Hem millici, hem beynelmilelci olmak kolay mı?

02 Şubat 2014 14:44 / 1399 kez okundu!

 

 

"Türkiye'de işçi sınıfı yok, çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Ticaretimiz çok cılız, çünkü sermayemiz yok. Amacım milli ticareti kalkındırmak, fabrikalar açmak, yeraltı zenginliklerini meydana çıkarmak, Anadolu tüccarına yardım etmektir."

Geçen hafta Merkez Bankası’nın şok faiz artırımına rağmen, doların tansiyonu düşmedi. Bu yüzden MÜSİAD’ın da dahil olduğu bazı çevrelerce “acaba hem yüksek faiz, hem yüksek dolar kuru sarmalına mı girdik?” endişesi dile getirildi. Geçen hafta “böyle giderse, Türkiye’ye yabancı sermaye gelmez” diyerek Başbakan’ı kızdıran TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, faiz arttırımı karardan memnundu halbuki. Ekonomik konuların gündemi işgal ettiğini görünce -geçen haftaki yazımın çok ilgi çekmediğini fark ettiğim halde- bu haftayı da ekonomi tarihimize ayırmaya karar verdim. Yer sorunu yüzünden de daha çok merak edildiğini sandığım 1923-1950 arası ile sınırladım yazımı. 

GİLLESPİE’NİN 40 SORUSU 

4-10 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi’nde Amerikan mandacılığı reddedilmekle birlikte, kongre kararıyla Mustafa Kemal ABD Senatosu’na bir mektup yazıp, bölgede bir araştırma yapmak üzere bir komite göndermesini istemişti. 1921 yılının başında Ankara Hükümeti’nin bir temsilcisi, Samsun’a demirleyen bir destroyerin komutanıyla görüşmüş, taraflar iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirmenin yollarını aramak üzere sözleşmişlerdi. Bunu yine biri Amerikan destroyeri ile İnebolu’ya çıkan ve 11 günlük yolculuktan sonra Ankara’ya varan ABD temsilcisi J. E. Gillespie’nin ziyareti izledi. Gillespie’nin 2 Ocak 1922 günü Rauf Bey’e verdiği 40 soruluk listesi, “Ankara Hükümetinin Amerikan işadamlarına ve sermayesine karşı turumu nedir?” diye başlıyor, ekonomik, teknik ve ticari konulardaki sorularla devam ediyordu. Ankara Hükümeti verdiği cevapta, Amerikan işadamlarına kolaylık göstereceğini, Mersin’e liman yapılması, Çukurova’nın sulanması, Bayburt ve Zonguldak elektrik merkezleri projelerinin Amerikan işadamları tarafından incelenebileceğini söylüyordu. İlerde demiryolları ve madenlerle ilgili konular da görüşülebilirdi. Ankara Hükümeti, Türkiye’nin bağımsızlığına ve egemenliğine ters düşmemek koşuluyla Amerika ile ekonomik ve ticarî ilişkilerini geliştirmeye arzuluydu. Gillespie, 1,5 ay kadar kaldıktan sonra Ankara’dan ayrıldı ve izlenimlerini bir rapor halinde merkezine sundu. 

1 Mart 1922’de TBMM’de Mustafa Kemal, yabancı sermayeye karşı izlenecek politikalara şöyle açıklık getirdi: “...Kapitülasyonlar artık tarihe gömülecektir. Ayrıcalıklı yabancı kampanyalar milliles¸tirilecektir (…) Yabancı s¸irketler sermaye gücü ve teknik eleman üstünlüg?üne sahiptirler. Milli piyasada egemen duruma geçmelerine ve yeni gelis¸en ekonomiyi baskı altına almalarına göz yumulmayacaktır (…) Sermaye fonları ve teknik elemanları yetersiz olan bir ülke sınırlı özkaynakları ile aradaki mesafeyi kapatamazdı. Ayrıcalık tanınmaması kaydı ile ülke ekonomisine yararlı olabilecekleri alanlarda yabancı sermayedarlara yatırım ve is¸letme izni verilecektir. Dıs¸ kredilere bas¸vurulacaktır. Yabancı uzmanlar çalıs¸tırılabilecektir.” 

