Savaş Tamtamları Çalarken Lysistrata'yı Hatırlamak - Ayşe Hür

22 Haziran 2007 13:54 / 2627 kez okundu!

 

“Peki Kuzey Irak'a bir operasyon yapılmalı mı? Yapılmalı. Olayın iki boyutu var. Birincisi sadece asker olarak baktığım zaman, evet yapılmalı. Fayda sağlar mı? Evet, sağlar”… “İçeri girip sadece PKK ile mi uğraşacağız yoksa Barzani

Lysistrata, Peloponnes Savaşları’nın en hararetli yıllarında, kardeş kavgasının hüküm sürdüğü Atina’nın çöküş dönemini yaşamış büyük komedi ustası Aristofanes’in (M.Ö.448-388) Akharnalılar, Eirene (Barış) ve Lysistrata adlı üçlemesinin en ünlü eseri. Dilimize Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu tarafından kazandırılan Lysistrata’da, Atina ve Sparta arasındaki bitmek tükenmez savaşa son vermek için Lysistrata adlı güzel Atinalı kadının öncülüğünde toplanan Atinalı ev kadınlarının politik duruma müdahale ederek erkekleri savaştan vazgeçirmeye çalışmaları esprili bir dille anlatılır. Hikayeye göre kadınlar Akropolis tepesini ve burada saklanan şehir hazinesini ele geçirirler. Ardından rakip Sparta şehir devletindeki kadınlarla işbirliği yaparlar. Planları basit ama cüretkardır: Kadınlar erkeklerini savaşa son vermeye razı etmek için cinsel grev yapacaklardır. Birlikte yemin ederler: “İster koca, ister dost, dünyada hiçbir erkeğe kendimi vermeyeceğim/Koynuma erkek girmeyecek/Açılıp saçılacağım, süsleneceğim/Erkeğim benim için yanıp tutuşacak/Yine de kendi isteğimle teslim olmayacağım/Zor kullanacak olursa/Zorluk çıkaracağım ve taş gibi katı olacağım/Bacaklarımı kaldırmayacağım/Mart kedisine dönmeyeceğim/Yeminimi tutmazsam, bu şaraptan içmek nasip olmasın/Yeminimi bozarsam, bu kasedeki şarap su olsun!”


Sonuçta, Spartalı erkekler pes ederler ve “Halimiz berbat. Barış istiyoruz. Bütün şartlar kabul” diyerek sulh isterler. Yiyecek sepetleri ortaya çıkar, şaraplar açılır; kocalar karılarına, karılar kocalarına sokulur. Barış dediğin de başka nedir ki!



Ilk kez MÖ 411'de Atina'da Lenaia festivalinde sahnelenen eser, yukarıdaki yeminden de anlaşılacağı üzere, aslında gayet kaba ve açık saçık bir dille yazılmıştır ancak bunun dönemin komedi tarzında çok doğal olduğu bilinir. Eserdeki kadın kahramanlar arasında duygu ve düşüncelerini özgürce dile getirenler, içki içip sarhoş olanlar, yalnız başına düşman hatlarının arkasına geçenler de vardır. Ancak bütün bu sıradışı davranışlar arasında en çok "kadınların erkekleri cinsel ilişkiden mahrum etme yöntemiyle yola getirebilmeleri" meselesi ilgi çeker ve çeşitli dönemlerde hikayelere, tiyatro eserlerine, esprilere konu olur. (Hatta 2001 yılında Manavgat'a bağlı Sırtköy'lü kadınların kocalarını köye su getirmeye mecbur etmek için "yatağı yasaklamaları" Almanların ünlü Der Spiegel dergisi tarafindan Lysistrata'daki taktiklerin başarılı bir uyarlaması olarak nitelenmişti.) Şaka bir yana bu efsanede anlatıldığı gibi tarihin bu "ilk cinsel direnişi" başarıya ulaşmış mıydı, yani Atinalı kadınların erkeklerini savaştan vazgeçirtecek "yaptırım güçleri" var mıydı? Yoksa tüm hikaye Aristophanes'in Atinalı kadınlarla ilgili bir eğretilemesi mi idi? Bu sorulara yanıt verebilmek için önce Atinalı kadınların sosyal yaşamdaki yerini gözden geçirmek gerekir.



