Hasan Cemal: PKK, Baader-Meinhof çetesi değil

03 Ekim 2011 12:15  

 

Hasan Cemal: PKK, Baader-Meinhof çetesi değil

“Kara harekâtı ne işe yarayacak ki? Senin devlet olarak yaraları sarmaktan, acıyı dindirmekten başka çaren yoktur. PKK, Baader-Meinhof çetesideğil, Kızıl Tugaylar değil. PKK toplumun içinde.”

“Apo da haddini bilecek. Apo da haddini bilecek demek şudur. Eğer Apo, Kandil’e şöyle yapın diye olmayacak bir şey söylerse, Apo’nun karizması çizilir ve Apo etkisizleşir.”

“K. İrlanda’da önce siyasi parti Sinn Féin kuruldu. Sonra onlar IRA’yı kurdular. Burada ise öncelik PKK’dır. Önce PKK kuruldu. Kürt siyasilerin, PKK’ya rağmen hareket etmeleri mümkün değil.”

***

NEDEN HASAN CEMAL

PKK şiddeti tırmandırmadan önce Kandil’e giden son gazeteci olan Hasan Cemal, Kürt ve PKK sorununu her yönüyle en iyi izleyen ve bilen biri. Hasan Cemal bu konuda araştırmalar yapıyor ve kitaplar yazıyor. Kürt ve PKK meselesiyle ilgili son kitabı da Kürt Sorununa Yeni Bakış: Barışa Emanet Olun adıyla Everest Yayınları’ndan bugün piyasaya çıktı. Şiddetin iyice yükseldiği ve büyük acıların yaşandığı bir dönemde, bu konuda en iyi analizleri yapacak gazetecilerden biri olan Hasan Cemal’e Kürt ve PKK sorununun bugün geldiği noktayı ve son durumu sorduk. Bir kaç ay önce Kandil’den epey umutlu dönen Hasan Cemal, PKK’nın niye birden şiddeti yükselttiğini, “Bu işler silahla çözülmez” diyen Karayılan’ın neden tekrar savaş başlattığını, barıştan niye umudunu kestiğini, Kandil’in Öcalan’la çatışıp çatışmadığını, PKK’nın niye müzakereleri bırakıp savaşa dönmeyi tercih ettiğini, savaşla ne elde edeceğini düşündüğünü, neden özgürlük savaşçılığından terör eylemciliğine saptığını, çok istediği devrimci halk savaşını niye başlatamadığını, Kürt halkının ne istediğini, PKK’nın hangi koşullarda silahı bırakacağını, Meclis’e dönen BDP’nin nasıl bir politika izleyeceğini, devlet büyük bir saldıraya geçerse nelerin yaşanacağını, devletin hatalarını ve yeni anayasanın Kürt ve PKK sorununu çözüp çözmeyeceğini konuştuk.

***

NEŞE DÜZEL: Siz Kürt meselesini çok yakından izleyen ve derinliğine bilen bir yazarsınız. Bu konuda “Barışa Emanet Olun” isimli yeni bir kitap daha yazdınız. Kitabınızda Kandil’e yaptığınız son ziyaret ve Murat Karayılan’la görüşmeniz de var. Önce Karayılan’dan başlayalım. Nasıl biri sizce?

HASAN CEMAL: Karayılan’la, biri Mayıs 1999’da, diğeri Haziran 2011’de Kandil’de iki kez görüştüm. İkisinde de toplam beş altı saat geçirdik. Bir defa Türkçeyi aksansız konuşuyor. Gündemine hâkim bir adam. Liderlik kumaşı çok iyi. Nitekim süresi bittiği halde, başkanlıktan ayrılmasını istemediler. Bunun da kararı Öcalan’dan geliyor tabii.

Öcalan hayır dese, Karayılan KCK Başkanı olamaz mı?

Olamaz. Ama Öcalan’ın da neye hayır, neye evet diyeceğini iyi bilmesi lazım. Çünkü etkisizleşebilir. Bu yüzden Öcalan o dengelere dikkat ediyor. Öcalan’la Karayılan’ı mukayese edersem... Ki onunla da 1993’te Bekaa’da aynı evde iki gece kaldım ve toplam sekiz dokuz saat konuştum. Öcalan, egosu çok şişkin biri. Mesela oturduk, bana ilk söylediği söz, “İstanbul’a gidince Yaşar Kemal’e söyle gelsin, benim romanı yazsın” oldu. İkinci sözü de “Halep Metropolitiği bana, ‘Sen İsa gibisin’ dedi” oldu. Üçüncüsü de, “Ben dikte ederim, teybe alınır ve o kitap olur. Ben bir daha okumam. O, kitap olarak çıkar” dedi. Öcalan kendisiyle çok meşgul biri. Karayılan ise son derece mütevazı ve güler yüzlü biri.