1922’nin son günlerinde, Mustafa Kemal, Sovyet Rusya’nın ilk Ankara Sefiri Aralov’a şöyle anlatmıştı sorun olarak gördüğü ekonomik konuları: “Türkiye’de sınıflar yok. Türkiye’de işçi sınıfı yok, çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Bizim burjuvamızı ise henüz burjuva sınıfı haline getirmek gerekiyor. Ticaretimiz çok cılız, çünkü sermayemiz yok. Yabancılar bizi eziyor. Benim amacım milli ticareti kalkındırmak, fabrikalar açmak, yeraltı zenginliklerini meydana çıkarmak, Anadolu tüccarına yardım etmek, zenginleşmesini sağlamaktır. Bunlar devletin önünde duran işlerdir. Biz bunları yasalaştıracağız.” 


İZMİR İKTİSAT KONGRESİ 

Mustafa Kemal’in 14 Ocak-20 Şubat 1923 tarihleri arasında 35 gün süren ünlü Ege Seyahati’nin, bugün en çok bilinen bölümü, 16/17 ocakta İzmit Kasrı’nda İstanbullu bir grup gazeteciye “Kürtlere özerklik tanınması” konusunda bazı imalarda bulunduğu basın konferansıdır. Ancak, gezinin en az bu kadar önemli bir parçası daha vardır ki, bugün neredeyse unutulup gitmiştir. 1 Mayıs İşçi Bayramı dâhil olmak üzere bir dizi işçi hakkının kâğıt üzerinde de olsa ilk kez tanındığı İzmir İktisat Kongresi’nin (resmî adıyla “Türkiye İzmir İktisat Kongresi) iki temel amacı vardı. Birincisi Milli Mücadele yıllarında Ankara’ya uzak kalan (ya da Ankara’nın uzak durmayı tercih ettiği) İstanbullu Müslüman-Türk burjuvazi ile ilişkileri düzeltmekti. Nitekim bir iktisat kongresi toplama fikri, İstanbul’daki gayrimüslim tüccarları geriletmek için 1922 yılında Milli Türk Ticaret Birliği’nde örgütlenen Müslüman-Türk tüccarlardan çıkmış, İktisat Vekili Mahmut Esat Bey’in onlara verdiği ‘daha büyük bir kongre toplama sözü’ uyarınca da İzmir İktisat Kongresi toplanmıştı. Kongrede başlarındaki fesi çıkarıp Ankara’nın kalpağını giyen İstanbullu burjuvalar daha sonra da kalpağı çıkarıp Panama şapkasını giyeceklerdi. 

İkinci amaç ise, Lozan Barış Görüşmelerinin Musul, kapitülasyonlar ve savaş tazminatları konularında çıkmaza girdiği o günlerde, Batılı ülkelere, kapitülasyonlara kesinlikle karşı olduklarını ancak Türkiye’nin, Osmanlı Devleti’nden ve İttihatçılardan devralınan liberal iktisat politikalarından vazgeçmediği, yabancı sermayeye düşman olmadığı mesajı vermekti. Bir başka deyişle, Batı dünyasına ‘ben Sovyet sisteminde değil kapitalist Batı sisteminde kalmak istiyorum ama kendi koşullarımla kalmak istiyorum’ denmek isteniyordu. 

Nitekim Mustafa Kemal, 17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan Kongrenin açılış oturumunda şöyle seslenmişti salondakilere ve onlar vasıtasıyla dünyaya: “Efendiler, iktisadiyat sahasında düşünürken ve konuşurken zannolunmasın ki, biz ecnebi sermayesine hasım bulunuyoruz. Hayır bizim memleketimiz çok vâsidir (geniştir). Çok say (emek) ve sermayeye ihtiyacımız vardır. Binaenaleyh kanunlarımıza riayetkar olmak şartıyla ecnebi sermayelerine lazım gelen teminatı vermeye her zaman hazırız ve şayanı-arzudur ki, ecnebi sermayesi bizim sanayimize ve servet-i sabitemize inzimam etsin (eklensin). Bizim için ve onlar için faideli neticeler versin, fakat eskisi gibi değil.” 