Atinalı Kadınların Durumu


Aslına bakarsanız Atinalı kadınlar sosyal yaşamda ve karı-koca ilişkilerinde çok güçlü bir konuma sahip değillerdi. O dönemde kadınların hareket özgürlüğünü sınırlayan bir çok düzenleme söz konusuydu. 14-15 yaşlarında "görücü" usulüyle evlenen Atinalı kadınlar, evliliklerinin ilk yıllarını, özellikle de çocuk doğuruncaya kadarki dönemi, evde kayınvalidelerinin sıkı gözetimi altında geçirirdi. Evli bir kadın sokağa ancak bir köle kadının ya da daha yaşlı bir kadının eşliğinde çıkabilirdi. Kadınların tiyatroya, çarşıya ya da sportif etkinliklere seyirci olarak katılmaları düşünülmezdi bile. Sadece bazı festivallere, cenazelere, düğünlere ve dinsel ayinlere katılabilirlerdi. Elbette bu sınırlamalar esas olarak doğacak çocukların nesepleri konusunda herhangi bir şüpheye mahal vermemek için, kadının eş ya da kız evlat olarak aile dışındaki erkeklerle ilişkilerini engellemek amacını taşıyordu. Neyseki bu kısıtlamalara katlanmanın ödülü olarak, mülklerin yönetimini ellerinde tutmak ve bunlar için yasal varisler doğurmakla şereflendirilmişlerdi! Nitekim ünlü hatip Demosthenes (MÖ 384-322) bir söylevinde şöyle der: "Metresler zevk içindirler, vücutların günlük hizmetleri içindirler, fakat karılar yasal çocuklar doğurmak ve evlerin sadık koruyucuları olmak içindir." Kısacası Atinalı kadınlar Atinalı bir erkeğin hayatında cinsellik bağlamında değil daha çok toplumsal düzenin sürdürülmesi bağlamında yer alıyordu. Atinalı kadınların cinsel yaşamdaki rakipleri köle kadınlardan oğlanlara, sokak kadınlarından kibar fahişeler olan "hetaira" lara kadar çok geniş bir yelpaze oluşturuyordu.



Hetaira'ların Toplumsal Yaşamdaki Yeri


Muhtemelen listenin ilk sıralarında yer alanlar pek yabancı gelmemiştir ama hetaira’lık gerçekten de ilginç bir kurumdur. “Hetaira” Yunanca'da “kadın arkadaş”, “kafadar” anlamına gelir. Hetaira'ların sosyal yaşamda ne anlama geldiğini anlamak için öncelikle Atinalı seçkin erkekler dünyasında çok önemli yeri olan içkili parti (symposium) geleneğine değinmek gerekir. Esas olarak homoseksüel ya da biseksüel ethosla ilintili olan symposium'lar evin en iyi dekore edilmiş erkekler odasında (andron) düzenlenirdi. Atinalı namuslu kadınların katılmasının yasak olduğu bu toplantılarda seçkin erkeklere felsefe, matematik, hitabet gibi konularda yapılan tartışmalar ve yarışmalarda kız ya da oğlan köle çocuklar, müzisyen kızlar ve en önemlisi de kibar fahişeler olan hetaira'lar eşlik ederdi. Symposium, tartışmaları takip eden yemek ve aşk seansından sonra, sarhoşluğun belli bir aşamasını temsil eden komos denen ayinle kapanır, konuklar gürültülü bir biçimde sokaklara dökülürler ancak taşkınlıkları kent sakinleri tarafindan büyük bir anlayışla karşılanırdı. Kısacası symposium geleneği antik dönemde seçkin bir Atinalı erkek için vazgeçilmez bir entelektüel ve cinsel haz kaynağı olarak toplumun onayladığı bir etkinlikti.



