Bir yetmez ama evet daha - Kerem Altan

28 Şubat 2014 12:44  

 

Bir yetmez ama evet daha - Kerem Altan

Herhangi bir yanlış anlamaya mahal vermemek için "Bilal'e anlatır gibi anlatacağım". 

Pazartesi sabahı gazeteleri elime alıp, hükümetin iki gazetesinde binlerce kişininin cemaat tarafından dinlendiğini iddia eden habere rastladığımda hiç tereddüt etmeden, fazla sorgulama gereği duymadan haberin doğruluğuna inandım. 

Ne dehşete kapıldım, ne de şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum.

İktidar yanlısı değilim ama aptal da değilim. Ne zamanlamayı dert ettim, ne de o gazetelerin kirli geçmişini.

“Dinlemişlerdir” dedim. Bakalım daha neler dökülecek ortaya diye meraklandım sadece.

Fakat çoğu hükümet yazarı gibi de iki yüzlü davranmayacağım. Ortada 75 milyon insanın attığı her adımın kayda geçmesini sağlayacak MİT yasası varken, "Bu kadar da olmaz. İşte gördünüz cemaatin ne kadar da korkunç bir yapılanma olduğunu. İktidar masum, her kötülüğün başı cemaat" gibi bir kurnazlığa da sapmayacağım. 

Bu, Başbakan için çalışan algı mühendislerinin işi. Zaten onlar da utanmadan bir yandan ellerinden geldiğince MİT yasasını alkışlayıp, bir yandan da dinleme skandalını gündemde tutarak iki yüzlülüklerini dosta düşmana göstermeye devam ediyorlar.

Bu ikisinden birine karşı çıkılıp diğeri nasıl desteklenebilir? Binlerce insanın dinlenmesi kınanırken, devletin milyonlarca insanı av hayvanı gibi izlemesini sağlayacak bir zorbalığı benimsemesi nasıl onaylanabilir? Bu, iki yüzlülükten başka nedir?

Birkaç gün daha gündemin bu dinleme skandalıyla ve bu tür tartışmalarla meşgul olacağını düşünürken aynı günün akşamı telefonuma "Başbakan'la oğlunun ses kaydını dinledin mi?" diye bir mesaj geldi.

Böyle yazınca söz konusu mesaj sanki “karanlık odaklardan” gelmiş gibi oldu ama merak etmeyin sadece ses kayıtlarını dinleyen ve duydukları karşısında heyecanını paylaşmak isteyen sade bir vatandaştı mesajı yollayan.

Hemen kendisini aradım ve kayıtların içeriğiyle ilgili soru yağmuruna tuttum.

"Korkunç, korkunç" diyor ve hemen dinlemem gerektiğini söylüyordu. 

Telefonu kapatırken şunu da ekledi: "İnsanın her şeye rağmen içi burkuluyor. Başbakan bu hale düşmemeliydi. Yazık!"

Eve döner dönmez ses kayıtlarını bulup dinlemeye başladım.  

Kaydın ortalarına doğru biraz önceki telefonun da etkisiyle benim de içimi bir hüzün kapladı. 

Başbakan'ın sesindeki panikten, bu işlere gerçekten bulaştığını gösteren "talihsiz" cümlelerden ve özellikle de oğluna gösterdiği takdire şayan sabırdan etkilendim sanırım. 

Fakat hüzün bulutlarını hemen dağıttım...

Çünkü Ali İsmail Korkmaz'ı hatırladım...

Berkin Elvan'ı hatırladım... 

Başucunda uyanmasını bekleyen ailesini hatırladım...

Abdullah Cömert'i hatırladım, Mehmet Ayvalıtaş'ı hatırladım, Ethem Sarısülük'ü hatırladım, Ahmet Atakan'ı hatırladım...

Başbakan'ın, "O polislere emri ben verdim" diye övünmesini hatırladım...

Gezi olaylarında Başbakan'ın polislerinin bu ülkenin insanlarına neler yaptıklarını hatırladım...

Başbakan'ın Kabataş ve cami yalanlarıyla bu ülkenin insanlarını nasıl birbirine kırdırmaya çalıştığını hatırladım...

Melih Gökçek'in Ethem Sarısülük'ün öldürüldüğü yere astırdığı pankartı hatırladım...

Egemen Bağış'ın o polislere verdiği "moral yemeğini" hatırladım...

Roboski'yi hatırladım...

Başbakan'ın "tazminatsa tazminat" diyerek ölümleri küçümsemesini hatırladım...

Söz verdiği halde 34 insanı öldürenlerin “Ankara'nın karanlık dehlizlerinde” kaybolmasına nasıl izin verdiğini hatırladım...

Kirli kalemleriyle birlikte, bu ülkede en korkunç acıları çekmiş Kürtleri “barış süreci” diye umutlandırıp hiçbir somut adım atmamasını hatırladım...

Başbakan'a seslerini duyurabilmek için ölüm orucuna yatan Van'lıları hatırladım...

Müteahhitlere milyon dolarlık ihaleler peşkeş çekilirken o insanların evsiz barksız bırakılmasını hatırladım...

Hatırladıkça hatırladım... 

Ve ondan sonra gönül rahatlığıyla "sıfırladım" kendimi. 

Dedim ki kendi kendime; yetmez ama evet. Umarım Başbakan'ın düştüğü bu durum sadece başlangıçtır. Umarım bütün suçları kanıtlarıyla birlikte ortaya çıkar. Umarım halkımız bu yapılanları unutmaz.

Umarım öldürttüklerinin, süründürdüklerinin, ağlattıklarının, kırdıklarının, kızdırdıklarının, işsiz bıraktıklarının ve kandırdıklarının ahı yerde kalmaz.

Umarım yaptıklarının hesabını yargının önünde vermeden bu işten sıyrılamaz.

Biz de bu ülkede de adalet diye bir şey olabileceğini görürüz.

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0