Yahya Tezel’e göre, İzmir İktisat Kongresi’ne 1000’in üzerinde temsilci ile katılan İstanbullu sermayedarların arzusu özetle “Rumlar, Ermeniler, Yahudiler aradan çekilsin, Avrupalılarla doğrudan doğruya biz iş yapalım” idi. 

Ancak İzmir İktisat Kongresi, Batılıların çok ilgisini çekmedi. Bunun üzerine Mustafa Kemal, 1923 Temmuzunda The Saturday Evening Post dergisinden Isaac F. Marcosson’a verdiği mülakatta, yabancı sermayeyi bir kez daha Türkiye’ye davet etti: “Biz Amerikalıları Türkiye’de görmek istiyoruz; çünkü özlemlerimizi en iyi onlar anlayabilirler. Ekonomik ilişkiler alanında Türkiye ile Birleşik Devletler, her iki taraf için de en büyük yarar sağlayacak şekilde birlikte çalışabilirler. Zengin ve çeşitli ulusal kaynaklarımızın, Amerikan sermayesi için çekici olması gerekir. Biz, gelişmemizde Amerikan yardımını memnuniyetle karşılarız, çünkü bütün başka ülkelerin sermayesinden farklı olarak Amerikan parası, Avrupa milletlerinin bizimle ilişkilerine can veren siyasal entrikalardan uzaktır. Başka bir ifadeyle Amerikan sermayesi, yatırılır yatırılmaz bayrağını çekmeye kalkmaz. Amerika’ya olan inanç ve güvenimizin somut bir delilini, Chester İmtiyazı’nı vermek suretiyle gösterdik. Gerçekten bu, Amerikan halkına bir teveccühtür.” 


CHESTER İMTİYAZI 

Mustafa Kemal’in sözünü ettiği ‘Chester İmtiyazı’nın ya da resmî adıyla Şarkî Anadolu Demiryolları Anlaşması’nın tarihçesi 1870’teki veya 1896’daki Ermeni katliamlarında (burası açık değil) zarar gören Ermenilere tazminat ödenmesini sağlamak için, 1900’de (bu bilgi de kesin değil) İstanbul’a gönderilen bir Amerikan savaş gemisinin kaptanı olan Albay Colby M. Chester’in Osmanlı Devleti nezdinde yaptığı temaslara kadar gidiyordu. Albay Chester, 1908’den itibaren gözünü Musul-Kerkük bölgesindeki demiryolları ve maden ayrıcalıklarına dikmiş, hatta Osmanlı Meclisi’ne 10 Mart 1909’da bir proje sunmuş, Osmanlı İmparatorluğu dağılınca da rotayı Ankara’ya çevirmişti. 

