SİNEMAMIZ İFTİHARLA SUNAR

07 Mart 2023 23:20 / 710 kez okundu!

 

 

"Saadet partisi önünde ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ sloganı  atılıyor…

Düğün evi defçisi, ölü evi yasçısı bi hamfendi bir gün önce kükreyip masa tekmelerken, mahsun, yorgun, yatıştırıcı verilmiş hasta yüzüyle ve esasen gene aklındaki tilkilerle “aceba daha ne yapsam yakışır?” ifadesiyle ve âdeta kaynana kurnazlığıyla metazori geri getirildiği masa fotoğrafında dineliyor."

 

****

 

SİNEMAMIZ İFTİHARLA SUNAR…

 

Meral Akşener'in yüzü asıktı bildiride 'uygun göreceği zamanda' sürprizi

 

Bir bu manşet düştü kalbime son günlerde bir de şu şarkı: 

'Ağlama yüreğim yar gelmez / gelse de artık fark etmez…

Ah, kaçıncı darbe bu… Ah bu kaçıncı perde…’


Nasıl cuk oturdu sözler, son günlerde izlemek zorunda bırakıldığımız orta oyununa…

Saadet partisi önünde ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ sloganı  atılıyor…

Düğün evi defçisi, ölü evi yasçısı bi hamfendi bir gün önce kükreyip masa tekmelerken, mahsun, yorgun, yatıştırıcı verilmiş hasta yüzüyle ve esasen gene aklındaki tilkilerle “aceba daha ne yapsam yakışır?” ifadesiyle ve âdeta kaynana kurnazlığıyla metazori geri getirildiği masa fotoğrafında dineliyor.

Dinelse n’oolur, cin fikirli olsa n’oolur? Duruşundaki garabeti, yıkıcılığını, nezaketsiz siyasi dilini yuttu mu, yuttu. Birileri kopardı mı o dili? Kopardı. Geçmiş olsun. Bundan sonra ne ona bi faide, ne memlekete…

Fetöcü firari bir Genç, açıkça tüyo veriyor, iki büyükşehir belediye başkanın başkan yardımcısı yapılmasını.

HDP kollarını açmış ‘geel geeel kim olursan geel, bin kere tevbeni ve ağzını bozmuş olsan, gene geel‘ diyor, öpecek mi ısıracak mı bilinmez?

Çeyrek partiler istediğini fazlasıyla almış olma rehavetinde, davasına ihanet eden, kendi önerdiği ve esasen hak ettiği yüze tükürülmeyi Nisan yağmuru sanarak mutlu olurken…

“ODTÜ’yü bitirdi diye seçmenden kat kat akıllı olduğu sanılıp söylenen” adı gerekmezyan metazori damat edasıyla kuyruklu İngiliz ceketiyle her resme girmek için ordan oraya gezinirken…

Yangınlar yiğidi, şimdi dizleri tutmaz bi lider, kimse de engin daldan murt yemiyor anacım, bunların alayı lider, demokrasi nutukları atıyor…

Gergin ve gezgin avukat bey kükreyemeyip diş gıcırdatırken, (ki, kendisinin "asıl adayım Ekrem’di ama ben Mansur’un da adını verdim, yoksa Mansur’un aday olmayacağını ben de biliyorum” dediğine gönderme yaparak, hamfendi için “beni bu yarışa sokup bitirmek istiyor” dediği de söyleniyormuş, kulislerde…Hoş, aynı zat “masa beni aday gösterirse görev sayarım” dedikten hemen sonra, “demecim yanlış anlaşıldı, adayım sizsiniz” dedi mi demedi mi Kılıçtar'a?)

Allahım… Neydi günahım? Yani milletçe biz bunları hak edecek ne yaptık?

Bir şey yapmadık, sorun da bu zaten…1977 seçimlerinde Güneş motel iktidarı için Ecevit pazarlıkla 11 milletvekili satın aldığında ve hepsine bakanlık bahşettiğinde seyretmekle yetinmedik mi, hesabını sormayarak?

