|
BÝR ÖYKÜ/SARKÝS AMCALARIN KÝTAPLIÐI - Timur Demir (Hrant Dink'in anýsýna)
.jpg)
Malatya'da, ayakkabýcýlar çarþýsýnda babamýn iþyerinin karþýsýndaydý Sarkis amcanýn dükkaný. Ne zaman babamýn yanýna gitsem mutlaka ona da uðrardým.
Bu gülen gözlü, tombulca adam beni kapýda gördüðünde elindeki ayakkabýyý, çekici tezgahýn üstüne býrakýr, ''çay söyleyin evladýma'' diye seslenirdi çýraklardan birine.
Yaþýtýymýþým gibi hatýrýmý sorarak oturturdu beni tezgahýn kenarýndaki tahta, hasýr taburelerden birine.
Yüzüne gözlerimi diker, gözlüklerinin üzerinden bana muzipce bakarak ''eee, nasýl gidiyor bakalým okul'' diye sormasýný beklerdim.
''iyi, iyi'' diye bu soruyu geçiþtirdikten sonra da ''çalýþsana Sarkis amca'' derdim.
Çünkü onun aðzýna attýðý ince küçük monta çivilerini birer birer alýp,benim okumam ya da konuþmamdan bile daha hýzlý deri sayayý kalýba monte etmesini seyretmeye bayýlýrdým.
O çalýþýrken ben de ona bin bir zorlukla bulup okuduðum kitaplardan birinden bahsederdim. Ne bulursam okuduðumdan kafamda isyan çýkmýþ bir bilgi cehennemi vardý.
Ýsyancýlarý düzene sokmanýn; ''sayýn bilgiler lütfen, beni iyi bir insan yapmaya yardýmcý olacaklar birinci katta kalsýn; diðerleri bodruma insin'' diyebilmemin yolunu gösterebilecek kimsem olmadýðýndan daldan dala atlayan anlatýlarým Sarkis amcayý bazen gülümsetir, bazen hayret, bazen de ''hadi lan oradan'' ifadesi belirirdi tombik yüzünde. Bir gün de o soluksuz anlatýmlarýmýn arasýnda nereden icap ettiyse ''Ermeni çocuklar da sünnet oluyormu Sarkis amca '' diye sorduðumda az kalsýn aðzýndaki çivileri yutuyordu.
''Nereden biliyorsun sen benim Ermeni olduðumu'' diye sordu.
''Babam söyledi'' dedim.
''Baþka ne söyledi baban'' dedi.
''Senin çok iyi bir insan olduðunu'' dedim.
Babam annemle konuþurken duymuþtum. Daha çok þey söylemiþti onun hakkýnda, ''ne kadar yardýmsever, ne kadar saygýlý, hatýrlý bir insan olduðunu, onu çok kiþiye deðiþmiyeceðini''de söylemiþti ama onlarý söylemedim çok þiþinmesin diye. Zaten çocukluktan beri böyle þeyleri kolay söylemem. Bakýþlarým anlatýr daha çok övgü ve sevgimi. Öfkem gibi. Sarkis amca da anladý. Gözlüklerinin üzerinden bakarak ''Babana söyle akþama bize oturmaya gelin'' dedi. Sana bir sürprizim var'' diye ekledi.
Dükkanlarýmýzý ayýran sokaðý uçarak geçtim.
Ýstanbul'dan babamýn iþleri nedeniyle ayrýlýp önce çocukluk aþkým Antakya'ya gitmiþ, beþ yýl kalmýþtýk. Orasý bir çocuk için ''Nazým''ýn ''Elma''sý gibiydi. Yemekle asla bitmeyecek, kýpkýrmýzý kocaman bir elma. Bir çocuk için deðersiz ve boþ zaman býrakmayan þehir. Biz gittiðimizde Nüfus, altmýþ bin civarýndaydý. Her evde beþ, altý çocuk olduðunu düþünürseniz, üçte ikisi ''bizden''di bu þehrin. Bize tüm kapýlarý açýk bir ''özgür çocuklar cumhuriyeti''ydi Antakya.