Yaklaşık bir yıl süren görüşmelerden sonra (bu süre içinde ABD resmi çevreleri, bu girişimi desteklemekten kaçınmıştı) 9 Nisan 1923’te TBMM’de oylamaya katılan 206 milletvekilinin 185’inin ‘evet’ oyuyla (11 ‘hayır’ oyu, 10 ‘çekimser’ oy vardı) kabul edilen imtiyaz anlaşmasına göre o sırada amiral olan Chester’in Delaware eyaletinde, iş adamları, bankerler ve gazetecilerle kurduğu Ottoman-American Development Company adlı şirkete, 99 yıl süreyle, Türkiye’nin doğusu ile Musul-Kerkük bölgesini birbirine bağlayan 4.400 kilometrelik bir demiryolu ile Karadeniz ve Akdeniz’de üç liman yapımı karşılığında, limanların ve demiryolu hatlarının her iki yanında 20’şerden 40 kilometrelik şerit içinde kalan alanda, petrol dahil her türlü maden arama, kanal, yol, telgraf ve telefon hatları, bayındırlık işleri, bankalar, oteller, gözlemevleri ve model köyler inşa etme imtiyazı tanınıyordu. İmtiyaz anlaşması öyle geniş tutulmuştu ki, yeni başkent Ankara’nın “Washington örneğine göre kurulmasını”, “işçi sınıfının örgütlenmesini” ve “Türk karakterinin iyileştirilmesini” (?!) bile içeriyordu. Ayrıca şirkete çeşitli vergi ve arazi alım kolaylıkları sağlanacaktı. Tartışmalar sırasında İzmit Milletvekili Sırrı Bey’in bir sorusunda ‘devletleştirme’ terimini kullanması üzerine, hem Başvekil Rauf Bey’in İktisat Vekili Esat Mahmut Bey’in devletçilik aleyhine uzun birer konuşma yapması da ilginç anekdotlardan biriydi. 

Şirketle ayrıca, TBMM onayı olmadan bir de Tarım (İmtiyazı) Anlaşması imzalanmıştı. Buna göre de Türkiye’nin şirketten altı yıl süreyle her yıl 400 bin liralık “tarım alat ve edavatı satın alması” öngörülüyordu. 

Hükümet, 300 milyon dolar civarında bir Amerikan sermayesinin Türkiye’ye geleceğini ve ülkenin kısa sürede çağ atlayacağını sanmıştı. Ancak bu büyük coşku kısa sürdü. Lozan’da, Musul’un çözüme bağlanmaması, Standard Oil Şirketi’nin Irak petrollerinin denetimini ele geçinmesi üzerine, ABD resmi çevreleri de, işadamları da heveslerini kaybedince anlaşmalar hayata geçmedi ve Türkiye’nin ‘Küçük Amerika’ olması ileri bir tarihe ertelendi. 


İŞ BANKASI KURULUYOR 

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması birlikte sadece Türk limanları arasındaki taşımacılık (kabotaj) yabancılara kapatılmıştı. Türkiye’nin gümrük egemenliği, ilk beş yıl gümrük tarifelerinde değişiklik yapmamaları karşılığında tanındı. Yeni Türkiye’nin kanunlarına uymayı kabul eden yabancı sermayeli şirketlere tanınan ayrıcalıklar ise ilkesel olarak saklı tutuldu. Osmanlı’dan yeni devlete devrolunan yabancı sermaye, 63,4 milyon sterlin (500 milyon lira) civarındaydı. Bu miktar 94 şirket arasında dağılmıştı. Bu şirketlerden 7’si demiryolu, 6’sı madencilik, 23’ü bankacılık, 12’si imalat, 35’i ticaret, 11’i de liman işleri ve belediye hizmetleri alanında faaliyet gösteriyordu. 

1924 yılında, yabancıların mülk edinmelerini (dolayısıyla yabancı sermaye girişini) kolaylaştıran bir kanun çıkarıldı. Milli burjuvazi yaratmak için de aynı yıl İş Bankası kuruldu. Bankanın 1 milyon liralık sermayesinin 250 bin lirası, Mustafa Kemal tarafından temin edilmişti. (Bu 250 bin liranın Hint Müslümanlarının Milli Mücadele için gönderdiği yardım paralarından kalan kısım olduğu ve Osmanlı Bankası’nda muhafaza edildiği, aynı bankada, Mustafa Kemal adına açılmış bir başka hesapta tutulan 207 bin liranın da bu yardımın bakiyesi olduğu iddialarını irdelemeyi bir başka yazıya bırakıyorum.) Sermayenin bir kısmının Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan geldiği, bir kısmı da devlet hazinesince sağlandığı söylendi. Bankanın kurucuları arasında çok sayıda milletvekili, yüksek bürokrat, İzmir ve diğer Anadolu kentlerinin tacirleri (bunlardan biri Mustafa Kemal’in kayınpederi Uşakizade Muammer Bey’di) vardı. 1926 yılında İttihatçılarca kurulmuş İtibar-ı Milli Bankası ile birleştirilerek sermaye yapısı güçlendirilen İş Bankası ‘milli burjuvazi’ yetiştirmenin yanı sıra, Mustafa Kemal’in sofrasının müdavimi olan bazı bürokratların ceplerini şişirmelerine, örtülü fonlarla muhaliflerin sindirilmesine de hizmet edecekti. 