Memleket harici mekteplerde ilim tahsil eden, fekat yönettiği şehirdeki otobüsleri yürütemeyen, tee en uzak kentin deprem yaralarını saracağını iddia ederken, siyaseti 10 Kasımlarda dansetmek zannederken…

Müdür bey yürütme sloganlarla ve eline yazılıp verilse de okuyamadığı nutuklarla dineliyorkene… Son günlerde bir huy edindi, Erdoğan’a pek yakışan sağ elini kalbi üstüne götürerek verdiği engin gönüllü selamı vermek, sana yakışmıyor be abi, pek çok şeyin yakışmayıp üstünde ağladığı gibi. (Allah göstermesin, ya eline verilen yazılı metni bile okuyamadığı gibi, ‘elinizi kalbinize koyun’, dediklerinde kalbin yerini şaşırıp münasebetsiz yerine koyarsa? Ama, fekat reca ederim, anladığınız ve sandığınız gibi değil, kulağının arkasına, boynuna, başının üstüne, karnına koyarsa demeyi kastettim ben, siz ard niyetle böyle anlamış olabilirsiniz)

“Bizim açımızdan dünle bugün arasında bi fark yok” buyurdu, duayen gasteci Altaylı, Meral hanım kumpasından sonra. Bu programcılar, köşe yazıcılar, dünün kendine devrimci diyen bugünün her duruma uyan, her isteneni söyleyen, akıldanelikleri kendinden menkul yanar dönerlerin yazıları ibretlik… Utanıp sıkılmadan hep aynı şekilde konuşuyorlar, “süresini çoktan doldurmuş bu iktidar… Dış ülkelerle papaz olmuşlar… Ekonomi batmış zaten… Tek adam diktası… Barış lazım, barış, yirmi yıl yetmedi mi tek adamın siyasi hırsına, çek git kardeşim, istifa diye bi kurum var, niye gitmiyosun başımızdan?”

Bunlar ilerici… Bunlar çağdaş… Kürem kürem akıl sahibi olduklarına inanmışlar, ne fiziken dik durabiliyorlar ne fikren… Yaşlandı, bitti tükendi, iki büklüm, günleri sayılı dedikleri Erdoğan’dan hem yaşça büyükler hem harabiyetleri onunkine on basar… Yüzsüz olmaları cabası…

Face konsomatrislerini saymıyorum, ki esasında bu tür köşeciyle kiminin mesleği aynı, ekmek parası için mesleğini yapan namuslu konsomatrisler bunun dışında…

Dağdakiler buyuruyorkine, “AKP’nin seçimi kaybedeceği netleşti (nasıl ölçtülerse?) Herkes yeni bir yönetim ve demokratik geleceğe hazır olsun. HDP bu oluşumun parçasıdır”

Halk bu yoruma gışşiiiik deyip geçer efendi…

“Bir yıl boyu oturduğu eğri bacaklı masayı, kumar masası, noter masası, kuyruklu yalanlar masası diyerek, önce devirip, sonra zoru görünce tekrar oturanlar, ilkesizlik ve yüzsüzlük numuneleridir” der, devletlu yönetici Devlet Bahçeli.

Sosyal medyada gırlanın bini bi para… Biri paylaşmış (sayın E.M), “gerçi 23 Nisan’a çok var ama, ben artık Cumhurbaşkanı oldum” (İznini almadığım için adını yazmadığımı hoşgörsün) bir hanımefendi “haftanın bir günü sırayla Cumhurbaşkanı olacakmış hepsi, böyle mutabakata varmışlar” demiş, Pazar günü de halk vekalet edecekmiş Cumhurbaşkanlığına…

HDP vekilinin çağrısına uyarak sinesine koştuklarında sayı 7 oluyor ama, ya hafta 8 güne çıkarılsın, halkın Cumhurbaşkanlığına vekalet edebilmesi için ya da halk görmezden gelinsin…

Nedim Şener ne güzel yazmış, onun meslek büyüğü olan köşeciler ibret alsın, kalmış ise utanma duyguları miktar-ı kafide utansınlar, “Büyük analizler yapmaya gerek yok, varsa yoksa, amaç, toplama işlemi üzerinden oluşan bir ittifakı ayakta tutmak. Ama siyasette matematik hesabı toplama işleminin parçası olursanız, bi bakarsınız bir gün çıkarma ya da bölme işleminin parçası da olursunuz. Bir vatandaş olarak siyasetin matematik değil, vatandaşla fiziksel, duygusal temas kurma işi olduğunu biliyorum…”

Sayın H. Basri Yalçın’ın dünkü Sabah’taki “Muhalefetin Yas Süreci” yazısını da okuyun.