Yüzlerce neþeli, yaramaz köpek yavrusu gibi dilimiz bir karýþ dýþarýda Sen Pierre'ye týrmanýr, dönüþte Habibi Neccar'ýn bahcesinde soluklanýr, sulanýrdýk. Dinler, mezhepler, ýrklar üstü çocuklardýk biz. Kim Türk, kim Arap, kim Yahudi kökenli karýþtýrýrdým çoðu zaman. Hangi arkadaþýmýn sünni ya da alevi olduðunu sormak gereði duymadým hiç.
Evlerine gidip geldiðim Hristiyan arkadaþlarýma da ne etnik kökenlerini ne mezheplerini sordum. Onlardan ayrýlýp Malatya'ya göcerken birbirine karýþan göz yaþlarýmýz tüm ayrýcalýk ve ayrýmcýlýk düþüncelerini en baþýndan yýkamýþ, atmýþ ve o kentin bir avuç topraðýndan, insanýna kadar yaydýðý sevgi kokusu bize temiz yollarda yürümenin önünü açmýþtýr. Sindiði yüreðimizden asla yok olmayarak diye düþünmüþümdür, yýllar sonra.
Þimdi Sarkis amcalarýn eski Malatya dediðimiz mahalledeki evlerinin kapýsýna vururken, ''Acaba daha önce Antakya'da Ermeni arkadaþým olmuþmuydu?'', ''Onlarýn evinde de küçük Ýsa ya da Meryem ana heykelcikleri var mýydý?'', hepsinden önemlisi Sarkis amcanýn bana sürprizi ne olabilir diye düþünüyordum ki, kapýyý o güne kadar gördüðüm en uzun boylu ve en güler yüzlü kýz olan Nadya açtý. Sarkis amcanýn kýzýydý, bir de aðabeyi vardý Ankara'da okuyan. Onu hiç görmedim. Ancak hiç tanýmadýðým, arkasýnda iki satýr iyi dilekler olan bir kartpostal bile almadýðým ''o''nun için yýllar sonra ''hakkýný ödeyemem'' diyeceðim hiç aklýma gelmezdi.
Teyzemin, Nadya ablanýn neredeyse önüme yýðdýðý meyve, tatlý ve börekleri atýþtýrýrken ilk kez geldiðim bir Ermeni evinin bizimkiyle ya da Antakya'daki Hristiyan arkadaþlarýmýn evleriyle benzerlik ve farklýlýklarýný araþtýrýyordum bir taraftan. Ortalýkta küçük Ýsa heykelciði, ikon falan yoktu. Duvarlardaki aile resimleri, soluk, yaþlý yüzler, sürülmüþ topraklar gibiydi. Týpký bizimkiler gibi. Eþyalar yorgundu. Týpký bizimkiler gibi. Tertemiz yoksulluðu ve kendini misafir olarak hissetmemen de dahil her þey aynýydý. Koyu sohbetin içindeki Sarkis amcalarla, annem, babam ancak Ýstanbul-Malatya þivesiyle ayrýlabilirdi birbirinden. Bu evde farklý olan tek þey Nadya ablanýn uzun boyuyla, hep gülen yüzüydü.
Sonraki yýllarda ondan baþka bir Ermeni bayan da tanýmadýðým için ne zaman ''sarý gelin'' türküsünü duysam aklýma o gelir, gözümün önünde canlanýr.
Sýkýlmýþtým, Sarkis amca þu sürprizi gösterse diye geçiriyordum içimden ki; anladý.
Sedirden kalktý, ''gel evladým bak sana ne göstereceðim'' dedi.
Arkasýndan kapalý oda kapýlarýndan birine doðru yürüdüm. Kapýyý açtý, lambayý yaktý, beni sýrtýmdan hafif iterek cennete buyur etti.
Ben güzellikten kör olmuþ gözlerimi kýrpýþtýrarak hayata döndürmeye,kulaklarýmdan çýkan alevleri söndürmeye uðraþýrken, o belli belirsiz duyduðum bir sesle ''burasý Ankara'da okuyan aðabeyinin odasý.Kitaplardan istediklerini alýp okuyabilirsin'' dedi.
Tanrým; rüyalarýmda gördüðüm, uyanýnca da inanýlmaz üzüntüler çektiðim kitaplýktan daha çok kitap vardý. Neredeyse bir duvar boyunca yüzlerce kitap, rengarenk giysileriyle Harbiye'ye seyrana gelmiþ Antakya kýzlarý gibiydiler.