244 YERLİYE KARŞILIK 181 YABANCI ŞİRKET 

1927 yılında bir yandan bazı demiryolu yapım işleri İsveç ve Alman firmalarına verilirken, Teşvik-i Sanayi Kanunu ile Adana’da bir çırçır fabrikası, İstanbul-Feriköy’de Nestle çikolata fabrikası kurması, iki çimento fabrikası, bir plak, bir ilaç ve bir dokuma fabrikası (yerlerini tespit edemedim) için girişimler yapıldı. Kısacası, ‘milli burjuvazi’ yaratmak pek kolay olmadığı için, çare yabancı sermayede görülmüştü. Nitekim 1927-1928 tarihli Devlet Salnamesi’ne göre Türkiye’de 60’ı sigortacılık, 121’i başka dallarda olmak üzere 181 yabancı şirket faaliyete devam ediyordu. Bunların milliyetlerine göre dağılımı şöyleydi: 33 İngiliz, 23 Fransız, 14 İtalyan, 14 Amerikan, 8 Alman, 7 Belçika, 4 Romen, 4 Sovyet Rusya, 4 Felemenk (Hollanda), 3 İsviçre, 2 İsveç ve 1’er Macaristan, Avusturya, Bulgaristan, Mısır, Yunanistan, Çek ve Çarlık Rusyası’ndan Fransa’ya aktarılmış uyruksuz bir şirket. Buna karşılık 11’i sigortacılık, 233’ü başka alanlarda olmak üzere 244 yerli şirket vardı. Ancak salnamede ‘yerli’ diye gösterilen şirketlerin bazıları karma sermayeli, bazıları doğrudan yabancı şirketlerdi. Salnameyi hazırlayanların, yerli şirket sayısını şişirmek için epey zorlandıkları anlaşılıyordu. 

1929 Dünya Büyük Buhranı’nın etkileri Türkiye’ye ulaşınca alınan ilk tedbirlerden biri 1447 sayılı Menkul Kıymetler ve Kambiyo Borsaları Kanunu’nu çıkarmak oldu. Bu kanunla döviz alım ve satımına kısıtlamalar getirildi. 1930’da döviz rejimi daha da sıkılaştırıldı, yabancı sermayeli şirketlerin kar transferi yapmaları zorlaştırıldı. Sermaye girişi ve çıkışı Maliye Bakanlığı’nın iznine bağlandı. Bütün bu tedbirler, Türkiye’ye zaten az ilgi duyan yabancı sermayeyi biraz daha soğuklaştırdı. 


ŞÜKRÜ SARAÇOĞLU ABD YOLUNDA 

Bunun üzerine, 1931 yılında sabık Maliye Bakanı Şükrü (Saraçoğlu) başkanlığındaki bir heyet Amerikan kapitalistlerini, özellikle Türkiye’de tekstil alanında yatırım yapmaya ikna etmek için ABD’ye gitti. Heyetin 50-100 milyon dolarlık kredi talebi ABD Maliye Bakanlığı tarafından uygun görülmediği gibi Amerikan şirketleri ve sermaye grupları da Türkiye’de yatırım yapmaya hevesli değillerdi. Bu tavrın tek istisnası Henry Ford’un Galata’da bir otomobil montaj fabrikası kurma girişimiydi. Ancak girişim gümrük mevzuatına takılınca Ford yatırımını Mısır’ın İskenderiye şehrine kaydırdı. Yabancı sermayenin gönülsüzlüğünde, Ankara o yıllarda Türkiye ile uluslar arası sermaye piyasaları arasında iyi bir köprü olabilecek yerel gayrimüslim burjuvaziyi düşman gören katı bir milliyetçilik politikalarının da payı vardı. Hem millici hem beynelmilelci olmanın çok kolay olmadığı bir kere daha tecrübe edilmişti. 


