Çukurova Sanat Günleri (Sanatsız Siyaset Olmaz)

30 Mart 2017 19:11 / 960 kez okundu!

 

 

Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen, 4 ülke, 10 ilde eş zamanlı olarak yapılan 11. Uluslararası Çukurova Sanat Günleri, siyasetin gergin ortamında daralan yüreklerimize serpilen soğuk su etkisi yaptı.

Sınır temasının işlendiği, insanın, doğanın ve tüm canlıların sınır tanımayan yaşam mücadelesi içerisinde çektikleri sıkıntılar, acılar ve yalnızlıkların farklı sanat dallarında ifade edilmeye çalışıldığı etkinlikler, şu sorunlu günlerimizde biraz olsun bizleri farklı bir dünyaya taşıdı.

Festival tadında yapılan bu etkinlikler çerçevesinde bir buluşma da Bodrum da gerçekleşti.

“Sınır ötesi yalnızlık” alt başlığıyla Bodrum ve çevresinde yaşayan sığınmacıların ve çocuklarının içinde bulunduğu güç koşullar ve yalnızlığın anlatıldığı, Fotoğraf Sanatçısı Ahmet Çağlar’ın müthiş fotoğraflarından oluşan “Eşik” isimli görsel sunumunun yanında, sınır tanımayan sömürü düzeninde, doğanın uğratıldığı zararların da dile getirildiği doyurucu bir söyleşi, ruhlarımızı dinlendiren barış şarkılarıyla son buldu.

12 Eylül askeri darbesi sonrası yurt dışına çıkmak zorunda kalan, politik göçmen olarak yaşadığı Kopenhag kentine yıllar sonra kültür ataşesi olarak dönen hukukçu-ressam Cevdet Kocaman’ın ilginç yaşam öyküsü ve o yıllara ilişkin anlattıkları izleyenlerin çok ilgisini çekti.

Dünyanın dört bir yanını dolaşıp sonunda Bodrum da yaşamaya karar veren bir kadın ve annesinin sınır ötesi maceraları, söyleşiye damgasını vuran konuşmalardandı.

O an, tüm bu organizasyonun gerçekleşmesi için günlerce yorulmuş bedenim, inanılmaz şekilde dinlendi, huzur buldu.

O an ne referandumda kimin tercihinin ne olacağı, anayasa değişikliklerinin yaşamımıza etkileri, ne de siyasilerin akıl almaz polemikleri; hiçbirinin anlamı kalmamıştı.

Bir kez daha anladım ki, barışın yolu sanattan geçiyor.

Bir kez daha anladım ki, demokrasi ancak gelişkin bir kültürle mümkün.

Daha da önemlisi, o an anladım ki; barış içinde, kardeşçe yaşamak hiç de bizi korkuttukları kadar zor değil.

Keşke bizi yönetmeye talip olan şu hırslı, hırçın, bencil siyasiler, haftada bir sinemaya gitseler, ay da bir kez olsun bir tiyatro oyunu izleseler, bir konsere gitseler, bir meyhanede kafaları çekseler, ağız dolusu kahkaha atıp, geyik muhabbeti yapsalar.

Ya da bir çay bahçesinde çocuklarıyla birlikte oturup, doğanın nimetlerinden yararlansalar, patlamış mısır yeseler.

Bir hafta sonu tuttukları takımın maçına stada gidip, avazları çıktığı kadar bağırsalar, çıkışta sucuk-ekmek yiyip, dönüşte mahalle kahvesinde arkadaşıyla iddialı bir tavla oynasalar.

Okey atmaya dönerken yakalanıp, ıstakayı devirseler, hırslarını bizden değil de okey taşlarından, tavla pullarından çıkarsalar.

Sonra da ertesi sabah, hiçbir şey olmamış gibi yeni bir heyecanla yeni güne başlamış olsalar, ne güzel olmaz mı?

Sanıyorum toplum olarak bizim günlük yaşamımızda çok doğal olarak yaptığımız bu rutin olayları, siyasiler de benimsemedikçe toplum huzur bulmayacak.

Oysa yaşam içerisinde bizleri mutlu edecek o kadar küçük şeyler var ki! Ama bizler daha çoğunu, daha büyüğünü istemekten bu küçük mutlulukları ıskalıyoruz.

Ormanın tek tek ağaçların bütününden oluştuğunu unutup, ormanı ararken ağaca toslayan şaşkınlar misali, her seferinde çevremizi saran duvarlara tosluyoruz.

Bizi koruduğunu sandığımız ve çoğu zaman kendi ellerimizle ördüğümüz bu duvarlar gün geliyor bizleri de hapseden birer cezaevine dönüşüyor.

Yani sonuçta kendi esaretimizi kendi ellerimizle kuruyor, sonra da sözüm ona özgürlük için mücadele ediyoruz.

Yaklaşık 20 gün sonra ülkemizi çok yakından etkileyecek bir referandum yapılacak.

Adına “Cumhurbaşkanığı Hükümet Sistemi “ denilen bir başkanlık dönemine geçilip geçilmeyeceği belli olacak.

18 Maddeden oluşan bu değişiklikler şu sıralar toplumun her kesiminde, medyada, meydanlarda, salonlarda konuşuluyor, kararsızlar etkilenmeye çalışılıyor.

Ayrımcı ve ötekileştirici söylemlerle kutuplaştırılmış seçmenler öylesine koşullandırılmışlar ki, sanki bir meydan savaşına çıkıyoruz. Yenilen tarih sahnesinden silinecek, yok olup gidecek.

Oysa hepimiz biliyoruz ki, 16 Nisandan sonra da bu güzel ülkede yine birlikte yaşayacağız, daha çok seçimlerde birlikte oy kullanacak, düğünlerimizde birlikte oynayacak, cenazelerimizi birlikte kaldıracağız.

O zaman köprüleri böylesine yıkmak niye?

Niye bu kadar kin, nefret, bizden olmayanı yok sayma?

Neden bu düşmanlık?

Çünkü birbirimizi anlamaya çalışmıyoruz.

Değişikliklerle ilgili metin aynı metin, ama herkes istediği ya da işine geldiği gibi yorumluyor.

Ben inanıyorum ki, birkaç puan farkla kabul ya da reddedilmiş olması bir yana, toplumun büyük çoğunluğu tarafından benimsenmemiş anayasa metni ileride daha çok değişecektir.

Halkın beklentilerine uymayan, geleneklerine ve yaşam tarzına uymayan hiçbir karar, anayasa maddesi de olsa uygulama imkanı bulamaz.

Geçmişte bunun örneklerini çok yaşadık.

Yürütmeye yönelik sistem değişiklikleri yapabilirsiniz ama, tüm milletin temsilcisi olması gereken, tarafsızlık yemini edecek birinin aynı zamanda bir siyasi partinin genel başkanı olması, Cumhurbaşkanlığı makamını her zaman tartışmalı hale getirecek, meşruiyeti sorunlu olmaktan kurtulamayacaktır.

Halkın sağduyusu bu sorunu çözecek tek güçtür, kimse çözümü başka yerde aramasın.

 

Ayhan ONGUN

Gazeteci-Yazar

28.03.2017/BODRUM

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.