Gelin artık tarih yapalım - Nabi Yağcı

27 Temmuz 2009 12:18  

 

Gelin artık tarih yapalım - Nabi Yağcı

Politika soğuyunca tarih olur. Fakat eğer tarihin sorunları hiç çözülmeden sürekli önümüze geliyor, toplumumuzun değişik kuşakları dolap beygiri gibi hep aynı politik gündemi yaşamayı sürdürüyorsa politika soğuyup tarih olamıyor demektir. Politik olan, ruhunu tarihe teslim edemez bir türlü, can çekişip durur. Politikaya gözümü açtığımda Kürt sorunu vardı, kapatacağız yine var, din-laiklik, asker-sivil sorunları da öyle. Uzun, bitmeyen bir “bugün” yaşıyor gibiyiz. Tersinden bakıp, sorunları çözemediğimiz için tarihe hapsolduğumuz da söylenebilir.

Tarih olmayınca tarihten öğrenmek, ders almak da söz konusu olamıyor. Dolap beygiri olmak da zaten bu demek. At gözlüğü takarlar ki, zavallı beygirler yalnızca atacağı adımı görsün, nafile turlar attığını anlamasın. Öyle oluyor. At gözlüğüyle gözümüzü kapattıklarında aklımız değil, duygularımız keskinleşiyor, el yordamıyla karanlıkta yürüyenler gibi korkularımız, içgüdülerimiz bize hâkim oluyor. Her an bir çukura düşmek, uçurumdan yuvarlanmak, bir kayaya çarpmak tehlikesi içinde olduğumuzu sanıyoruz. Böcekleşiyoruz.

At gözlüğü dediğim şey tarih bilincinin yokluğudur. Başka deyişle ilkel resimlerde olduğu gibi perspektif duygusunun yokluğu. Şimdi bize basit gibi gelen bu duygu, örneğin antik Yunan heykelinde bir ayağın bir karış geriye çekilmesi tarihsel birikimin, heykel ustaları arasında dinsel önyargıların da karıştığı uzun yıllar süren kavgaların sonucunda gerçekleşebilmişti.

Ukalalık ettiğim için beni bağışlayın. Bilinç lâfını artık pek sevmemekle birlikte başka tür ifade edemedim, tarih bilincinin kaynağı bir yandan gerçek tarih bilgisi diğer yandan ise soğuyunca tarih olacak olan kendi deneylerimizdir. Ama cumhuriyet kuşakları bu iki kaynaktan da yoksun olarak büyüdüler.

Fakat bugünümüzün artık farklılaştığına dikkat edelim. İlk kez toplum olarak tarih yapma fırsatımız var. Ama bu hepimize bağlı. Eğer başarabilirsek, diyelim yirmi, otuz yıl sonra bir tarihçi bugüne bakarak acaba ne der? Şunu diyebilecek mi? “Bu kuşaklar toplum olarak ilk kez kendi sorunlarını kendilerinin çözebileceği yolları buldular.”

Ulus-devletlerin mutlak otoritesini zayıflatan bugünkü konjonktür nesnel olarak bu fırsatı tanıyor bize. Öte yandan içeride 1930’ların totaliter rejim anlayışı can çekişiyor. Yanı sıra bugünün genç kuşakları bizlerin sahip olamadığı şansa sahipler: Resmî tarihi didik didik eden tarihçiler, tarih araştırmacıları var. Görüyoruz, yalnızca Taraf’ı alsak bile, Halil Berktay köşesinde iğneyle kuyu kazarak tarihî gerçekleri gün ışığına çıkartmaya uğraşıyor, Ayşe Hür merakla izlediğimiz araştırmacı tarih yazılarıyla her hafta katkısını yapıyor. Sevan Nişanyan çok zevkli öğretici biçimde sözcüklerin tarihini eşeliyor. Tarihçi, araştırmacı, ekonomist, sosyolog, felsefeci pek çok yazar medyada neredeyse her gün toplumsal sorunlarımızın derindeki veya örtük nedenlerini görmemizi sağlıyor. Geçmişte böylesi bir şansa hiç sahip değildik. Dar bir siyaset alanında cahilce ama inanarak top koşturuyorduk. Fakat acaba bu çabalara hak ettiği değeri veriyor muyuz bugün, entelektüel bir merakla izliyor muyuz?

Günümüzde siyaset alanı yalnızca siyasetçilere bırakılamayacak kadar fiilen genişledi. Farklı düşünenlerin düşüncelerini açıklama şansı dün ile kıyaslanamaz ölçüde arttı. Baskıların olmadığını söylemiyorum. 1 Mayıs Taksim’de de gördük, en son harçları protesto eden gençlere yönelik polis baskısında da görüyoruz, başka örnekler de var, ama bütün bunlar muhalif düşünce ve eylemlerimizi yükseltmemize engel değil. Yeter ki, yalnızca muhalefet etmenin ötesinde içinde bulunduğumuz koşulların, sivil toplum olarak duruma müdahale edip değiştirme, değişime aktif katılarak sorunların kapalı kapılar arkasında çözülmesine imkân vermeme şansını bize tanıdığını fark edelim.

Şimdi Kürt sorunu yeniden önümüzde, dünden farklı olarak “çözümü artık mümkün bir sorun” olarak duruyor. Ama mümkün olması mutlak çözülecek anlamına gelmiyor. Kolay olmayacak ama bazı şeyler değişecek, bu kesin. İkincisi, çözüm için atılacak adımların tarafların hiç birini bütünüyle tatmin edemeyeceği de kesin. Ancak hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı, sürümeyeceği hepsinden fazla kesin.

Çözüm formüllerinden önce soruna bakış açısını önemsiyorum. Toptancı yani “ya hep ya hiç” mantığıyla, devletin minimalist yani en azını vererek kurtulma mantığı arasında sıkışma tehlikesi var. Çözümü güçleştirecek böylesi bir sıkışmadan kurtulabilmek için bakış açımızı tarihsel bir perspektife oturtmak zorundayız. Ne demek istiyorum?

Tek bir adımda her şey çözüme kavuşmayacak ama atılacak adımlar öyle olabilmeli ki, yarın Kürt sorunu hiç el atılmamış yepyeni bir sorun gibi önümüze tekraren gelmesin. Aldığımız yoldaki çözüm deneylerimiz, gelecekteki yeni adımlara yardım etsin. Bu dediğimin somut olarak ne anlama geldiğini ise gelecek yazıma bırakıyorum.

Büyük lâf ama şiddetle öyle duyduğum için etmekten kaçınamıyorum: Tarih yapma zamanını yaşadığımızı düşünüyorum.

Yeter ki, at gözlüklerinden kurtulalım.

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0