Ekran üstünden yüz okumaktan yana değilim, yanıltıcı çünkü. Tamam, babası nişanı bozan gelin kız yüzü takındı takınmasına, ama, ‘hem takıları vermesem hem oğlanı nasıl geri getirsem,?’bunu düşünüyor bence ve bu görüntü de oyun içre oyun…

***

Bizim Eşrefpaşa’daki evimizde bi kiracımız vardı, 60 yıl önce…Oranın kirasıyla K.Yaka’daki kira evimizi ödüyorduk. İlk birkaç aydan sonra kira gelmez oldu. Annem beni yanına alarak eve gitti. Kapıda bir kurt köpek, iç antreye zincirli… İçerde, kırmızı objelerle süslenmiş perdelerle gölgelenmiş salon, duvarda siyah kılıfı içinde asılı ud… Singer dikiş makinası, iki dünya güzeli kız, sözümona bu makinada nakış yapıyor, çeyiz işi alıyorlar. Anne şen şakrak, geçgin ama camii yıkılsa mihrab yerinde. Başlarında gariban bir baba, arzuhalciymiş, aa şimdi düşündüm vallahi, malum birine de çok benziyor, elinde evrak çantasıyla gece geç gelip sabah erken çıkıyormuş, meğer maaşlı koca ve babaymış. Biz otururken iki odanın kapısı sırayla açıldı, kızların yalnız başları göründü, hemen kapandı. Komşuların anlattığıdır, ev malum iş yerine çevrilmiş, her akşam farklı bey’fendiler gelir gider, kimi Ali Galip’ten kutu yaptırır gelir, kimi Baltalı kasaptan kıyma, et getirir, muhabbet edilir, mangal yapılırmış, sonrası iyilik hoşluk can sağlığı… Mahkeme yıllarca sürdü, bu arada arzuhalci hikayeden çekti gitti, birikmiş kira alınamadı, ev şartlandı, günahlardan arınsın diye. Bu fakir hikayeci olunca Kiracı'yı yazdı, ki en sevdiği hikayelerindendir… Yaşadığımız günler bu hikayeye nasıl da benziyor…

Çok kalmadı şunun şurasında… O zamana dek çadır tiyatrosu da sinemamız da iftiharla sunacak, seyirci kısmen inanır görünecek, çoğunluk, lay lay lom yapan yerine işini iyi yapan ve ülkesine yol aldıran, deprem yıkımını düze çıkarmakta olan siyasetçi ve sahici liderin peşinden gidecek. Küsenekler başka oyuna geçecek, küçük çaplarıyla büyük mal kaldırmak derdinde olanlar bildiğini işleyecek, ahali bakıp görecek, ibret alacak, hak edenlere yuh çekip, işini iyi yapanları alkışlayacak ve hakkını teslim edecek. Şiirini, şarkısını, piyanosunu, sahnesini ideolojisine kurban eden zavallılara gülüp geçecek…

Yangına körükle giden, basit senaryo ve küçük oyuncularla büyük film çevirdiğini sanan, dönmek fıtratında olan ham’fendi için, "ağlama yüreğim yar gelmez, gelse de artık fark etmez" şarkısı çalacak.

Ülke çala çala bir havaya dönecek, doğru havaya…

Bu günlerden benim aklımda şu fotoğraf kalacak, renkli de değil üstelik, siyah beyaz, yarın kadınlar günü bildiğiniz gibi, sayın Akşener ve sayın Selvi Kılıçtaroğlu'nun duruşu ve yüzü… İkisi de yorgun, bitkin, süzgün, bıkıp usanmış, durdukları yerden bin pişman, o fotoğraftan biran önce çıkmak istercesine…

Figüranlar ve suflörle bile işi götüremeyenleri değil, esaslıları sunuyor, sunacak sinemamız, iftiharla…


Ayşe KİLİMCİ

06.03.2023

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.