Bu toplantıların en önemli unsurlarından biri olan hetaira'lar fiziksel güzelliklerinin yanısıra zeka ve yeteneklerini Attika yarımadasında yaşayan ortalama kadınların çok üstünde bir düzeyde geliştirebilme olanağına sahip bağımsız ve profesyonel fahişelerdi. Aslında fahişelik Atina'da yasal bir uğraştı ancak Atina vatandaşı kadınların bu işle iştigal etmeleri düşünülemezdi bile. Fahişeler erkek ya da kadın köleler arasından veya Atina'lı ana-babadan doğmadıkları halde bazı yurttaşlık haklarına sahip olan metik'lerden çıkardı. Ancak sıradan fahişelerle kibar fahişe demek olan hetaira'lar arasındaki fark çok önemliydi. Hetaira'lar genellikle tek başına ya da birkaç arkadaş bir arada otururlar, modayı takip ederler, eğlenceli ve zengin bir yaşam sürerlerdi. Öte yandan bir hetaira'nın matematik, felsefe, politika, devlet işleri gibi konularda geniş bir bilgi birikimine sahip olması beklenirdi. Hetaira'lara değinen tüm yapıtlarda, sadece onların erkeklere verdiği hazlardan söz edildiği için hayatlarından memnun olup olmadıklarını bilmiyoruz. Gerçi vatandaş olmayan kadınlar arasındaki en iyi statünün onlara ait olduğu ortadadır. Hetaira'lar namuslu Atinalı kadınların giremediği kamuya açık alanlarda rahatça dolaşabilirler, tiyatroya, festivallere, spor etkinliklerine katılabilirlerdi. Tek eksiklikleri bir vatandaşla evlenmelerine izin verilmesiydi. Bu yüzden de bir hetaira'nin tek umudu, seçkin bir erkeği aklı ve güzelliği ile kendine bağlayarak geleceğini garanti altına almak ya da köleyse özgürlüğünü satın alacak parayı biriktirebilmekti. Bundan anlaşıldığına göre o dönemde de "yasal bir evlilik gerçekleştirmek" bir kadın için en önemli toplumsal hedefti yoksa bir hetaira'nın zengin ve özgür bir kadın olmaktan vazgeçip sıradan bir ev kadının kısıtlı ve sıkıcı yaşamına heves etmesini açıklamak mümkün olmazdı.



Tarihe Geçen Hetaira'lar


Hemen her seçkin Atina'lı erkeğin bir veya birkaç hetaira'sı olduğu bilinmekle beraber bunların çoğunun adı meçhuldür. Ancak kimi hetaira, gerek kendi yetenekleri sayesinde, gerekse birlikte oldukları erkeklerin ünü sayesinde adlarını günümüze kadar ulaştırmayı başarmıştır. Tarihe geçmiş hetaira'lar arasında Atina'lı ünlü devlet adamı ve kanun koyucu Perikles'in (MÖ 495-429) metresi Aspasia'nın özel bir yeri vardır. Yaşamı büyük düşünür Plutarkhos (MS 50-120) tarafindan kaleme alınarak şereflendirilen bu kadın, dönemin ünlü politikacı ve filozofları ile uzun ve derin felsefi tartışmalara girmesiyle meşhurdu. Batı Anadolu'daki Miletos'ta doğan Aspasia, Atina'ya MÖ 450 yılında gelmiş, felsefi tartışmalar ve eğlence üzerine uzmanlaşmış bir kibar fahişe olarak Perikles'in dikkatini çekmeyi başarmıştı. Perikles'in Atinalı bir erkeğin bir hetaira ile evlenmesini yasaklayan ünlü yasasının yürürlüğe girmesinden kısa süre sonra Aspasia'ya aşık olması, kaderin cilvesi olarak kabul edilir. Ünlü devlet adamının, kendi koyduğu yasa sonucu metres hayatı (=pallakê) yaşamak zorunda kaldığı Aspasia'yı ne kadar sevdiğini anlatmak için "O'nu her gün büyük tutkuyla öptüğü"nün söylenmesine bakılırsa o dönemlerde bir erkeğin bir kadını "her gün öpmesi" çok alışılageldik bir davranış değildir! Aspasia'nın sadece Perikles'le ve Atinalı devlet adamlarıyla sohbet etmekle yetinmediği, memleketi Miletos'la savaşan Samos şehir devletine karşı askeri girişimleri desteklediği de kaydedilir. Aristophanes ilk komedisi olan Akharnalar'da, Aspasia'nın Perikles üzerindeki ölçüsüz etkisini alaya alır ve Aspasia'yı Atina ve Sparta şehir devletleri arasında yapılan Peloponnes Savaşları'nı (MÖ 431-404) başlatmakla suçlar. Ancak bütün bunlar Aspasia mitosunu pekiştirmekten başka işe yaramaz. Aslında Aspasia'nın hayranları arasında ünlü felsefeci Sokrates (MÖ 470-399) de vardır. O'ndan bahsederken pek hoş olmayan ifadeler kullanan tarihçi Ksenephon (MÖ 431-350) ile Menexenus Diyalogları adlı eserinde Aspasia tarafindan kaleme alınan bir cenaze söylevine yer veren Platon'un (MÖ 428-348) da, daha önce doğmuş olsalardı Aspasia'nın cazibesine direnemeyeceğini düşünmek pekala mümkündür.