Ölüm emirleri veren bir adamın karmaşık iç dünyasının işaretlerine rastladınız mı konuşurken? Rahatça adam öldürtecek biri gibi gözüküyor mu konuşurken?

Hayır. Ama unutmamak lazım. Elde silah savaşmış bir adam bu. PKK silahlı bir yeraltı örgütü. Elde silah dağa çıkıyor. TSK’nın subayını, askerini öldürüyor. Devletle iş yaptıkları için kendi Kürtlerini havaya uçuruyor...

Siz Kandil’den epey umutlu dönmüştünüz. Karayılan da bu işlerin silahla çözülemeyeceğini söylüyordu. Sizce sonra ne oldu da temmuzda birden PKK şiddeti yükseltti?

Şiddetin başlaması aslında Karayılan’ın söylediklerine çok ters düşmüyor. 25 haziranda Karayılan bana, “Türkiye toplumu da Kürt sorunun çözümüne artık öcü gibi bakmıyor. Pratik adımlar atılırsa barışın önü açılır” dedi ve bunları sıraladı. Şimdi devlete ve Başbakan Erdoğan’a dönüp, “Sen bunların hiçbirini yapmadın. Bazı yasa değişiklikleri yapacağına dair en ufak işaret vermedin. Birtakım pratik adımlar atıp Hatip Dicle dâhil hapisteki beş milletvekilini ve KCK tutuklularını serbest bırakabilirdin. Ama sen hiç kımıldamadın. Aksine...,”

Evet...

“Aksine şehirdeki adamlarımı içeri atmaya devam ediyorsun. Yasa değişikliği yapma sözü vermiyorsun. Bu durumda ben kadrolarımı tutamam” diyor ve basıyor düğmeye. “Ben de senin canını acıtacağım” diyor. “Benim bu gücüm var. Onun için ne yap, ne et pratik adımlar at. Ben de ateşkes yapayım. Oturup konuşalım” diyor.

Sizce gerçek neden bu mu?

Bunu bilmiyorum ama... Başbakan ne seçim sürecinde, ne de seçim sonrasında en ufak bir adım attı ve atmayacağını da belli etti. Hatta, “Ben olsam Apo’yu asardım” bile dedi. Aslında Erdoğan, 2009’da Habur’daki fiyaskodan itibaren ayağını barışın gaz pedalından usul usul çekti.

Eğer MİT-PKK müzakerelerinin ses kaydı internete düşmemiş olsaydı, böyle düşünebilirdik. Ama aynı Başbakan seçim kampanyası sırasında bile kendi özel temsilcisini gönderip PKK’yla müzakereleri sürdürdü. Bunu nasıl açıklamak gerekir?

Başbakan, bu işin arkasına iradesini koydu. Eğer siyasi kararlılık göstermemiş olsaydı, bu müzakereler yürümezdi. Bu müzakereleri neden yürütüyor? Zaman kazanmak için mi, PKK’yı yenmek için mi, oyalamak için mi, PKK’yı bölmek için mi? Hepsi olabilir. Ama tabii burada önemli olan devletin PKK realitesini kabul edip masaya oturmasıdır. Artık barış koşulları olgunlaştı. Bu saatten sonra iki taraf da birbirini silahla, şiddetle, dövüşerek yok edemez. Ne PKK kendi taleplerini devlete bu yolla kabul ettirebilir, ne de devlet dağlarda PKK’yı yok edebilir. Ben barış için umudumu koruyorum.

Peki, Karayılan neden umudunu kesti barıştan?

Kesmiş değil. Siyaset, şiddet yoluyla devam ediyor. Gelinen noktada PKK diyor ki, “Ey Erdoğan, benim, senin canını fena halde acıtacak bir gücüm var. Ben sana şiddetin ucunu göstermeye başlıyorum. Her gün üç, beş, altı şehit veriyorsun” diyor. Başbakan da, PKK’ya, “Sana pabucun ucuz olmadığını, pahalı olduğunu göstereceğim. Seni gelip ininde, Kandil’de vuracağım. Eli silah tutmuş olsa da olmasa da bütün adamlarını içeri atacağım, yargılayacağım. Sen de benim karşıma süklüm püklüm oturmaya mahkûm olacaksın” diyor. İki tarafın da birbirinin bileğini bükmek istediği böyle bir sürecin içindeyiz şimdi. Ama böyle bir süreçte PKK ne oluyor?

