca giderek bir müride dönüþme serüvenini açýk yüreklilikle okuyucuyla paylaþmaktadýr. Yazar, laik bir milli eðitim sistemi içinde yetiþmesine raðmen, tamamen Ýslami ve laiklik karþýtý gözüken bir toplulukta geçirdiði zamaný, dua etmeyi, namaz kýlmayý, insanlarla Ýslami usullerde selamlaþmayý ve bunun gibi normal hayatta bir Müslüman’dan beklenen hal ve hareketleri yerine getirmenin kendinde nasýl deðiþmelere neden olduðunu samimi bir þekilde açýklamaktadýr. Özellikle yazarýn Þeyh Nâzým ile tanýþmasý, Þeyh’in yazarý ilk zamanlarda sert bir dille eleþtirmesi ve zaman zaman küçümser davranmasý, yazarýn birçok olumsuzluða raðmen cemaate kendini kabul ettirmesi ve çalýþma boyunca edindiði farklý deneyimlerle çalýþmanýn farklýlýðýný ortaya koymaktadýr. Hatta yazar, dünya görüþü ve yetiþme biçimine tamamen zýt olan Þeyh’in elini öpme eylemini defalarca tekrarladýðýný ve bir zikir töreninde biat ederek mürit olduðunu da ifade etmektedir. Mürit olma durumunu da çalýþmanýn sonundaki sonuç bölümünde, Nakþibendîlerle ortak nokta bulma olarak deðerlendirmektedir.
(Tayfun Atay, Ýletiþim Yayýnlarý, Ýstanbul 1996, 396 sayfa)
Ýsmet TUNÇ
27.08.2014
Son Güncelleme Tarihi: 12 Eylül 2014 15:18