hurkus
|
Nâzım Hikmet’in ölüm yıldönümü bugün.
Türkiye’nin ve Türkçenin muhteşem sürgünü, 58 yıl aradan sonra artık yeniden TC vatandaşı...
Ama 1951’de zorunlu sürgünden, ihraçtan, 1963’te ölümünden sonra bugün asıl yeni olan şu: Nâzım Hikmet Akademisi açılıyor.
***
En başından itibaren kimliği, düşüncesi, şiiri “yasa-dışı” biçimlenen Nâzım Hikmet’in bugün yeniden aramıza dönmesi, yasalar üzerinden değil, eylemler ve ürünler üzerinden olabilir ancak...
O nedenle, evet; Nâzım Hikmet adını taşıyan bir akademinin kurulması, vatandaşlığa yeniden kabulü kadar, hatta ondan çok daha önemli, çok daha anlamlıdır.
Nâzım, bu topraklarda deyim yerindeyse tek başına “akademi” işlevi görmüştür. Yaşaması süresince ve sonrasında. Şiiriyle, varlığıyla. Bugün kurumsal ve aynı zamanda sivil ve aynı zamanda siyasal bir “akademi”, evet, ona en yakışan olacaktır.
Onun ihraçtan ve “sürgün”den asıl dönüşü, böyle olacaktır.
***
Nâzım sürgününün Türk edebiyatındaki yerini tartışan aşağıdaki satırlar, onun 35. ölüm yıldönümünde kaleme alınmıştır.
Hayatı şiir, şiiri devrim
Hayatın şiire benzer bir yanı kalmadıkça, şiir hayatımızdan çekildikçe yabanıl otlar gibi, arsız sürgünler gibi oradan buradan, en olmayacak yerlerden uç veriyor ‘şiir’ sözü.
“Gerçek sınıf mücadelesinin olmadığı zaman ve koşullarda sanat yapıtı sınıf mücadelesinin yerine geçer” diyen Marx’a bir şey daha eklenebilir belki: Gerçek sanat ve yapıtı tam da oralarda; sınıf mücadelesinin önü kesildiği hallerde doğar.
En azından Nâzım Hikmet gerçeği bunu söylüyor bize.
Nâzım Hikmet, Türk dilinin ve şiirinin en verimli, en cömert sürgünüdür.
Siyasaldan önce fiziksel ve doğal anlamıyla sürgün. Halk dilinde bir bitkinin gövdesini, hayatını, verimini yenilemesine, gençleştirmesine, hâsılı filiz vermesine sürgün denir. Nâzım Hikmet tam da odur işte: Cumhuriyetin ilk yıllarında bir başka dünyanın, hayatın, bir başka insanın, düşüncenin rüzgârıyla beslenip burada biçimlenen kimliğiyle, şiiriyle yepyeni bir filiz/sürgündür.
***
Çoktan eskimiş, yorulmuş ‘divan’ın dağıldığı, eprimiş ‘hece’nin yeni rejimle birlikte halk aşısı niyetine şiire yamandığı, ama kâr etmediği zamanda tam bir sürgün/filiz olarak ortaya çıkar onun şiiri. Gençlik aşısı. Can çekişen dili diriltir. Yorgun, mecalsiz, uyuklayan sözü, şiiri uyandırır, ayaklandırır. Türkçeye ve şiire öz-gürlüğü getirir. Bu, bir devrimdir.
İlk kitabı 835 Satır, 1929 mayısında yayımlanır. Bunu aynı yıl Jakond ile Sİ-YA-U ve ertesi yıl Varan 3, 1 + 1 = 1 izler. Öte yandan ilk kitaba eşlik eden Putları Yıkıyoruz operasyonu; Şair-i azam Abdülhak Hamit’ten milli şair Mehmet Emin Yurdakul’a geleneksel olanı sorgulayıp aşma harekâtı.
Piyasa erbabı devrim/değişim kokusunu kırk günlük yoldan alır. Sanat erbabından da siyaset erbabından da önce koklar havayı piyasadakiler. Temmuz 1930’da Colombia firmasının Salkımsöğüt ve Bahri Hazer şiirlerini Nâzım Hikmet’e okutturup plağa alması, yayımlaması bundandır.
Plakla sesleşip bir anda kahvelere, lokantalara sıçrayan şiir özgürleşir, hayat bulur. Zamanın (ve bugünün!) koşullarına göre yepyeni ve olağanüstü bir durum. Olağanüstü durumlarda polis girer devreye. Hemen tükenen, ısrarla aranıp sorulan plağın yeni basımı yapılmaz. (Piyasa erbabı olağanüstü halleri iyi bilir.) Mayıs 1931’de ilk beş kitabı için soruşturma açılır; ‘halkı suça teşvik’ten.
Bu ve daha sonraki davalardan hüküm giymese de süreç başlamıştır. Şiirin ve şairinin aktörleşmesi, toplumsal fenomene dönüşmesidir süreç. Düşüncesi, ruhiyatıyla, fiiliyatıyla bir kimliğin bir şeyleri yerinden oynatır hale gelmesidir.
***
Öz gürlüğün, özgürlükçü her adımın bedeli vardır: Mahkûmiyet ve sürgün!
Önce bir buçuk yıl (1933/34), ardından 12,5 yıl (1938/51) hapislik. Müebbede meyilli mahkûmiyet açlık grevleriyle, kamuoyu hareketleriyle zoraki sonuçlanır. Ama bu özgürlüğe (ve bedeline) yetmez. Haziran 1951’de Nâzım Hikmet, mecburi ve daimi sürgününe çıkar.
Nâzım Hikmet’le birlikte şiiri de ‘yeraltı’na mahkûm edildi. Ve bu ölümüne dek sürdü. 1930’larda şiiri ve Türkçeyi gençleştiren, özgürleştiren filizler hışımla kırıldı, sökülüp atılmaya uğraşıldı. Filiz yeraltından Şeyh Bedreddin Destanı’yla, Memleketimden İnsan Manzaraları’yla sürdü. Şiir tarihle ve güncelle, destanla ve sinemayla, romanla en önemlisi insanla ve düşünceyle buluştu.
1963 –yani ölüm- sonrası Nâzım Hikmet’in yeniden doğuşudur. 1960’ların ikinci yarısından 70’lerin sonuna dek Türkçe şiir onun çevresinde dolanır. O, her iki anlamıyla da sürgündür. Heinrich Mann’ın deyimiyle “Sürgünün yapabileceği şey, gerçekliği ve ilişkileri dile getirmektir. O, suskunlaşan halkının sesidir, bütün dünya önünde böyle olmakla görevlidir.”
***
Öyle olmuştur.
Dün de, bugün de tüm dünya önünde Türkiye’nin ve Türkçenin sürgünü, sesidir Nâzım.
Sürgünün hayatı şiir, şiiri devrimdir.
Taraf
|