Ne oluyor?

PKK, kadrolarını “eliniz serbest” diye bıraktığında, bunlar gidiyor Batman’daki, Siirt’teki sivilleri de tarıyor. Bunu PKK kadrolarıyla konuştuğunuzda, “Biz özellikle sivillere dönük eylemlere karşıyız. Ama kontrol edemiyoruz” diyorlar. Bu bir mazeret değil. Büyük bir tehlike var burada. Erdoğan’a şiddetin ucunu göstereceğim diye böyle bir kör terörün içine dalmaya başlarsan, bir noktada dizginler elden çıkabilir ve Türkiye cehennem çukuruna yuvarlanabilir.

Sizce böyle bir ihtimal var mı?

PKK tarafına sorduğunuzda, “Hayır bu ihtimal yok. Biz kontrollü gideriz. Bunları da bir süre sonra engelleriz” diyorlar. Ama buna tam inanmıyorum. PKK’nın bu şiddet eylemleri, devletin buna karşı mücadelesiyle ve şiddetiyle biraraya gelirse fren boşalabilir ve Türkiye 90’lardakinden daha büyük bir şiddet sarmalının içinde bulur kendini yeniden. Böyle bir tehlike var. Ama bu tehlikenin sonunda ilk kareye tekrar dönülür. İlk kare, masaya oturmaktır. Başka türlü olmaz bu!

Özellikle son dönemde Öcalan’ın talimatlarıyla Kandil’in uygulamaları arasında ciddi bir farklılık ortaya çıktı. Kandil neden Öcalan’ın talimatlarına uymuyor artık?

Kandil’in, Öcalan’ın talimatlarına uymadığı konusu kesin değil. Çünkü ne derlerse desinler, son sözü söyleyecek olan Apo’dur. PKK’yı dağdan indirebilecek, ateşkesi sağlayabilecek olan yegâne otorite odur. Ama bir koşulla. Apo da haddini bilecek. Apo da haddini bilecek demek şudur. Eğer Apo, Kandil’e şöyle yapın diye olmayacak bir şey söylerse, Apo’nun karizması çizilir, etkisizleşir. Ama şunu bilmen lazım. Bugün Öcalan’a rağmen Kandil bir şey yapamaz. Geniş kitle açısından Apo bir efsanedir, büyük liderdir.

Eğer Öcalan’a rağmen Kandil bir şey yapamazsa, şiddetin arttırılmasını Öcalan mı istedi?

Karşımızda, “Gümbür gümbür bir savaş geliyor. Benden günah gitti. Çünkü bana şu kadar zamandır cevap vermediniz” diyen bir Öcalan da var unutmayın. Çünkü devlete yol haritaları veriyor. İlkini 2009’da veriyor. Sonra 2011 mayısında devlete tekrar bu yol haritasının bir özetini veriyor. Karayılan bana bunu madde madde açıkladı. “Biz, buna cevap bekliyoruz. Seçimler oldu ama hâlâ cevap gelmedi” dedi. Bütün bunlardan sonra bugünkü süreç başladı. O yüzden, “Kandil, Öcalan’a rağmen şiddeti başlattı” demek ne kadar gerçeği yansıtıyor kuşkum var. Öcalan’a rağmen başlatamaz. Biz şunu biliyor muyuz?

Neyi?

İmralı’da avukatlarla Öcalan karşılıklı oturuyorlar. Konuşmayı devletin oradaki temsilcisi de dinliyor ve konuşma teybe alınıyor. Bu konuşmanın şifrelerini, mesajların nasıl gidip geldiğini biliyor muyuz biz? Belki Öcalan’la avukatları, Aysel Tuğluk arasında yıllar içinde özel bir dil, bir iletişim oluştu. Bu dile göre de Kandil’e mesaj gidiyordur. Ben bunu Karayılan’a sordum. “Öcalan’ın ne düşündüğünden nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz” dedim. “Ee biz birbirimizle anlaşıyoruz. Bunca yıl sonra o kadar zor bir şey değil bu” dedi. Kendi aralarında ayrı bir dilleri var mı bilmiyoruz.

PKK’nın MİT’le müzakereler yaptığını artık biliyoruz. Bu müzakerelerin çok kapsamlı olduğunu da öğrendik. Neden bu müzakereleri terk ettiler?