Önlerinde saygýyla diz çöktüðümü hatýrlýyorum. Bir de Sarkis amcanýn çýkarken yavaþca kapattýðý kapýnýn sesini.
Sanki dokunsam kirlenecek, incineceklermiþ gibi ellerim arkamda baðlý, kafam yana eðik belki bir saat boyunca bir uçtan bir uca, en alt rafdan en üst rafa eðile büküle adlarýný okuduðum kitaplar yazarlarýný çaðýrýp beni tanýþtýrýyor, Orhan Kemal, Yaþar Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Nazým, Daðlarca, Dinamo, Aziz Nesin ve neredeyse cumhuriyet döneminin tüm edebiyatcýlarý odaya toplanmýþ ''önce beni oku'' diyerek kafamý okþuyorlardý.
Hiçbirini kýrmadým. O akþam, Sarkis amcalarýn ve annemlerin þaþkýn bakýþlarý arasýnda bir kucak kitapla çýktým o odadan. Çýkmadan ''ayýp olur mu acaba''diye çok fazla düþünmemiþtim. ''Kitabýn yüzsüzlüðü olmaz''; ömrümce de vazgeçmedim bu düþünceden.
Malatya'da kaldýðýmýz bir yýl boyunca o kitaplýk, ev ve okul arasýnda çizdiðim üçgen dýþýnda hiçbir yer öðrenemedim desem yalan olmaz. Ama bir yandan da Çukurova'nýn sarý sýcaðýnda at koþturdum, Antep'te karayýlan, Ege'deki çeteci, Afyon'da Mustafa Kemal'in Mehmet'i, Karadeniz'de ''hürriyet ve ümit''taþýyan takalardan birinin tayfasý oldum desem de yalan olmaz.
Daha ileri gidip marabalýk, ýrgatlýk, çýrçýr iþciliði, çorba parasýna yazarlýk, han köþelerinde yatarken birinci mecliste mebusluk yaptým, Anadolu'yu kara trenle boydan boya geçerken aðayý, beyi, paþayý, türedi zengini, Murtaza gelmiþ Murtaza gidecek olaný, onun gibiler üzerine kurulmuþ düzeni tanýdým. Balat'ta bir iþci mahallesinde kuru soðan, þarap ve sigara kokularý arasýnda yürekli genç iþcilerin sendika tartýþmalarýna katýldým, Turan Emeksizle vuruldum Beyazýt Meydanýnda.
Sarkis amcalarýn kitaplýðýndan açýlan gizli kapýdan adým atar atmaz yüz üstü kapaklandýðým,sonra þaþkýn þaþkýn bakýnmaya baþladýðým bu güzel, bu vahþý bahçe,''öðrenilmeye aç vataným''sarýp sarmaladý beni. Ýnsanýný, sevgisini, aþkýný, acýsýný,özlemini, en müstehcen türküsünü, en sunturlu küfrünü, canýnýn nasýl yandýðýný, buna raðmen nasýl bu kadar sabýrlý, merhametli ve verimli olduðunu anlattý bana.
Sanki yeni doðmuþ bir bebektim ve o kulaðýma adýmý fýsýldýyordu.
Bir yýl sonra Ýstanbul otobüsünde sanki bir daha görmeyecekmiþ gibi gözümü kýrpmadan baktýðým Toroslar'ýn arasýndan geçerken geride okunmamýþ ne çok kitap kaldýðýný düþündüm.
Nazým'ýn ''Bu memleket bizim''þiirini okudum içimden. Ezberlemek zorunda olduðumu hissettiðim ilk þiiirdi.
Giderayak bir çift ayakkabý yapmýþtý bana Sarkis amca. Bordo yumuþacýk derili. Hani þu ''rok''dediklerinden. Birkaç yýl giydim onlarý. Yürüyüþlerde, sevgilimle buluþmaya giderken. Altlarý delindi. Ýçine karton koyup yine giydim. Sonra postal giymek zorunlu oldu neredeyse. Yollar aþýnmýyordu ama ilericilerin, yurtseverlerin ayakkabýlarýnýn altý çabuk deliniyordu bu ülkede nedense. Kim bilir belki de bütün kabahat sevgili Sarkis Amcalarýn kitaplýðýndaydý.
2007/Ýstanbul
|