İslamcılık ve muhalefetin değeri - Markar Esayan

21 Ağustos 2012 01:00  

 

İslamcılık ve muhalefetin değeri - Markar Esayan

Tabii ki İslamcılık tartışması şimdi başlayacaktı. AK Parti’nin ustalık dediği dönemde, on yıllık bir dindar parti yönetiminden sonra bu tartışmanın açılmaması beni ürkütürdü doğrusu. Çünkü bu değişimin ve sosyolojinin bize dayattığı bir şey. AK Parti ile ilgili analizlerimde aslında bu konuya da değinmiştim. İslamcılık tartışması üzerinden olaylara yeniden bakmakta fayda görüyorum. Çünkü görülüyor ki, ülkeyi o veya bu şekilde dindar parti markasıyla bir süre daha AK Parti yönetecek. AK Parti’nin muhalefete çekilmesini sağlayacak antidemokratik müdahaleler dışında alternatif bir hareket ise “Sol” veya “alternatif merkez sağ” bağlamında henüz ufukta görünmüyor. Bu bir tür tarih sıkışması. Her totaliter dönem sonrasında, totaliter iktidar, muhalefet bloklarını parçaladığı veya devşirdiği için bu öznesizlik yaşanır. Ergenekonlaşan veya hep öyle olan ulusalcı sol, Alevilerin parçalanmışlığı, Kürt hareketinin PKK şiddetinin rehininde olması, tek günde normalleşecek sorunlar değil. Geriye zaten sadece Müslümanlar kalıyordu. Onlar da beklenen hamleyi 2002’de siyaseten olgunlaştırdılar ve “koalisyon” hâlinde iktidarı devraldılar.

Mümtaz'er Türköne, İslamcılığın ithal bir ürün olduğunu Mısır deneyimleri ile anlatmaya çalışırken, bunun İslam’ı araçsallaştırdığını ve Müslümanlara zarar verici unsur olduğunu söylüyor. Ali Bulaç ise tartışmayı başlatan kişi olarak, Altın Çağ’a geri dönüşü ima eden bir İslamcılıktan bahsediyor. İslam’ın değerlerinin bir ve değişmez olduğundan yola çıkarak politik İslamcı duruşun tüm Müslümanların altında toplanacağı bir siyasi pozisyonu mümkün kılacağını anlıyorum bundan. O zaman tüm Müslümanlar sadece dünyayı anlamak ve inancı yaşama entegre etmekte değil, dünyayı ve ülkelerini yönetmekte de tek bir sistemde ittifak edebilirler.

Kulağa çok hoş geliyor. Ama bu pek mümkün değil. Bunu Türkiye deneyiminde de görmekteyiz. AK Parti, tam da bu türden bir yaklaşımı kırarak Türkiye partisi olabildi. Milli Görüş’ün eleştirisini yaparken, İslamcılığın yanlış veya doğru hâllerini Milli Görüş’ün İslamcılığını günah keçisi yaparak mı ispatlayacağız? Demem o ki, üretilen “İslamcılık” o veya bu hâlleriyle, iyi niyetinden bağımsız olarak kendi liderlerinin tercihleri ve İslam’ı yorumlama biçimleriyle sonsuz alternatiflerden birisi olacaktır. Bu anlamda AK Parti’nin siyasi tercihlerinin de yine İslamcılığın bir türü olduğunu kabul etmek gerekir.

İslamcı yorumların siyasete türlü türlü tahvil biçimlerini tehdit görmek ve mümkün olmayan bir teklik aramak, sadece Müslümanları birbirlerine düşman edecek bir potansiyel taşıyabilir. Düşman güçlü ve Müslümanlar muhalifken bu çatlamalar görünür olmaz. Ama bugün artık görünüyor. AK Parti’yi “İslami değerlerden saptı” diyerek bir kenara fırlatmak sadece kolaycılıktır. AK Parti evet bir merkez partisi hâline gelmiştir ve bu kaçınılmazdır. Zaten onun başarısındaki sır da kendi kalıplarını kırmakta, dünyaya ve Müslüman olmayanlara açılma kararı olmuştur. Şu an ustalık dönemini yaşayan bir parti olarak statükoya yakın, daha doğrusu kendi statükolarını kurma durumunda olmaları bu tesbiti hiçlemez.

Ama bir Müslüman olarak, bir dindar parti şöyle değil böyle olmalı deme hakkına sahipsiniz. AK Parti’ye rakip başka bir dindar parti oluşturmak da mümkündür. Ama bunu, en doğrusunu biz bulduk iddiasıyla yapmak, özcü, hayali bir tutumdur.

Tabii, bu tartışmaların en hayati konusu, kendi içinde kutsal bir teklik arayan “Müslümanların”, Türkiye’de yaşayan diğer, yani Müslümanlıktan neşet etmeyen siyasi tekliflere nasıl bir bakış açısı geliştirecekleridir. İslamcılığın kendi içinde çoğulculuğu dışlayan hâllerinin, bu noktada tamamen farklı tekliflere tepeden bakmayacağı, millet-i hâkime- tebaa formülüne yakın durmayacağı beklenebilir mi? Hele hele dindar iktidarda karşı konamaz bir güç birikmesi yaşanmışsa. Erdoğan’ın hâlleri ortadayken.

İslamcılık teklifi, acaba İslam’a ne kadar uygun, bir de bu soru var. Kürtaj meselesi mesela. Kürtaj tartışmasının İslami camiada kaç türlü değerlendirildiği ortadayken, bunların hepsinin de Kurani olduğu iddia edilirken, bunları teke indirip hangi Müslüman’a kabul ettirebileceksiniz? Diyelim ki bunu bir konuda başardınız. Müslüman olmayanlarla paylaştığınız bu ülke ve dünyada, bundan genel bir kural çıkarırken, eğer gücünüz de varsa, totaliterleşmeden ve “İslam’da zorlama yoktur”, “Günah işleme özgürlüğü” gibi kıstaslarla barışık hâlde nasıl uygulayacaksınız? Bırakın dindar olmayan koca bir dünyayı, din bir mümin için, aynı zamanda yanlış yapma özgürlüğü bedeline mahsuben güvence altına alan bir sistemdir. Bu olmasaydı müminin seçiminin bir değeri olmazdı.

Benim teklifim ise şu. İktidarda dindar bir parti olsun veya olmasın, İslamcılık denen pozisyona yakışan durum, muhalif olmaktır. Bu dindarlar iktidar olmasın, ülkeyi yönetmesin teklifi değildir. Hatta iktidarda dindar bir parti varken, tam da bugünkü durum bu muhaliflik pozisyonunun değeri ve önemi çok daha artmaktadır. Üstelik muhalif pozisyon, iktidar durumu gibi kısıtlı bir zamanı değil, tüm süreleri kapsar. Ben Musa, İsa ve Muhammed peygamberlere baktığımda, konformizme teslim olan iktidar liderleri değil, doğrular ve mazlumlar için ölümü göze alan ve doğru bildiğini yapmaktan sakınmayan güçlü muhalif örnekleri görmekteyim.

Eğer kaçırmadıysam, konunun bu yönü galiba tartışılmamıştı.


mesayan@markaresayan.com

Taraf, 20.08.2012

Son Güncelleme Tarihi: 21 Ağustos 2012 01:08

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0