Bu görüşmeler sadece Oslo’da değil, Kuzey Irak’ta Erbil’de de sürüyor. Öcalan’dan yol haritası istiyorlar. Aynı yol haritaları Kandil’e de gidiyor. Kandil görüşünü bildiriyor. Yani gözüken şu: Birtakım protokollerle ayrıntılı yol haritaları hazırlayan taraf Öcalan ve Kandil. Öcalan ve PKK, devlete, “Şöyle bir yol haritası izleyelim. Bunu izlersek, zaman içinde silah bırakır, dağdan ineriz. Sen de bize cevap ver” diyor. Buna cevap gelmiyor. Hükümet tarafı kendi cevabını hep gevşek tutuyor. Karayılan, “Bu taleplerimizin hiçbirine cevap alamadık” diyor. Aslında bu bir paket. Bu paketin bir köşesinde dağdakilerin nasıl affedileceği var. Öbür köşesinde de Öcalan’ın geleceği var. Paketin içinde ayrıca Kürtçe eğitim, Özerklik, yüzde 10 barajı, KCK tutuklamaları konuları da var. Erdoğan, buna cevap vermiyor.

Kandil, savaşla ne elde edeceğini düşünüyor?

Tabii ki Kandil’in kafasında devleti masaya oturtmak var. Yoksa savaşla, devleti yeneceğini düşünmüyor. Devlete, “Senin canını acıtırım” diyor. Devlet de ona, “Ben de senin canını acıtırım” diyor. Önemli olan, masaya oturmanın yolunu kısaltmaktır. Çünkü yolu kısaltmak, daha az acı çekilmesi ve daha az kan dökülmesi demektir.

Devlet büyük bir saldırıya geçerse ne olacak?

Savaş olur. Güneydoğu’da müthiş bir tutuklama dalgası halen devam ediyor. Bunların büyük çoğunluğu seçilmiş ve eline silah almamış insanlar. Ayrıca bombalamalar da sürüyor ve bir kara harekâtı için askerî tedbirler alınıyor. Eğer bu kara harekâtıyla birlikte, devletin içeride silahlı operasyonları da patlarsa, fren iyice boşalır. PKK’lılara sorduğumda, “Bizim frenimiz henüz boşalmadı” diyorlar. Fren boşalması demek, kontrolsüzlük demektir. Onlar, “kontrol hâlâ yok olmadı” iddiasındalar. “Ölüm timlerimiz de var” diyorlar. Karayılan da bunu söylüyor.

Kara harekâtı yapılır mı?

Yapılabilir ama bundan önceki kara harekâtları ne işe yaradı ki bu işe yarayacak? Mesele şudur, eğer bir örgüt kitlenin içinde kök salmışsa, şehirlerde örgütlenmişse, güçlenmişse, sen o örgütten 200, 300 kişiyi öldür, ânında o kadar adam tekrar oraya gider. Senin devlet olarak yaraları sarmaktan, acıları dindirmekten başka çaren yoktur. PKK, Baader-Meinhof çetesi değil. PKK, Kızıl Tugaylar değil. Toplumun içinde PKK. Yani PKK sadece PKK değil! PKK belediye demek, PKK sivil toplum demek... PKK, oralarda gazete ve televizyon demek, siyaset demek. Kuzey İrlanda sorunundan da farkı şu: Orada önce siyasi parti Sinn Féin kuruldu. Sonra onlar IRA’yı kurdular. Burada ise öncelik PKK’dır.

Önce PKK kuruldu. Sonra parti. Bu da siyasetçinin inisiyatif almasını çok sınırlıyor, değil mi?

Bugün Kürt siyasetçilerin, BDP’nin, belediye başkanlarının PKK’ya rağmen hareket etmelerini mümkün görmüyorum ben. Ama bu demek değil ki, bunlar PKK’nın her yaptığını onaylıyorlar, PKK’yla aralarında bir görüş ayrılığı yok. Aslında bu ilişki eleştirel bir ilişki. İnisiyatif Kandil’de ama, bu eleştirel ilişki bir noktada Kandil’i de etkiliyor. Mesela 2009’da DTP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldığında Apo, milletvekillerine “Meclis’ten çekilin” dedi.

Çekildiler...