Denizden Doğan Afrodit


Aspasia kadar ünlü bir başka hetaira ise Atinalı ünlü heykeltraş Praxiteles'in (MÖ 370-330) modeli ve metresi Phryne'dir. Phryne'nin Aspasia kadar kültürlü olup olmadığını bilmiyoruz ancak güzelliğinin dillere destan olduğu açıktır. Aslında Phryne'nin bir hetaira olarak öyküsü bir heykelin öyküsü ile içiçe geçmiştir.1.yy. yazarı Yaşlı Plinius'a göre heykeltraşımız aynı dönemde Phryne'yi model alarak iki Afrodit heykeli yapar. Bunlardan biri giyinik, diğeri ise çıplaktır. Ikisi de aynı fiyattan satışa çıkarıldığında, giyinik olanı Kos (Istanköy) Adası halkı satın alır. Ada halkı böyle yaparak iffetli davrandıklarını düşünmektedirler! Çıplak heykel ise Knidos (Muğla-Datça) halkı tarafından satın alınır. Ancak Knidoslular ilk bakışta biraz ahlaksızca görünen bu tutumlarının karşılığını hiç ummadıkları biçimde alacaklar, heykel şehre büyük bir ün kazandıracaktır. Plinius'a göre "dünyanın en güzel heykeli" olan Knidos Afroditi kentin ortasındaki tapınağın en güzel yerinde durmakta ve her gün yüzlerce kişi tarafından tavaf edilmekteydi. Yine söylencelere göre, heykelin esin kaynağı olan Phryne yarattığı imajın tam tersine, daima uzun tüniği bütün vücudunu sıkı sıkıya kapamış olarak halkın karşısına çıkar ve kamuya açık hamamlarda pek boy göstermezdi. Ancak güzel vücudunu deniz tanrısı Poseidon şerefine yapılan festivalde sergilemekten de kaçınmazdı! Bu özel günde giysilerini çıkarır, uzun saçlarını salar ve denize doğru çırılçıplak yürürdü. Praxiteles bu olayı arkadaşı ressam Apelles'e anlatmış olmalıdır ki, ressam Aphrodite Anadyomene (=Denizden Doğan Afrodit) diye anılan efsanevi eserini yaratmıştı. Gerçi bazı kaynaklar bir dönem Büyük Iskender'in de resmi ressamı olan Apelles'in sözkonusu eseri, Iskender'in hetaira'larından birinden esinlenerek yaptığını ileri sürerler ama sonuçta değişen bir şey yoktur, o takdirde kahramanımız bir başka hetaira'dır. Günümüze kadar ulaşmayan bu büyüleyici resim, Yaşlı Plinius'a göre ileriki yıllarda imparator Augustus tarafindan Roma'ya götürülmüş ve Julius Caesar'ın tapınağına yerleştirilmiştir, sonrası ise bilinmez.



Gül Yanaklı Doricha


Diğerleri kadar net olmayan bir başka figür ise Rhodophis'tir. Ünlü lezbiyen şair Sappho'nun da gönlünü çelen ve onun tarafından "Gül Yanaklı Doricha" olarak anılan bu güzel kadının anısı karşımıza değişik öykülere karışmış olarak çıkar. Ünlü tarihçi Herodotos'a göre Rhodophis Trakyalı'dır ve masalcı Esop'un kapı yoldaşıdır. Rhodophis Mısır'a sanatını icra etsin diye getirilmiştir ama kadın şair Sappho'nun erkek kardeşi Kharaxos tarafindan verilen para karşılığında özgürlüğüne kavuşur, Mısır'da Naukratis'e yerleşir ve mesleğini icra ederek büyük bir servet biriktirir. Bu servetinin bir bölümü ile Yunanistan'daki ünlü Delphoi tapınağına değerli armağanlar gönderir. Bu armağanlar Phryne'nin heykelleri ile yanyana dururlar ve yüzlerce yıl söylencelere konu olurlar. Bazı kaynaklara göre Rhodophis Mısır firavunu I.Psammatikhos'u (ö.MÖ 648) kendine aşık etmiş ve onunla evlenmiştir. Başka kaynaklara göre de Rhodophis Mısır Firavunu Mikerinos'un yaptırdığı Üçüncü Pramid'in tamamlanmasını sağlayan Mısır kraliçesi Nitokris'in takma adıdır. Bütün bunlara bakılırsa söz konusu hetaira, hikayemize konu olanlar içinde en karmaşık imgeye sahip olandır. Antik dönemde Rhodophis'in bu ilginç ve parlak yaşam öyküsünden türetilmiş olan "Kai Rhodopis hê kalê" (=Güzel Rdohophis bile...) diye çevrilebilecek bir darb-ı meselin "hiçbir ölümlü, en şanslı olanlar bile, kaderin önünde duramaz..." anlamına kullanıldığı kaydedilir.