DEVLETÇİLİK İLKESİNİN KABULÜ 

Yabancı sermayeden ümit kesilince 1931 Mayısında yapılan CHF kurultayında ‘devletçilik’ (ve inkılapçılık) ilkesi kabul edildi. (Böylece 1927 yılında kabul edilen ‘cumhuriyetçilik’, ‘halkçılık’, ‘milliyetçilik’ ve ‘laiklik’ olarak tanımlanan dört ilke ‘Altı Ok’a çevrildi.) Buna göre Fırka, özel girişimciliği toplumsal düzenin temel öğesi saymak ve “ferdi mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber”, “mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için, milletin umumi ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde –bilhassa iktisadi sahada- devleti fiilen alakadar” ettirecekti. 

1935’te devletçilik yeniden tanımlandı ve devletin kamu düzeninin gerekli kıldığı hallerde özel girişimin etkinliğini denetlemesi devletçiliğin kapsamına alındı. 1937’de ise ‘devletçilik’ Altı Ok’un Anayasa maddesi haline getirilmesiyle, Türk devletinin temel niteliklerinden biri olarak kabul edildi. Bütün bu ideolojik muhafazakarlığa rağmen, 1934-1938 arasında 32 yeni yabancı şirket faaliyete geçerken, 1938’de Karabük-Demir Çelik Fabrikaları gibi gayet ‘milli’ bir yatırımın sermayesi İngiltere’den alınan 16 milyon sterlinlik borç olacaktı! 

Yabancı sermaye girişinin tamamen durduğu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Batı ile bütünleşmeye karar vermenin ödülü de, 1948-1949’da Marshall Yardımları kapsamındaki 90 milyon dolarlık yardım olacaktı… 


Özet Kaynakça 
Türkiye İktisat Kongresi, 1923-İzmir, Haberler, Belgeler, Yorumlar, Hazırlayan: Gündüz Ökçün, SBF Yayınları, No:262, 1971; Yahya Sezai Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisat Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002; Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması, 1923-1931, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2005; Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları (1922-1923), Çeviren: Hasan Âli Ediz, Türkiye İş Bankası kültür Yayınları, 2008; Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, Savaş Yayınları, 1982; Y. N. Rozaliyev, Türkiye’de Kapitalizmin Gelişme Özellikleri, 1923-1960, Çeviren: Azer Yaran, Onur Yayınları, 1978;Bülent Bilmez Can, Demiryolundan Petrole Chester Projesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000. 


Açıklama ve özür 
Geçen haftaki yazımın kaynakçasında yer alan, Edhem Eldem’in Osmanlı Bankası Tarihi (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999) adlı kitabı, teknik bir hata sonucu baskıda yer almamıştır. Sayfada kullanılan 500 liralık ‘Bozkurtlu’ banknot fotoğrafının H. Gökhan Aksoy’a ait olduğunu da sonradan öğrendim. Sayın Eldem ve Sayın Aksoy’dan özür dilerim. 

Son olarak 
Vasıf Kortun, Osmanlı Bankası’nın ilk adımının, Glyn, Mills and Co.’nun Osmanlı İmparatorluğu’nda faaliyet gösterecek özel bir ticari banka projesinin Ottoman Bank adı altında hayata geçirilmesiyle atıldığını, yazımda geçen Pereire, Rothschild ve Wilkin’in şahsında ‘büyük ölçekli bir tür milli banka’ kurulması projelerinin ise aynı dönemde rakip grupların faaliyetleri olduğunu yazdı. Sayın Kortun’a da katkısından dolayı teşekkür ederim.

 

Ayşe HÜR

Radikal, 02.02.2014

 

Son Güncelleme Tarihi: 02 Şubat 2014 15:06

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.