Çekildiler ama Apo bir hafta sonra bu sözünü geri aldı. Türk basınında ve kendi kamuoyunda Apo yerden yere vuruldu ve kitle baskısıyla Apo sözünü tevil etmek ve milletvekillerine “Meclis’e girin” demek zorunda kaldı. Bunun anlamı şu. Ne Kandil, ne İmralı ne de Kürt siyasetçiler bir yerde kendi kamuoylarından bağımsız davranıyorlar. Ve bu Kürt kamuoyu artık barış istiyor. Bu ülkede barış artık olgunlaştı. Bugün Kürt siyasetçiler ve sivil toplum yöneticileri, PKK’ya ve genel politikalarına ciddi eleştiriler yöneltiyorlar. PKK’nın temmuzdan beri kabarttığı şiddet dalgası, Güneydoğu’da sokaktaki Kürtleri de, siyasetçileri de son derece rahatsız etti.

Silahlı örgütün bir numarası olan Karayılan da bu eleştirilerden çok rahatsız oldu ve PKK’nın sivil katliamlarını eleştiren sivil toplum kuruluşlarını susmaları için daha yeni uyardı. Öyle değil mi?

PKK, Kürtlerdeki barış özlemini görmezden gelirse, PKK’nın kör terörüne ve sivillere dönük şiddetini eleştirenlere tepki gösterirse ve bu eleştirileri anlamazlıktan gelirse –ki son günlerde bazı göstergeler ve Karayılan’ın bazı açıklamaları böyle olduğuna işaret ediyor–, bu durum, hem barışa bir darbe oluşturur hem de PKK’nın uğruna savaştığını söylediği davaya zarar verir. Kürt halkı barış istiyor. Ama şiddet ve silahı siyaset aracı olarak kullanan ve dağda yaşayan örgütleri bekleyen bir tehlike var. O da silahın, şiddetin ve dağın bu insanlarda bir hayat tarzı haline gelmesi.

Kandil’de bunu mu hissettiniz?

Bunu hayat tarzı olarak benimseyenler mutlaka var ama çoğunluk olacaklarını sanmıyorum. PKK’nın “genelkurmay başkanı” konumundaki eski komutanlarından Nizamettin Taş ve arkadaşları, 2004’te “Şiddet ve silahı bırakalım, dağdan inelim” diyorlar. Apo deliriyor ve bunları tasfiye ettiriyor. Apo neden deliriyor? Çünkü Apo ve dağın önde gelen komutanları kendi geleceklerini güvence altına almadan PKK’nın silah bırakmasını istemezler. Nizamettin Taş bana, “Hasan Cemal, çözüm diyorsan, bunun iki can alıcı noktası var” dedi.

Neler onlar?

“Biri Apo’nun geleceği, öbürü dağdaki önde gelen komutanların geleceği. Yani af. Bu iki şeyi içermeyen bir barış paketi yürümez. Çünkü Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Duran Kalkan, bunlar çok kolay bir barış planını, barış yolunu bir eylemle sabote edebilirler” dedi. Bu, şunu gösteriyor. Barış kolay iş değil. Barışın arkasına siyasi iradeyi koyacaksın ve öyle yürüyeceksin. Kuzey İrlanda’da müzakere süreci dokuz yıl sürüyor. Silahların ebediyen toprağa gömülmesi tam dokuz yıl alıyor. Sahici IRA, en önemli anlaşmanın imzalanmasının ertesi günü 29 kişinin öldüğü en büyük terör eylemini yapıyor.


PKK hangi koşularda silah bırakır sizce?

PKK’nın dağdan inmesi, nihai barışın olması birkaç yılda olmayacak kadar uzun bir süreç. Zaten benim önemsediğim de şu: Önce tetikten parmaklar çekilsin, insanlar ölmesin! Bunun olabilmesi için bir defa PKK eylem yapmayacak, mayın döşemeyecek, çatışma alanlarında dolaşmayacak. Askerin de operasyonu duracak. Yani bir fiili ateşkes ve eylemsizlik kararı olacak. Bunun bir koşulu yok. Bunun gerçekleşmesi için “biz yeniden masaya oturuyoruz” deme iradesi yeter. Erdoğan, “Dursunlar, durum değişir” diyor. Bundan daha açık bir şey olamaz. Devlet, “ben artık operasyon yapmayacağım” diye bir beyanda bulunmaz ki. İlk adımı atacak olan PKK’dır. Ben yeniden ateşkes, eylemsizlik ilan ediyorum der ve devlet de arkasından operasyonları durdurur. 2009 baharından Habur’a kadarki demokratik açılım sürecinde askerin operasyonu çok sınırlı kalmıştı.

PKK müzakereleri bırakıp savaşa dönmeyi tercih etti. Burada devletin hataları oldu mu?