Sonsöz


Yazının sınırları elvermediği için Sinop'lu filozof Diyojen'in hetaira'sı Lais'in, kızını Atina'lı bir arkon'la evlendirmeyi başaran ancak bunun bedelini ağır biçimde ödeyen talihsiz Nearea'nın, komutan Alkibiades'in meşru karısını acılara garkeden Tiamandra'nın hikayelerine yer veremedik. Aynı şekilde sokak fahişelerinin, köle kadınların ya da "oğlanların" Atinalı erkeklerin cinsel yaşamındaki yerlerine de değinemedik. Ancak sadece bir kaç hetaira'yı konu olan bu öyküler bile bize Lysistrata'daki seçkin Atinalı kadınların aslında cinsel yaşamdan nasıl dışlandıklarını; kumandan, devlet adamı ya da düşünür sıfatıyla savaşa karar veren kocalarının ilgi ve dikkatini celbedecek ne çok rakibe sahip olduklarını göstermeye yeter. Savaşlarda hayatını ortaya koyan askerlerin ise evlenme fırsatı buldukları bile şüphelidir. Yani hikayede anlatıldığı türden bir cinsel direnişin işlevini yerine getiremeyeceğini düşünmemiz için çok neden vardır. Ancak Atina'lı kadınların gerçek durumlarını gayet iyi bilen bir yazar olarak Aristophanes'in yarattığı bu ilginç tiplemenin ne anlama geldiği meselesi, çözülmeyi bekleyen bir bilmece olarak araştırmacıların önünde durmaya devam etmektedir. Anlaşılan, Aristofanes, çağını aşan bir tavırla bir eğretileme yapmayı denemiş ve her koşulda savaşa karşı barış umudunu güçlü tutmak istemiş. Savaş tam tamlarının çaldığı her dönemde, Lysistrata’yı okumak bir direniş biçimi olabilir mi acaba?


EK:



Sardes'teki Hetaira'lar Anıtı


Batı Anadolu'da Salihli yakınlarındaki antik Lidya kenti Sardes'in Bintepeler mevkiindeki 100 kadar tümülüsten ikisi Lidya kralları Alyattes ve Gyges'e ait olduğu sanılan dev boyuttaki yığma tepelerdir. Bunlara ilişkin çeşitli söylenceler vardır. Herodotos'a göre "Gyges hetaira'lara düşkünlüğü ile tanınıyordu ve ülkesini fahişelerle doldurmuştu". Yine Herodotos'a göre "Lidya kralı Alyattes'in mezarı da küçük esnafın, el işçilerinin ve aşk satıcısı kızların topladığı paralarla yükselmiş bir anıttır". Ünlü coğrafyacı Strabo (1.yy) ise Herodotos'a atıfla "bazıları Alyattes'in mezarına fahişelik anıtı (pornh|s| mnhma) derler" diye tekrarlar. Strabo'nun ayrıca Mısır'daki Mikerinos Piramidi'ni "hetaira mezarı" (th|s| etaira|s| tafo|s) olarak nitelemesinden ve Rhodopis'le evlendiği ileri sürülen firavun Psammatikhos'un bir dönem Lidya kralı Gyges'in müttefiki olmasından hareket eden araştırmacılar, bütün bu anlatıları Praxiteles'in hetaira'sı Phryne'nin, Psammatikhos'un hetaira'sı Rhodopis'in ve Lidya kralı Gyges'in hetaira'larına ait öykülerin bileşimi kabul ederler.



EK:



Knidos Afroditi


Yunan mitolojisinde özel bir yeri olan ve epistrophia (=kalp burkan), parakyptousa (=yan bakan), peitho (=gönülçelen), charidotes (=neşe veren) gibi ilginç isimlerle anılan Afrodit'in Knidos'daki adı Afrodit Euploia (=güvenli deniz yolculuklarının Afroditi) idi. Knidos kazılarını yürüten Amerikalı arkeolog Iris Love 1969'da heykelin yeraldığı dairevi tapınak alanını ortaya çıkardığında herkes bunun ardından Afrodit heykelinin de geleceğini ummuştu ancak bu beklenti bugüne kadar gerçekleşmedi. Bizans kaynaklarında heykelin bir dönem Konstantinopolis'teki Lausos Sarayı'nı süslediği, ancak 475'de bir yangında yokolduğu kaydedilir. Yani heykelin aslına kavuşmamız umudu azdır ancak heykelin ileriki dönemlerde yapılmış kopyalarını Vatikan ve Louvre müzelerinde görmek mümkündür.

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.