Asker operasyonları bırakmadı, KCK tutuklamaları da sürdü. Oysa yasalarda ufak tefek değişikliklerle KCK’dan tutuklu olanların bir bölümünün serbest kalması ve tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılması mümkün olabilirdi. Bugün gene de PKK eylemsizlik kararını önkoşulsuz yeniden ilan etmek zorunda. Bu, sivil siyasi otoriteyi zorlar, gardını düşürür ve onu müzakere masasına çeker.

Kandil, başlattığı son saldırılarla bir devrimci halk savaşı başlatmayı hayal ediyordu. Devrimci halk savaşı halksız yapılmaz. Kürt halkı bugünkü şartlarda topyekûn bir iç savaşa girmek ister mi?

Hayır, Kürtler savaş istemiyor. Kürtler barış istiyor. Bunu Kandil de, İmralı da biliyor. Zaten Apo da, Karayılan da silahın ve şiddetin bittiğini biliyor. 2009’da da, 2011’de de söyledi bunu bana. “Bizim birtakım taleplerimizi kabul edin. Bunu da oturup konuşalım” diyor.

PKK savaşı dağlarda vermiyor artık. Şehirlerde tam anlamıyla terör örgütü gibi davranıyor. Neden özgürlük savaşçılığından terör eylemciliğine saptılar?
Özgürlük savaşçısıyız dedikleri dönemde de terör eylemine başvurdular. Hatta 90’larda daha çoktu. Sistemli bir biçimde öğretmen öldürdüler, köy basıp Kürtleri öldürdüler. 2009’da Diyarbakır’da öğrenci otobüsünü yaktılar. Karayılan, o zaman “Yanlış yaptık” dedi bana.

Karayılan, dağ ve şehir olmak üzere PKK’nın en tepesi. Neden gene aynı yanlışları yapıyor?

PKK’lılarla konuştuğunuzda birkaç izahla karşılaşıyorsunuz. “Düğmeye basıp harekete geçildiği zaman her şey kontrol altına alınamıyor. Öyle öfke dolu insanlar var ki, kör teröre başvurmayı umursamıyor” diyen de var. “PKK’nın içinde rahatlıkla taşeron olarak kullanılan unsurlar var. Bunları, İran, Suriye kullanıyor. O kullanıyor, bu kullanıyor” diyen de var. Nitekim Öcalan, “Bunları ancak ben kontrol altına alabilirim. Beni daha serbest bırakın ki ben bunlarla günlük olarak temas edeyim” diyor.

Meclis’i önce boykot eden BDP şimdi Meclis’e döndü. BDP’nin siyaseti ne?

BDP, bugüne dek Kürtlere verilmeyen hakları yeni anayasa yoluyla almaya çalışacaktır. Talepleri Meclis çatısı altında dile getirecektir.

Anayasa Kürt sorununu çözer mi?

Çözmez ama Kürt sorununda barışın yolunu açar. Eğer yeni anayasada vatandaşlık tarifi Türk üzerinden yapılmazsa, Kürtçe eğitimin ve yerel yönetimleri güçlendiren modelin önü kapatılmazsa, yeni anayasa Kürt sorununa çözüm yolunu açmış demektir. Bugün biz hâlâ Kürtçe eğitim olsun mu olmasın mı diye konuşuyoruz. Ayıptır bu! Kürt var, Kürt dili var ama Kürtçe eğitim olmayacak! Kürtçe eğitim olacak! Bir sürü yolu var bunun. İlk aşamada Kürtçe, devlet okullarına seçimlik ders olarak konur. Arkasından yeni bir model getirilir ve özel okullarda Kürtçe eğitim olur.

Anayasa PKK sorununu çözer mi?

Çözümünün yolunu açar. Diğer yanda, “pratik adımlar” denen de atla deve değil zaten. Bir, Apo’nun hapishane koşullarının iyileştirilmesi. İleriye dönük birtakım sözler de verilebilir. İki, Terörle Mücadele ve Ceza Kanunlarında yapılacak bazı değişikliklerle tutuklu KCK’lıların önemli bir bölümü ve tutuklu milletvekilleri serbest kalabilir. Üç, KCK operasyonları durur. Dört, mahkemede Kürtçe savunma sorunu çözülür. Böyle bir iki adımın atılması ve yumuşama mesajının verilmesi sonucunda PKK mecburen eylemsizlik ilan edebilir. Bir de Apo iki buçuk aydır avukatlarıyla görüştürülmüyor. Bu yasağın kaldırılması gerekiyor. Bu çok yanlış bir şey...

neseduzel@gmail.com

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0